Tüccar siyasetin “babası” Demirel

Tüccar siyasetin “babası” Demirel

23-09-2018 12:55

Demirel ülkemiz burjuva siyasetinin temelini oluşturan piyasacı, muhafazakâr ve sol düşmanı bir siyasi geleneğin kurucuları arasında.

Gökmen Kılıç

Genç kuşaklar için Süleyman Demirel yalnızca klişe birkaç cümlesi ile hatırlanan sıradan bir sağcı olabilir.  Ama Türkiye siyasi tarihi açısından ise burjuva siyasetin her tonunu içinde bulabileceğimiz ve bugün nefes almaya devam eden bir anlayışın temsilcisidir.

Demirel ülkemiz burjuva siyasetinin temelini oluşturan piyasacı, muhafazakâr ve sol düşmanı bir siyasi geleneğin kurucuları arasında. Üzülerek söylemeliyiz ki, her yanından bayağılık akan bu siyasi gelenek Demirel tarafından ustalıkla halka yutturulmuş, devran öyle ya da böyle sürdürülmüştür. Bugün egemenlerin pervasızlığının temellerinde, Demirel ve onun gibilerin bıraktıkları siyasi miras bulunmaktadır.

Kasaba tüccarı siyaseti

Demirel’in hayatı Türkiye’de merkez sağ siyasetin neredeyse tüm gelişim sürecini kapsamaktadır. 1962 yılında Isparta’da başladığı siyasi hayatına 1964 yılında Adalet Partisi (AP) genel başkanı olarak devam etmiş ve hemen ardından yapılan Şubat 1965 seçimlerinde kurulan koalisyon hükümetinde önce Başbakan Yardımcısı, aynı yıl Ekim ayında tekrarlanan seçimlerde ise Başbakan olarak seçilmiştir.

Siyasi üslubu, söylemleri ve vaatleri karikatürize edilmiş bir film sahnesini aratmayacak kadar absürttür. Köylülük ile kentlilik arasına sıkışan üslubuyla, tam da esas oy tabanı olan kasabalıyı yansıtmaktadır. Anadolu’nun muhafazakâr ortalamasının temsil edildiği kasabalar, yoksul köylülükten farklı olarak tüccar sınıfının yaşadığı alanlardır. Tüccar kurnazlığının siyasi menfaate dönüştürüldüğü kasaba anlayışı Demirel’in sürdürdüğü popülist siyasetinin de temelini oluşturmaktadır.

Siyasete atılmadan önce ABD’li bir şirketin olan Morrison-Knudsen’in temsilciliğini yaptığı için kendisine takılan “Morrison Süleyman” lakabı bu açıdan hiç tesadüf değildir. Demirel’in tüccarlık geçmişi, kendinden sonra ülkeyi yönetenler için de ilham kaynağı olmuştur. Tarih boyunca sağcı gelenek, siyaseti ve ticareti aynı heybede taşımakta hiçbir beis görmemiştir.

Siyasetin sığ bir faydacılıkla ile buluşmasının en tipik örneğini Demirel’in kırk yıl süren aktif siyasi yaşamının her aşamasında görebiliriz. Bu açıdan hazırcevaplık ve kurnazlık kendi içinde takdir gören bir meziyet olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle seçim dönemlerinde halka verilen vaatler ve atılan palavralar hiçbir zaman gerçekliğe ulaşmaz.  Dün söylenenin bugün unutulduğu, “dün dündür, bugün bugündür” sözü ile hafızalara kazınmıştır. Erzurum depreminde kendi mühendisliğini yaptığı bina yıkıldığında “O bina 35 yıl ayakta durdu diye kimse takdir etmiyor da “niye yıkıldı” diye herkes eleştiriyor.” diyecek kadar da pişkindir.

Demirel: Anti-komünizm ve emek düşmanlığı

Soğuk Savaş yıllarında Demirel’in yürüttüğü siyaset belirgin bir biçimde sol düşmanlığı üzerinden ilerler. ABD politikalarının yılmaz savunucusu olan Demirel 1969-1979 yılları arasında 5 kez daha hükümet kurar. Kuşku yok ki, iktidarda kalıcı olmanın emperyalizmle iyi ilişkiler kurmaktan geçtiğine inanan Demirel, Menderes’in Türkiye’yi “küçük Amerika” yapma planlarını da sürdürmektedir.

