Serbest Kürsü | Yeni yıla girerken akademiye veda

"Alışmamalıyız. Alışırsak yok oluruz. Üniversite asla vazgeçemeyeceğimiz bir mevzidir. Çünkü biz bilime inanıyoruz. İnsanlığın ancak bilimle gelişebileceğine inanıyoruz."

Serbest Kürsü | Yeni yıla girerken akademiye veda

İlke KIZMAZ

İTÜ’de olan bitenleri, 667 sayılı KHK ile ihraç ve açığa almaları, Rektör Karaca’nın icraatlarını buradan yazmıştım. Bildiğiniz üzere 2017 yılının Kasım ayında 667 sayılı KHK kapsamında İTÜ Rektörlüğünün hakkımızda açtığı soruşturma ile ben ve bir akademisyen arkadaşım açığa alınmış, üç sendikalı idari personel arkadaşımız ise kamu görevinden ihraç edilmişti. Biz üç aylık uzaklaştırma sürecinin bitmesini ve YÖK soruşturmasının sonucunu beklerken ismimizi 2017 yılının son KHK’sında (695 sayılı) kamu görevinden ihraç edilenler arasında gördük. Anladık ki, İTÜ Rektörü Karaca işini şansa bırakmamış, idari mahkemelerden geri dönme olasılığımızın yüksekliğini görmüş ve bizi ağabeylerine şikayet etmiş, KHK listesine aldırmayı başarmış. Sonuç olarak açığa alınan ben ve meslektaşım bu KHK ile ihraç edilirken, zaten bir önceki soruşturma ile ihraç edilen üç sendikalı arkadaşımız da trajikomik şekilde bir kez daha ihraç edilmiş oldular.

Daha önce de söylemiştim; Bize verilen ‘ceza’lar madalyalarımızdır. Şerefle taşıyacağız. Bundan yana kimsenin kuşkusu olmasın. Meselenin şahıslarımızı ilgilendiren bu yanı bence en önemsiz yanı. Bu yazı, başlığı itibariyle bir veda yazısı. Ancak bu vedayı kişisel olarak kodlamıyorum. Yani kendi adıma akademiye veda etmiyorum. Akademiye hepimiz adına, ve hatta bilim adına hepten veda ediyorum.

Bugüne kadar ilan edilen KHK’lar ile binlerce akademisyen ihraç edildi. Bizzat akademinin içinden biri olarak, ihraç edilen bu kesimin Türkiye’de akademinin omurgasını oluşturduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. İhraç edilen isimlerin akademik dosyalarına, özgeçmişlerine şöyle bir bakın. İnternette hepsini bulmak mümkündür. Ne demek istediğimi anlayacaksınız. İhraç edilen ilerici akademisyenler akademinin en çalışkan, en üretken, en cesur, en aydın üyeleridir. Öyle ki bazı bilimsel alanlarda yapılan çalışmalar bu yeri doldurulamaz bilim insanlarının ihraçlarıyla durma noktasına gelmiştir. Geriye kalan üç-beş gerçek akademisyeni tenzih ederek söylüyorum; bugün akademi bir çöplüğe dönmüştür. Üniversitelerde kalan “akademisyenler” posadan ibarettir. Sahte indekslerde yayımlanan sahte makaleleriyle yüzlerce intihalci “akademisyen” AKP’nin düşük profilinin akademiye yansımasıdır. Korkak, yeteneksiz, cahil ve yalancıdırlar. Yalaka, pişkin, duyarsız ve çıkarcıdırlar. Ve bugün maalesef üniversiteleri dolduran onlardır. Ayrıca akademide çalışan herkes bilir ki; Fethullahçılarla ile mücadele ettiğini söyleyen AKP Fethullahçı “akademisyen”lere dokunmak konusunda hiç de öyle hevesli falan değildir.

Şu an üniversitelerde kendini yetiştirmeye çalışan öğrencilere, ve gelecek nesillere üzülüyorum. Buna müdahale edemezsek AKP akademisi bu nesilleri hızla çürütecek, bilimden uzaklaştıracak, sadece sermayeye hizmet eden uşaklar haline getirecektir. Yıllardır üniversitede çalışan biri olarak üzülerek zaten mevcut eğitim sisteminden üniversiteye gelen öğrenci profilinin her geçen yıl daha da düştüğünü söylemek zorundayım. Şimdi ise artık bu profili yükseltecek donanıma sahip bir akademiden de bahsedemiyoruz.

