Tülin Tankut yazdı: İlerici Kadınlar Derneği'nin çağrısına kulak vermeli

İlerici Kadınlar Derneği (İKD), Pazar günü saat 13.00’de Kozzy Kültür Merkezi’nde 2. Genel Kurul Konferansı'nda buluşuyor  

Tülin Tankut yazdı: İlerici Kadınlar Derneği'nin çağrısına kulak vermeli

İlerici Kadınlar Derneği’nin, 7.10.2018 Pazar günü, saat 13.00’de İstanbul Kozyatağı’ndaki Kozzy Kültür Merkezi’nde gerçekleştireceği 2. Olağan Genel Konferansı’nın açıklama metni, ne eksik ne fazla dedirtecek olgunlukta olmasının yanı sıra, metne ilişik çağrısıyla da dikkat çekiciydi. İlk çağrı: “İlerici, emekçi, yurtsever bütün kadınları geleceği kazanmak için örgütlü mücadeleye çağırıyoruz.” İkincisiyse, kadınların homojen bir kitle olmayışının farkındalığıyla yapılmış daha kapsayıcı bir çağrıydı: “Ne krizin faturasını ödeyeceğiz ne de bize dayattıkları karanlığa mahkum olacağız, diyen bütün kadınları” Konferans’a çağırıyordu.

Çağrıdan esinlenerek, günümüz koşullarında kadınların sınıfsal konumları arasındaki açının fazlasıyla açıldığını vurgulamak gerekir. Nitekim, “Biz kadınlar engeller yüzünden tüm kapasitemizi gerçekleştiremiyoruz” diye yakınıyoruz. Aynı şekilde, “Ekonomi, hukuk, siyaset, teknoloji, silah üretimi v.b. konularda karar alınırken bizim fikrimiz sorulmuyor. Buna karşılık yükümlülükler altına sokuluyoruz.” (Eh, oy kullanıyoruz ya!!!). Kadınların savaşlarda adları yalnızca kurbanlar olarak geçiyor. Anneler şehitlerine ağlıyorlar. Dildeki cinsiyet ayırımcılığıysa çok yaygındır. Cinsel imalarla yüklü dil, erkeklere hitap eder. Şiddet içeren kavramlar, söylemler, atasözleri, tekerlemeler kadın bedenine yönelik şiddeti barındırır; sözel şiddet, fiziksel şiddeti de güçlendirir. Örneğin, cinsiyet ayrımcı eğitim, medyanın da azımsanamayacak etkisiyle, kitlelerce öylesine içselleştirilmiştir ki; kadınlar da tıpkı aile, okul, din v.b. kurumların ideolojik aygıtları gibi iş görebilir ve kadının kendini sömürülen, ezilen bir cins olarak algılamasını engelleyici işlere katılabilirler. (Örneğin, rahatlıkla, “kızlar, üniversiteye koca bulmaya gidiyor” korosuna destek verirler.)

Kadınlar sınıfsal konumları ile değerlendirildiğinde ise bütünlüklü olarak “Biz” diyemeyeceğimiz başlıkların en başında yoksulluğu sayabiliriz. Yoksulluk, tarih boyunca sınıflı toplumda kadınların hiç ortak sorunu olmamıştır. Ancak toplumdaki eşitsizliği derinleştiren neoliberal politikalar yüzünden yıllardır yoksullukta kadınlar başı çekmektedir. Sosyal yardımlardan en çok yararlananlar onlardır. Gündelik ihtiyaçlara yönelik bu “yardımlar” geçicidir, yetersizdir. Üstelik yardıma muhtaç konumu, yoksulluğu yeniden üretir ve kadınların bağımlılık konumunu pekiştirir.

Kadın yoksulluğu, kadın iş gücüne talep neden giderek azalıyor, sorusunu da beraberinde getirir akla. Buna neden olarak uzun çalışma saatleri, vardiyalı çalışma, kadınların evliliğe olan ekonomik bağımlılığı yüzünden işe ara vermeleri v.b. sorunlar gösterilir. Ama bunlar nedenden çok sonuçtur! Kadını eve çekmek; iş gücü maliyetini (kocanın üretime ücretsiz hazırlanması) ve çocuk yetiştirme, hasta, yaşlı, engelli bakımının maliyetini düşürür. Böylece kadının sırtından azaltılan maliyetler sayesinde emek gücü piyasasında ucuz iş gücü sağlanır. Kadınları ev kadınlığına yazgılı kılan işte sermayeye olan bu ekonomik katkılarıdır!

