Sosyalist partilerden seçim sonuçları için açıklama

Sosyalist partiler, 24 Haziran seçimlerinin sonuçlarına ilişkin açıklama yaptı.

Sosyalist partilerden seçim sonuçları için açıklama

Sosyalist ve komünist partiler, 24 Haziran’da gerçekleşen seçim sonuçlarına ilişkin değerlendirmelerini açıklama yaparak duyurdu.

Açıklamalar şöyle:

TKH: Hesap siyaseti kaybetti, hesap sorma siyaseti kazanacak

Türkiye Komünist Hareketi (TKH), açıklamasında özellikle seçimlerin gayrimeşruluğuna vurgu yaparken, düzen muhalefetinin ve sahte solun seçimleri meşrulaştırdığını ifade etti. Açıklamada matematik hesaplarına sıkıştırılan siyasetin bir karşılığı olmadığının altı çizilirken, AKP’yi yenecek tek gücün devrimci siyaset olduğu ifade edildi. Seçimlerin asıl kaybedenin düzen muhalefeti olduğu belirtilen açıklama şu şekilde:

“AKP’yi yenecek tek güç devrimci siyaset, sosyalist program ve emekçi halkın örgütlü gücüdür!

Hesap siyaseti kaybetti, hesap sorma siyaseti kazanacak.

Bugünün kaybedeni düzen muhalefetidir, yarın emekçilerin mücadelesiyle kazanılacaktır!

AKP’yi yenecek tek güç devrimci siyaset, sosyalist program ve emekçi halkın örgütlü gücüdür!

24 Haziran, AKP ve MHP eliyle çok önceden hesaplanan, tezgahlanan ve hazırlanan bir korsan seçim olarak emekçi halkımıza dayatılmıştır. Referandumun meşruiyet sorunu ortadayken, AKP ve MHP eliyle dayatılan bu korsan seçim, emekçi halkın iradesinin gasp edilmesinin bir yöntemi olarak düşünülmüş, bütün iplerin gerici iktidarın elinde olduğu OHAL koşullarında hayata geçirilmiştir. Kimse, seçimlerde yaratılan havaya bakarak, bu korsanlığın, dayatmanın ve hukuksuzluğun üzerinin örtülmesine izin vermemelidir. Seçim sonuçları, düzen muhalefetinin ve sahte solun bütün meşrulaştırma girişimlerine ve umut tacirliğine rağmen, emekçi halkımıza dayatılan bu korsanlıkla elde edilmiştir.

24 Haziran seçimi, bizzat sermaye devletinin arkasında durduğu ve AKP gericiliği tarafından planlanan bir dayatma olarak halkın iradesi ve geleceğinin çalındığının resmidir.

Biliyoruz ki, ülkemizin ilerici toplumsal birikimi ve işçi sınıfı potansiyeli devrimci bir seçenek altında birleşmek kaydıyla bütün bu hesapları yenebilecek güçtedir. Ancak bu güç, sahte sol ve düzen muhalefeti tarafından bir kez daha düzen kanalına akıtılmış, AKP’nin korsan seçimine ve başkanlık rejimine geçişe meşruiyet katacak bir oyuna dönüştürülmüştür. Bugün düzenin sahte solunun ve muhalefetinin, «AKP’yi geriletmek» adıyla kurduğu oyun çökmüştür. Emekçi halkımız, bir kez daha bu gerçeği görmeli ve özünde Erdoğan’ın başkanlığının yolunu açan umut tacirlerine güvenmenin maliyetiyle yüzleşmelidir.

Siyaseti bir kenara bırakıp aritmetikle Meclis çoğunluğu hesapları yapanlar halkımıza yalan söylemiştir. Meclis’te AKP-MHP gerici-faşist koalisyonunun geriletilmesi mümkün olmamış, tersine gerici AKP ve MHP’nin yanına bir başka faşist partinin eklenmesi sağlanmıştır. Düzen solunun “hesapları”, AKP diktasından kurtulmak adına başkanlık rejimine meşruiyet katmak ve Meclis’in daha da sağcılaşmasının önünü açmak dışında bir sonuca ulaşmamıştır.

24 Haziran seçimleri sağın sağla yarışından başka bir şey olmamış, sağı sağla geriletmek gibi garabet bir durum ülkemize muhalefet olarak pazarlanarak bugünkü sonucun yolu döşenmiştir. Sağın sağla geriletilemeyeceği bir kez daha ve açıkça ortaya çıkmıştır.