Kendime bir pay çıkarmak için söylemiyorum. Ama bu konuda bir tevazuyu da anlamsız buluyorum. Sadece benim gibi yolun başında, henüz doktorasının tamamlamamış bir araştırma görevlisinin kişisel dosyasını bile alanımdaki yardımcı doçent ve hatta bazı doçentlerle kıyasladığınızda nicelik ve nitelik bakımından önemli bir fark görebilirsiniz. Bunu bir övünç kaynağı olarak değil, acınası bir tablonun sonucu olarak görüyorum.

AKP Türkiye’sinin akademisi içler acısı bir durumdadır. Bunu örneğin, her akşam yandaş TV kanallarında işleri güçleri hükümete yalakalık yapmak olan “akademisyen”lere bakarak görebilirsiniz. İki kelimeyi bir araya getiremeyenlerin isimlerinin başlarında Profesör unvanları görmeye alışmadık mı? Bilimi inkar edenlere, insanlara okumamayı öğütleyenlere, cahillik güzellemesi yapan yobazlara “akademisyen” sıfatı verilmesine alışmadık mı? Normal şartlarda apartman yönetmesine bile izin vermeyeceğimiz heriflerin Rektör olarak atanmalarına alışmadık mı?

Alışmamalıyız. Alışırsak yok oluruz. Üniversite asla vazgeçemeyeceğimiz bir mevzidir. Çünkü biz bilime inanıyoruz. İnsanlığın ancak bilimle gelişebileceğine inanıyoruz. Doğayı ve insanı ancak bilimle anlayabileceğimize inanıyoruz. İnsanca bir yaşam için bilime muhtacız. Ve bugün bilim kurumları, bilim insanları büyük bir saldırı altında. Eğer burada bir savunma hattı kuramazsak, gerçekten yok olacağız. Bu mesele entelektüellerin meselesi değil. Dünyanın düz olduğunu savunan birisine uzay araştırmalarının gerekliliğini açıklayamazsınız. 9 yaşında bir kız çocuğuyla evlenebileceğini düşünen birisine insan haklarından bahsedemezsiniz. Diktatörüne ölümüne itaat eden birisine bilimsel eğitimi, kapanmayı, ikinci sınıf insan olmayı, ezilmeyi dinen doğal kabul eden bir kadına özgürlüğü, fakirliğin ve zenginliğin bir kader olduğunu, buna boyun eğmenin Allah’ın emri olduğunu kabul eden birine eşitliği anlatamazsınız.

Bunun için bilim yaşamsaldır. Hava kadar, su kadar ihtiyaçtır. Asla gericilere teslim edemeyiz. Bizim kişisel hikayelerimiz gerçekten önemsiz ama tarihe not düşmek adına söyleyeyim; hayatım boyunca emeği, bilimi, sanatı, eşitliği ve özgürlüğü savunmaktan başka bir şey yapmadım. Yaptığım hiç bir şeyden utanmadım. Doğru bildiğimi yapmaktan da asla vazgeçmeyeceğim.

İyi ki yıllarca aynı mekanda yan yana çalıştıkları meslektaşları ihraç edilip odalarını boşaltılırken odalarına saklanan, gözlerini kaçıran korkak “akademisyen”lerden olmadık.

İyi ki unvan için, makam için üç-beş kuruşa tamah eden, el pençe divan duran “akademisyen”lerden olmadık.

İyi ki bilimi inkar ederken kendisini dev aynasında gören, cahil okumuşlardan, sahte “akademisyen”lerden olmadık.

İyi ki öğrencisine, meslektaşına, halkına yalan söyleyen “akademisyen”lerden olmadık.

İyi ki ‘salla başını al maaşını’, ‘bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın’cı memur “akademisyen”lerden olmadık.

‘Keşke’miz yoktur. Bu da bizim gururumuzdur. Nerede bir haksızlık varsa orada olduk. Güçlüye boyun eğmedik, haklıya siper olduk. Doğru bildiklerimizi kimseden saklamadık. Gerçekleri öğrencilerimize, halkımıza anlatmak için çabaladık.

Bundan sonrası biraz kişisel ve belki biraz klişe olacak ama söylemeden geçmeyeyim. 34 yaşıma geldim. Bir dikili ağacım olmadı. Ama bu süreçte gördüm ki, çok insan, çok dost biriktirmişim. Ne mutlu bana ki çok gönüle sevgi tohumu ekebilmişim. Onlarca destek, sevgi ve dayanışma mesajı aldım. Dayanışma gösteren tüm öğrenci arkadaşlarıma, dostlara, yoldaşlara selam olsun.

Bu vesileyle, KHK’lıların simgesi haline gelen Nuriye ve Semih hocalarıma da sevgilerimi iletiyorum. Onlar cesaret ve onurun bu topraklardaki adıdırlar. Kalbim onlarla atıyor.

Hiç şüphe yok; hesabımız mahşere kalmayacak. Bir gün mutlaka kazanacağız!