Türkiye, bu konuda tek ülke değildir. Küresel ekonomi; uluslar arası para fonu (IMF), Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü v.b. kuruluşlarla yönetildiğinden, devletlerin yabancı yatırımcıları çekmek için bu kuruluşlara eli mahkumdur. Dolayısıyla emeğin pazarlık gücü azalmaktadır. Şirketlerin gücü karşısında yasal uygulamalar yetersiz kalabilmektedir.

Çözüm? Neoliberalizmden önce, yasaların işlerliği, emeğin gücünü artırıyordu. Çözüm, gene örgütlü emeğin gücünün artırılmasındadır. Tabii, öncelikle kadınlara sigortalı istihdam yaratılması için yetkililerin harekete geçirilmesi sağlanmalıdır. Ancak bu pek kolay değildir. Güvenceli iş, sosyal haklar, ve sendikal örgütlenmenin gerilemiş olması, kadın örgütlerinin çalışmalarını da zora koşmuştur. Neoliberal politikaların var olan haliyle sürdürülmesine ses çıkarmayan kadınlarsa çoğunluktadır. Oysa ev kadınlarının, zamların yarattığı sıkıntıyı göğüslemekte çok zorlandıkları ortadadır.

Ama “biz”, milyonlarca ev kadını, geçmişte olduğu gibi, ellerde tencere, tava, zamlar karşısında demokratik hakkımız olan gereken tepkiyi gösteremedik. Tabii, bunun için halktan gelecek destek de belirleyicidir. Yapılması gereken, ev kadınlarının hükümetler karşısında güçlendirilmesidir. Ama en temel demokratik hakları kullanma girişimi bile güvenlik güçlerinin müdahalesiyle karşılaşabiliyor. Ayrıca dine dayalı ataerkil güç de kadınları korkutuyor. Bu olasılıklar onları çekingen davranmaya itiyor. Dolayısıyla kadınlar arasında artan yoksulluk ve buna bağlı şiddet, neoliberalizm koşullarına uygun, yeni muhalif örgütlenme modellerine duyulan ihtiyaca işaret ediyor. Aranan sıradan bir kadının bile korkmadan katılabileceği bir model… Sözgelimi kadınlara yönelik şiddete karşıyız ortak paydasında yığınları bir araya getirmek için örgütlülük esas olmalıdır.

Küreselleşme (yeni emperyalizm) yeni sömürü ve baskı mekanizmaları yarattı. (Kayıt dışı, sığınmacı ve göçmen sorunları kimin marifeti?). Emekçi kadınların güçlerini birleştirmesi artık kaçınılmaz oldu. Yasal, demokratik hakları kullanmak temelinde farklı, bölünmüş muhalifleri dağınıklıktan kurtarmak mümkün görünüyor; yeter ki her muhalif kimlik kendini güvende hissetsin, dışlanmasın.

Kadın hareketlerinin mücadelelerindeki en güçlü dayanağıysa laikliktir. İslam coğrafyasında dini referanslı toplumsal yaşamın kadınlar üzerindeki baskısını bilmeyen var mıdır? Müslümanlık, kültürel kimlik olarak kalamadığı için dine dayalı geleneklerin sorgulanması akim kalmıştır. Soldaki kadın hareketlerinden beklenen, yaygınlığı nedeniyle din sömürüsüne karşı verilen mücadelede sınıf perspektifini öne çıkararak başörtülü-başörtüsüz kadın ayrımını geriye itmek ve emekçi kadınların sorunlarının gerçek anlamda sorgulandığı, kalıcı çözümlerin araştırıldığı tek adres olan harekete katılmaları için destek vermeleridir.

Kendi adıma kadınların, kadın örgütlerine güvenmelerini çok önemli görürüm.

Sonuç olarak, sorun sistemden kaynaklandığına göre, gerçek çözüm yolunu da  sistem dışında aramak zorundayız.

Pazar günü tüm çağrılılarla, saat 13.00’de Kozzy Kültür Merkezi’nde buluşmak dileğiyle.