ABD’nin istediği, sol ve emek düşmanı politikalar AP’nin de içinde bulunduğu Milliyetçi Cephe hükümetleri (1975-1977) eliyle uygulanır. 12 Mart Muhtırasının ardından sokakta devrimcilere yönelik sistematik şiddet eylemleri devam ederken, burjuva siyaset alanı da sola karşı ortak bir zemin yaratma arayışındadır. Denizlerin idamı da bu Amerikancı planın bir parçasıdır. Denizlerin idamı için yapılan meclis oylamasına Demirel’in AP’si “evet” oyu verirken, Demirel Menderes’e gönderme yaparak “üçe üç” diye bağıracak ve Denizlerin idamına onay verecektir.

Tim Amerikancılığına karşın Türkiye sermaye sınıfının ve emperyalizmin programının uygulanması için şartlar gerektirdiğinde “şapkasını alıp gitmesini” de bilmiştir. Başbakanlık Müsteşarlığı’na getirdiği Turgut Özal tarafından açıklanan 24 Ocak Kararları 12 Eylül darbesi ile bütünüyle uygulamaya girdi. Kendisine getirilen siyaset yasağını “Bir Bilen” sıfatıyla aşmaya çalışan Demirel darbeye giden dönemde ise en çok “Bana kimse, “Sağcılar adam öldürüyor” dedirtemez!” sözüyle hatırlanacaktır.

Yeğenden Çağlar’a aile fotoğrafı

Kendisi çocuk sahibi olmasa da akrabaları ve himaye ettiği patronlar ile verdiği “aile fotoğrafları” her zaman akıllardadır.

1975 yılında kardeşinin çocuğu Yahya Kemal Demirel’in adı hayali mobilya ihracatı yaptığı iddiasıyla gündeme geldi. Yurt dışına mobilya yerine sunta gönderdiği, devletten haksız vergi iadesi aldığı ortaya çıktı. Yahya Demirel kısa bir süre de cezaevinde yattı. Böylece “hayali ihracat” kavramı da hayatımıza girmiş oldu.

Çeyrek yüzyıl sonra Çankaya Köşkü’nde 1999’da çekilen ünlü aile fotoğrafında ise Demirel başbakan olduktan 6 ay sonra 1992 Mart ayında KKTC’de banka satın alan, hemen ardından Halk Bankası’ndan bankasına kredi çıkartılan, 1994’te bankası batan Egebank’ın içini boşaltan Yahya Murat Demirel’in de annesi Şefika Demirel, İnterbank’ı kurduğu paravan şirketlere kaynak aktarmada kullanan Cavit Çağlar, adı pek çok arsa spekülasyonuna karışmış kayınbiraderi Ali Şener ve Alaattin Çakıcı’nın devreye girdiği Türkbank ihalesi, naylon fatura, hayali ihracat ve Bayındırbank’ı boşaltan Kamuran Çörtük yer alıyordu.

Bu, elbette, Türkiye’de sağ siyasette pek çok örneğini gördüğümüz “hanedan”ların sadece birisi.

Hamaset üstadının mirası

Bugün bazılarının “devlet adamı” diye andığı boğazına kadar yolsuzluğa batmış, “Türkiye’de üs yok, tesis var” diyecek kadar Amerikancı, “Çorum’u bırak, Fatsa’ya bak!” diyecek kadar halk düşmanı bir siyasetçiydi Demirel.

Sağa kayan Türkiye siyasetinde CHP’nin parlattığı ve AKP döneminin “vasatlığına” karşı kör ölür badem gözlü olur misali Demirel’in gerçekte kim olduğunu akıldan çıkarmamak gerekiyor. Zaman zaman “28 Şubat” döneminin Cumhurbaşkanı olması nedeniyle sağın “günah keçisi” yapılmak istense de Süleyman Demirel’in, üstadı olduğu boş sözler söyleme becerisinden çok, Menderes’in açtığı yolun ilk mirasçısı olarak, memleketin bağımlılığının, geri kalmışlığının ve içinde debelendiği karanlığın en önemli sorumlularından biri olduğunu dile getirmek gerekiyor.