«Erdoğan’ı başkan yaptırmayacağız» diye yola çıkanlar, bu korsan seçime katılarak Erdoğan’ı el birliği ile başkan yapmışlardır. 24 Haziran seçimlerine büyük anlamlar yükleyerek, emekçi halkımızı korsan seçim oyunun bir parçası haline getirenler, başkanlık rejimine meşruiyet katma konusunda en büyük paya sahip olmuşlardır.

Yine aynı şekilde HDP’nin barajı geçmesi, AKP-MHP ittifakının geriletilmesine yol açmamış, Erdoğan başkan olurken gerici-faşist güçler de Meclis’te çoğunluğu sağlamış, kurulan bu denklem büyük bir demagojiden ibaret kalmıştır. Ülkemizin devrimci, ilerici, cumhuriyetçi, yurtsever ve emekten yana birikiminin temsiliyeti «AKP geriletilecek» yanılsamasıyla bir kez daha HDP siyasetine yama edilmeye çalışılmıştır. Bugün HDP’nin Meclis’te bulunması sağcı bir rejimde “demokrasi süsü” olmaktan öte bir anlam taşımamaktadır.

Sosyalist ve devrimci güçlerin temsil edilmediği gibi, yeni rejimin meşruiyetini onaylatma hamlesi olan 24 Haziran seçimlerinde bağımsız aday politikası da, korsan seçimin mezesi olmak dışında bir anlam ifade etmemektedir.

Bu seçimlerin kaybedeni bizzat bakkal hesaplarıyla seçim politikası yürüten düzen muhalefeti ile sahte soldur. Meclis’in öneminin daha da azaldığı bir süreçte, milletvekili aritmetiği üzerine büyük umutlar yaratarak gerici sermaye düzenine ve AKP rejimine meşruiyet katan umut tacirlerinin maliyeti ortadadır. Bu maliyet ise emekçi halkımıza ve ülkemize çıkarılacaktır.

Ülkemizin ilerici, cumhuriyetçi, yurtsever ve emekten yana toplumsal birikimi büyük bir güçtür. Yeter ki bu güç derlenip, devrimci bir siyaset, sosyalist bir program ve örgütlü bir güçle ayağa kalksın!

Bugün sosyalistler bu sorumlulukla her zamankinden daha fazla karşı karşıyadır. Sosyalizmin bağımsız siyasal hattının ortaya çıkması, işçi sınıfının ve emekçi halkımızın devrimci siyasal odağının yaratılması görevi bugün çok daha büyük önem kazanmıştır. AKP’yi yenecek yegane güç emekçi halkın örgütlü gücü, bu gerici sermaye diktatörlüğüne karşı başarının tek yolu da işçi sınıfının örgütlü mücadelesidir.

Partimiz, 24 Haziran seçimleri öncesi bu tabloya dair uyarılarını yapmış, düzenin karşısında mücadelesini sürdürürken başkanlık rejimine meşruiyet arayışlarının dışında durmuştur. Partimiz Türkiye Komünist Hareketi bu sorumluluğun bilinciyle mücadele görevini bundan böyle daha büyük kararlılıkla sürdürecektir.”

EMEP: Halkın yaşadığı sorunların kaynağı olan iktidar partileri, yarattıkları sorunları çözemez

EMEP’in yaptığı açıklamada, Erdoğan’ın iddia ettiği gibi “demokrasi şöleni” yaşanmadığı, aksine seçimlerin OHAL koşulları altında ve eşitsiz bir şekilde gerçekleştiğinin altı çizildi. Seçim süresince 5 kişinin hayatını kaybettiği hatırlatılarak, seçiminin meşruiyeti sorgulandı. EMEP’in açıklaması şöyle:

“Bugün halkın yaşadığı temel sorunların kaynağı olan iktidar partileri, yarattıkları sorunları çözemez.

Baskın bir kararla ilan edilen 24 Haziran seçimleri OHAL koşullarında, eşitsizliklerle, iktidarın medya tekeliyle, baskı ve kutuplaştırma siyasetiyle gerçekleşti. Bu bakımdan Erdoğan’ın, seçime katılım oranının yüksekliğine işaret ederek yaptığı, “demokrasi şöleni” tanımlaması gerçeği yansıtmamaktadır. Adil, özgür koşullarda, eşit propaganda olanaklarıyla sürmüş bir seçimden bahsedilemeyeceği gibi, “Cumhur İttifakı”nın tüm iktidar olanaklarını pervasızca kullandığı, diğerlerine baskıların fiziki saldırıya dönüştüğü, her şeyden önemlisi 5 kişinin yaşamına mal olarak kan bulaşan bir seçimin meşruiyeti tartışma konusu olmaya devam edecektir.

