Tülin Tankut yazdı: Çocuk edebiyatımızın okur konusundaki sorunları

"İnsanlığı bekleyen savaş, soykırım, çevresel felaketler, doğal kaynakların hızla yok oluşu… Çocuklarımızın geleceği açısından düşündürücü olan sorun şu: Teknolojiyi, kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirenlerden nasıl kurtarabiliriz?"

Tülin Tankut yazdı: Çocuk edebiyatımızın okur konusundaki sorunları

TÜLİN TANKUT

Çağımız teknoloji çağı… Görüntü yazının önüne geçti. Çocuklarımızı görüntü kuşatmasından nasıl kurtarabiliriz? Görüntünün yazıya önceliğinin engellenmesi için ne yapılmalı?

Eğer haber kaynaklarından edinilen bilgide abartı yoksa, dünyanın teknoloji merkezi ABD’deki “Silikon Vadisi” çalışanlarının ve üst düzey yöneticilerinin çocukları, teknolojinin girmediği okullarda eğitim görüyorlar. Kullanılan araçlar: Kağıt-kalem, tahta- tebeşir. Üstelik ABD sosyal medyanın, online oyunların da merkezi!

Bizse, biraz “yumurta kapıya gelince folluk arama” misali; denetimsiz internet kullanımının çocuğun zihin, beden ve ruh sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri üzerini yeni yeni sorun etmeye başladık. Çocuk ekran bağımlılığı yüzünden edebiyata da ilgi duymuyor. Ama toplumumuzdaki genel anlayışa uyarak biz bunu pek önemsemiyoruz. Derslerini aksatır kaygısıyla adeta onaylıyoruz. Sonra da, dilin iletişim aracı olarak işlevselliğini yitirmekte olduğundan yakınıyoruz. Aile içi tartışmalarda bunun rolü yok mu, konuşmalar neden şiddete dönüşüyor, üzerinde düşünüyor muyuz?

Peki, edebiyat insana gerçekten gerekli mi? Hele bu teknoloji çağında?

Yanıt kuşkusuz olumlu olacaktır; hem de edebiyatı sevmenin dışında, çağımızın pragmatist (yararcı) anlayışıyla. Kültür- sanat ve edebiyat alanında donanımı olan kişi, kendini daha iyi ifade eder. Karşısındakini ikna etmekte daha başarılıdır. Kimi zaman bir şiir dizesi, bir romandan bir cümle, upuzun konuşmalardan daha etkileyici olabilir. Sağlıklı bir iletişim de şiddetin hiçbir türüne kapı aralamaz.

Gündelik yaşamdaki ilişkilerimizi dil aracılığıyla sürdürürüz ama dilin işlevi elbette ki bununla sınırlı değildir. Dil bize düşünme olanağı verir. Kitap okumak, dili ve düşünceyi geliştirmesi açısından önemlidir. Ama çoğu yetişkinin anadilini kullanamadığından, bir dilekçe yazarken bile zorlandığından yakınırız. Öte yandan toplum olarak, televizyon dilini kullandığımız için uzmanların eleştirilerine maruz kalırız. Çocuklarımızın ve gençlerimizin küresel kültürün bozduğu bir dili konuşmaları; zihin dünyalarının, bu kültürün biçimlendirdiği her türden ayırımcılığı besleyen önyargılarla dolu olduğu yönünde de eleştiriler alırız.

Uzman görüş, eğitim sistemimizin nitelikli okur yetiştirmediğine de dikkat çekmektedir. Gerçekten de bilgi aktarmakla sınırlı kalmış, öğrencide felsefe, sanat, edebiyat v.b. alanlarla ilgilenmesi için heves uyandırmaktan uzak bir eğitim sisteminin, içinden geçmekte olduğumuz çağın gereksindiği bir eğitim sistemi olduğunu söyleyebilir miyiz? Artık öyle bir noktaya geldik ki, hükümet yetkilileri bile, kamuoyunun da eğitimi denetleyici tutumu sayesinde, çok yönlü reform çalışmalarına başlamak zorunda kaldılar.