Sandık sonuçları Erdoğan’ın başkanlığına ve yeni rejime geçişe onay olarak sunulsa da halkın önemli bir kesiminin “tek adam yönetimi”ne razı gelmediği de görülmüştür.

Bugün halkın yaşadığı temel sorunların kaynağı olan iktidar partileri, yarattıkları sorunları çözemez. İşsizlik, yoksulluk, baskı ve şiddet politikaları ile savaş kışkırtıcılığının mimarı AKP ve müttefikleridir ve bu partilerin yöneteceği sistemde bu uygulamalar katlanarak artacak, yakıcı sonuçları tüm halkın yaşamını etkileyecektir.

Erdoğan’ın liderliğinde geçişi planlanan “tek adam yönetimi”ne dayanan başkanlık sistemi, tekelci sermaye sınıfının çıkarları doğrultusunda inşa edilen bir siyasal rejimdir. Birikmiş dış borçların ödenmesi dahil ekonomideki kötü gidişatın faturasının halka ödettirileceği, acı reçete uygulamalarının dayatılacağı, bu zorlu süreçte baskının artacağı da görülmektedir. Nitekim TÜSİAD seçim açıklamasıyla yürütmeye reform ve vergiyi tabana yayma görevini vermiştir. Siyasi iktidar halk desteğini saldırı politikalarına dayanak yapmaktan şimdiye kadar kaçınmamıştır, bundan sonra da tersini yapacağının garantisi yoktur. İşçi sınıfı başta olmak üzere tüm toplumsal kesimlerin çalışma ve yaşama koşullarının daha kötüleşeceği bugünden görünmektedir. Ancak bu baskı politikaları; grev yasakları, zamlar, demokratik hak ve özgürlüklerin kısıtlanması, içeride ve dışarıda savaş kışkırtıcılığı gibi politikalar aynı zamanda iktidarın açmazlarını daha da artıracaktır.

Seçim süreci “Cumhur İttifakı” “yerli ve milli” ilan edilerek, bu bloğu desteklemeyenler ise terörist olarak yaftalanarak örgütlendi. HDP ve “Millet ittifakı” partilerinin seçim çalışmalarının açık saldırıya maruz kaldığı bir seçimin sonuçları demokratik bir seçim sürecinde alınmamıştır. Bu anti demokratik tutumun seçim süreciyle sınırlı kalmayacağının, yeni siyasal rejimin inşa sürecinde de devam edeceğinin işareti Erdoğan’ın demeçlerinde vardır.

Rejimi tekellerin ihtiyaçları ve çıkarları doğrultusunda yeniden yapılandıranlarla, halkın egemenliği için demokrasi, hak ve özgürlükler mücadelesi verenler, barış ve eşitlik isteyenler arasındaki mücadele seçimle sona ermemiştir. Dün olduğu gibi bugün de sürecektir.

Erdoğan’dan ve Cumhur İttifakından sorunları çözmesini bekleyen, iyi şeyler yapacakları umuduyla oy veren işçi ve emekçilerin, bunun ne kadar büyük bir yanılgı olduğunu görmesi ve bütün sınıf kardeşleriyle birlikte, kendi geleceği ve gerçek kurtuluşu için mücadeleye atılmasını sağlamak için partimiz üzerine düşeni kararlılıkla yerine getirmek için çalışacaktır.

Sandıktan çıkan sonuç ne olursa olsun, ekonomik, sosyal ve siyasal alanda gerçekleştirilecek, işçi sınıfı ve emekçilerin, tüm toplumsal kesimlerin çıkarlarını, çalışma ve yaşam koşullarını doğrudan etkileyecek, demokratik kazanımları, hak ve özgürlükleri hedef alacak saldırı politikalarına karşı, tek adam yönetimine karşı mücadelemiz sürecektir.”

ÖDP: Bu gerici düzeni kalıcılaştıramayacaklar, değiştireceğiz…

Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) yaptığı açıklamada 24 Haziran seçimlerinin Türkiye tarihindeki en adaletsiz seçimlerden bir tanesi olduğunu belirtirken seçimlerin OHAL koşulları altında ve devletin tüm kurumlarının ve imkanlarının seferber edildiğini belirtti. ÖDP’nin açıklaması şöyle:

“Türkiye tarihinin en adaletsiz seçimlerinden birisi daha yaşandı. OHAL altında gerçekleşen seçimlerde devletin tüm kurumları ve imkanları seferber edildi.