Oysa okur sıradan biri değil, kitap gibi edebiyatın bir bileşenidir. Okura sunulacak nitelikli kitapsa en başta dilde belli eder kendini: Gündelik dil, yazınsal (edebi) dil aynı değildir. Kitabın edebi değeri, onu eğlencelik, didaktik, ideolojik v.b. edebiyat dışı yayınlardan ayırır. Nitelikli kitabın gerçekliğin kavranmasında da diğerleriyle arasında fark vardır; nitelikli kitaptaki derinliğine kavrayışa karşılık diğerleri sığlıktan kurtulamamıştır. Olayları ve olguları, sözgelimi savaşın dehşetini ya da insana dair duyguları, nitelikli edebiyat yapıtları yaşatır bize. Üzerimizde adeta kişiliğimizi sarsan bir etki bırakır.

Ancak yaratıcılığın yerini arz ve talebin aldığı tüketim toplumunda tüm kitaplar birlikte satışa sunulur. Popüler olanlarda zararsız konular; örneğin prenses, kurtarıcı figürleri, yüzeysel bir çevrecilik v.b. işlenir. Bunlar kadar masum olmayanları da unutmayalım. Denetim mercii olan Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) Talim Terbiye Kurulu’ysa denetim zafiyetiyle malûl izlenimi vermektedir; kurulun okullara tavsiye ettiği, ücretsiz gönderilen kitaplara bakılınca…

Çocuk, bu tür yeterince denetlenmemiş yayınlar karşısında savunmasız kalıyor.

Neyse ki, 90’lı yıllardan itibaren çocuk edebiyatımız hızla gelişirken üniversitelerimizde bu alan için araştırma bölümleri açıldı; ebeveyn ve öğretmenleri uyarıcı nitelikte çalışmalar yapılmaya başlandı. Bir kitabın okunabilirlik ilkeleri pedagojik ölçütlere dayanılarak inceleniyordu; örneğin dilbilgisi, basım (sayfa sayısı, punto, cümle uzunluğu v.b) teknik konuların yanı sıra konu ve kişilerin seçimi; yazınsal değer taşımayan salt ideolojik gereksinimleri karşılamaya yönelik kitapların ayrılması v.b.

Uzmanların saptamalarına kısaca değinmek gerekirse; okul öncesi kitaplarında yazıyı azaltıp görsel dile (resim dili) ağırlık vermek, öyküyü çocuğun imgelem gücüne bırakmak açısından yarar sağlar. Çocuk böylelikle içeriği resimlerden, doğallığı içinde, kendi başına algılar. Yazılı açıklamaysa çocuğu yönlendireceğinden görsel dilin etkisini azaltır. Başka bir deyişle öyküyü resimler anlatmalıdır. Ayrıca zamane çocuğunun, ekrandaki görsel imgelere alışık olduğundan resimlere ilgi duyacağı açıktır.

Öte yandan çocuğun imgelem dünyası genişledikçe yorum yapma yeteneği artar. Fantastik edebiyat çocuğun düş gücünü ve yaratıcılığını harekete geçirir. Ama burada gerçeklikten bütünüyle kopmak söz konusu değildir; yaşamdaki çatışmalar fantastik karaktere devredilmiştir; onun başına gelenler, olumlu ya da olumsuz, çocuk okurun gerçek yaşamına gönderme yapar.

Ancak ileri teknoloji televizyonuyla, internetiyle, bir imge enflasyonuna yol açarken başta fantastik edebiyat olmak üzere edebiyata zarar veriyordu. İmge bombardımanı altında bilinç; gereksiz, yararsız bilgiyle dolup taşıyordu. (Aslında hâlâ çocuk büyük hepimiz imgelerin kuşatması altındayız.) Piyasayı, fantastik edebiyatın tersine, Batı kültürüne özgü büyü, sihir, sır v.b. metafizik ögelerle kurgulanmış, çizgi film karakteri gibi insani özü olmayan imgelerin doldurduğu kitaplar işgal etti. Neyse ki bu furya sırasında bile çocuk edebiyatımız kuşatmayı yarabilme gücünü gösterebildi.

Okul öncesinde kitap seçimine çocuğun ailesi karar verir. Çocuk ilkokulda yavaş yavaş kozadan çıkar. Doğayla ve toplumla ilişkilerini tanımlayacak bir alt yapıya sahip olur. Hem birey olma hem de toplumsallaşma isteği yoğundur. İşte çocuğun edebiyatla ilişkisi bu kritik dönemde devreye girer. Tabii, sanal dünyadan, “dijital oyunlar”dan fırsat kalırsa!