TRT ve iktidarın yörüngesinde tekelleşmiş medya düzeni tek yönlü bir propaganda yürüttü. Danıştay ve Yargıtay üyelerinden başlayarak, devletin tüm kadroları ve  kurumları AKP-MHP ittifakının propaganda aracına dönüştürüldü. Seçim sonuçlarının açıklanmasında ise her zamanki gibi AA manipülasyon işlevini gerçekleşti. AKP-MHP ittifakına Hayır diyen milyonlar bu seçimlerin ne adil ne de demokratik olmadığını biliyor.

Hükümetin ve yandaş sermayenin yarattığı tüm olumsuz koşullara karşın, aceleyle aldıkları baskın seçim kararına rağmen iki aydan kısa bir zaman içinde milyonlar harekete geçerek ülkenin kaderine sahip çıkma iradesi gösterdi. Sokaklarda ve sandık başlarındaki dayanışma ve direniş  demokrasi tarihimizde, geleceğe de taşınacak  özel bir yere sahip oldu.

Gençlerin ve kadınların en ön saflarda bulunduğu direniş gücü,  iktidarın tüm olanaklarına karşı bu ülkenin politik iradesinin ve özgürlük düşüncesinin asla teslim alınamayacağının ve istedikleri gerici düzenin kalıcılaşmasının başarılamayacağının en büyük kanıtıdır. Yarınlarımızın en büyük umut kaynağı da budur.

Her şeyden önce bu koşullar altında sokakları doldurarak neşeyi, sevgiyi ve umudu çoğaltanlar… Mücadeleyi büyütenler… Sandıklara omuz omuza sahip çıkanlar…. Gezi’den bugüne hep beraber bir tarih yazıyoruz ve  bu ülkenin kaderini değiştirerek tarihi yazmaya da birlikte devam edeceğiz…

***

OHAL’le, baskıyla, saldırılarla, tehditlerle, hakaretlerle AKP-MHP ittifakı ve Erdoğan kazanmış oldu (!) Unutulmamalıdır ki, toplumun en az yüzde 50’sinin Hayır dediği bir sistemle ve adaletsiz koşularda gerçekleşen seçimlerle kurulan bir iktidar, mutlak değildir.  Anti-demokratik ve oldu bittiyle “kazanılan” bir iktidarın ülkenin içine sürüklendiği derin krizi aşabilme kabiliyeti yoktur. Bugün zafer diye ilan edilen sonucun aslında bir Pirus zaferinden başka bir şey olmadığı kısa zamanda ortaya çıkacaktır.

Seçimin sonuçlarından birisi, AKP’nin tek başına iktidarını kaybetmesi, inisiyatifi iktidar blokunun diğer bileşeni olan MHP’ye kaptırmasıdır. Erdoğan’ın Başkanlığı da dahil olmak üzere süreç, MHP’nin merkezinde olduğu koalisyon olarak ilerleyecektir.

Erdoğan, Başkanlık koltuğuna bu güç kaybıyla birlikte artık daha fazla yıpranmış, yorgun ve gücü azalmış bir lider olarak oturabilmiştir. AKP-MHP ittifakı oy kaymasını daha çok  kendi içinde yaşayarak, sağ tabanı konsolide etmeye devam edebilmiş, bunda özellikle son haftalarda ortaya çıkan değişim ihtimali karşısında hissedilen derin korku da etkili olmuştur!

Erdoğan’ın Başkanlık yetkilerini MHP’ye dayanarak kullanabileceği bu ittifak kuşkusuz ki çelişkili bir birlikteliktir ve ilerleyen süreçte yeni sorunlar ortaya çıkacaktır. Egemenler arası güç dengelerindeki değişim nedeniyle AKP-MHP ittifakının geleceği sanıldığı gibi mutlak değil, pamuk ipliğine bağlıdır. 16 yıllık iktidarın paylaşılması süreci başladığında egemenler içerisinde pek çok gerilim ortaya çıkacaktır. Ayak sesleri duyulan ekonomik krizin AKP-MHP ittifakının hesaplarını altüst etmesi, Geçinemiyoruz diyen milyonlarca emekçinin bozuk düzene Hayır demesi iktidar blokunun ömrünü kısaltacaktır. Önümüzdeki dönemde, Türkiye 16 yıllık yıkımın biriken sonuçlarıyla birlikte ekonominin yanı sıra dış politikadada krizli bir döneme girilecektir.

***

Seçimler muhalefet hareketi için önemli imkanlarla birlikte bir yenilenme ihtiyacını da bir kez daha açık biçimde ortaya koymuştur. Solun yenilenme ve arınma ihtiyacı kaçınılmaz hale gelmiştir çünkü artık eskisi gibi rutinlere ve eğilimlere sahip bir siyasal alan bulunmamaktadır. Meclisin vitrin haline dönüştüğü bir siyasal alanda, örgütlenmenin merkezi halktır, emekçi sınıflarıdır.