Günümüzde çocukların hayal gücünü harekete geçirecek bilim-kurgu kitaplar revaçtadır. Adı üstünde bilim-kurgu kurgusaldır ama gerçeklikten tümüyle kopmayan bir hayal gücünden ortaya çıkmıştır. Bilim-kurguyu edebiyata sokan, bilim dünyasına esin kaynağı olacak kitaplarıyla ilk akla gelen isim Jules Verne’dir. Dolayısıyla nitelikli bilim-kurgu kitapların zamane çocuğunun gereksinimlerini karşılayacağı açıktır.

Toplumsal yaşamdaki çalkantıların yansıması da çocuk edebiyatımızda konu çeşitliliğini artırmaktadır. Anne-babanın boşanması, kentleşme, çevre, engelli, “problemli” çocuklar, uyuşturucu v.b sorunlar… Bu durumda haliyle çocukluk kayboluyor, deniyor; çocuklarımız erkenden olgunlaşıyorlar. Kuşkusuz öğrencilerin ve çocuk yaşta işe sokulanların okul ve iş yaşamı dışında da bir yaşamları var. Olaylar kendilerini doğrudan etkilemese de olayların etkisini üzerlerinde hissediyor olabilirler. Dolayısıyla toplumumuzda iz bırakan olay ve olgulara da el atılmalı; tabii, çocuğun dünyasındaki düşlem boyutunu zedelemeden

Çocuk edebiyatımızdan beklenen, toplumsal değişimin gerisinde kalmamasıdır. Çağdaş toplumda çocuğun özgürlük arayışını destekleyecek kitaplara gereksinim var. Tabii, sanatın/edebiyatın üretimi için de özgür bir ortama…

Özgürlükten söz ederken şimdi aramızda olmayan, değerli yazar ve mizah ustalarımızdan Muzaffer İzgü’yü anmadan olmaz. “Mizah, güçsüzün güçlüye kullandığı silahtır” diyor ustamız ve elindeki bu silahı her zaman halkın yararına kullandığını ekliyor. İşin sevindirici yanı, mizahı seven bir toplum olduğumuz için mizah kitapları yayın dünyasında kendine yer bulabiliyor.

Özetle, geleneksel olarak basılı ortamdan elektronik ortama geçiş, olarak tanımlanan “Dijitalleşme”den kaçış yok. Dijitalleşen dünya kendi kültürel mekanlarını bile yarattı: “Dijital kütüphane, dijital müze”… Artık arkadaşlıklar bile sanal dünyada kurulmuyor mu?

Bir yandan da teknoloji yaşamımızı kolaylaştıracaktı; ancak kâr dürtüsüyle aldı başını gidiyor, diye hayıflanabiliriz. Peki, suç teknolojide mi? Konumuz bu değil ama temelde çocuk okuru ilgilendirdiğinden burada bir parantez açmakta yarar var: Teknoloji sayesinde bir cep telefonu, kullanıcısının tüm ihtiyaçlarını karşılıyor; ama eldeki iş görüyorken yeni modellere kapılmadan edemiyorsak aşırı tüketim suçuna biz de iştirak etmiş olmuyor muyuz?

Emperyalist ülkeler arasında rekabet sertleşirken geleceğe yönelik distopyalar üretenlere de katılmamak elde değil! İnsanlığı bekleyen savaş, soykırım, çevresel felaketler, doğal kaynakların hızla yok oluşu… Çocuklarımızın geleceği açısından düşündürücü olan sorun şu: Teknolojiyi, kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirenlerden nasıl kurtarabiliriz?

Edebiyatımıza gelince; dijital kuşağın gerçekliğini göz önüne alarak, çağdaş dünya ile kültürel bağlarını koparmadan kendini yenilemesi kaçınılmazdır.

Ancak edebiyattan beklenen, özgün diliyle toplumu sarsmasıdır, tıpkı geçmişte olduğu gibi. Bu yıl TÜYAP kitap Fuarı’nın teması da zor zamanlardan geçtiğimiz şu süreçte ayrı bir anlam kazanıyor: “Hayatı Edebiyatla Kuşanmak”

Edebiyatın gücü olası felaketleri engellemeye yetmez, biliyoruz. Ama onun birleştirici gücü de yok edilemez. Nitekim Nazım Hikmet’in “Kız Çocuğu” şiiri de neredeyse tüm dillere çevrilmemiş midir? “Çalıyorum kapınızı,/ Teyze, amca bir imza ver/ Çocuklar öldürülmesin/ Şeker de yiyebilsinler”