Baskı, tehdit, yıldırma, saldırı, kısacası iktidarın korku iklimine karşı sokakları dolduran milyonlar, Gezi’den bu güne süren halkın devrimci direniş dalgasının büyüyerek sürdüğünü ortaya koymuştur. Gençlerin ve kadınların başını çektiği bu dinamik,  devrimci direniş potansiyelleriyle birleşerek ülkenin kaderinin değiştirilebileceğini bir kez daha ortaya koymuştur.

Muhalefet açısından en büyük eksiklik, bu dinamik  güçle birleşmeyi ve bu direniş potansiyelini alternatif bir toplumsal-siyasal güç olarak örgütlemeyi hedefleyenbir birleşik mücadelenin 24 Haziran sürecinde gerçekleştirilememiş olmamasıdır. Bu dalga sokaklara çıkacak kanalları bulmakla birlikte, özellikle de seçimin en kritik anında,  sonuçların açıklanmaya başladığı andan itibaren  önderlikten yoksun kalmıştır. Birleşik bir güç oluşturarak seçimlerde etkin bir pozisyon almamanın en önemli sonuçlarından birisi,  bu büyük direnme gücünü ve potansiyelini Parlamentodaki muhalefet hareketlerinin önderliğine mahkum etmek olmuştur.

Açık ki, Türkiye’de bugün toplumsal alanda dengeler, değişimden yanadır. Ancak bunun siyasal alana tam anlamıyla taşınması mümkün olmamıştır. Bunda, AKP-MHP faşist blokunun devlet olanaklarını kullanarak geliştirdiği baskı ile birlikte,  toplumsal alanda biriken değişim ve direniş enerjisini siyasal alana taşıyacak bir alternatif gücün yoksunluğu da önemli bir faktör olmuştur.

Bu koşullarda muhalefet hareketi açısından asıl sorumluluk, halka umut ışığı olacak solun bağımsız bir temelde, toplumsal alanda direnen toplum güçleriyle birleşerek alternatif bir siyasal güç merkezinin inşa edilmesidir. HDP etrafında birleşerek ya da CHP eksenindeki siyasetlere bel bağlayarak bu toplumsal birikimin siyasal bir güce dönüşmesinin mümkün olmadığı, bu şekilde mevcut dengenin değişmediği de ortaya çıkmıştır.

Toplumdaki direnme potansiyellerini birleştirerek, yoksul insanlarımızı da AKP pençesinden kurtaracak toplumsal-siyasal bir alternatifi yaratma doğrultusundaki mücadelemizi daha büyük bir kararlılık ve iradeyle sürdürerek, Türkiye’nin aydınlık geleceğine uzanacak bir yolu mutlaka açacağız.

Bu irade ve kararlılıkla, bu iki aylık kısa dönemde #TAMAM çağrısını sokaklara taşıyan tüm Hazirancılar başta olmak üzere AKP-MHP faşist blokuna birlikte direndiğimiz milyonları selamlıyoruz.  Daha fazlasını da birlikte, omuz omuza başaracağız!

Özgürlük ve Dayanışma Partisi, bu ana hatlardan hareketle, 7-8 Temmuz tarihlerinde gerçekleşecek Parti Meclisi toplantısı ile  önümüzdeki döneme ilişkin siyasi değerlendirme ve mücadele programını oluşturacak ve analizlerini kamuoyu ile paylaşacaktır.”

Halkevleri: Mutlaka TAMAMlayacağız, eşitliğin, özgürlüğün ülkesini kuracağız

Halkevleri açıklamasında seçimler sonrasında AKP-MHP ittifakının Meclis’te çoğunluğu yakaladığını belirtirken Türkiye’de yeni bir dönem açıldığını ifade etti. Halkevlerinin açıklaması şöyle:

“24 Haziran seçimi Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığını ilan etmesi ve AKP-MHP ittifakının Meclis çoğunluğunu kazanması ile sonuçlandı. Sosyalistler ve tüm demokrasi güçleri bakımından ayrıntılı değerlendirilmek zorunda olan bu sonuçla Türkiye’de yeni bir dönem açılmış oldu. Elbette ki neoliberal sömürge kapitalizminin ve devletin-rejimin krizlerinin bütün birikimlerini üzerinde taşıyan yeni bir dönem.

Erdoğan ve AKP sözcüleri, şaibeli 16 Nisan referandumundan aldıkları dersle, YSK verileri, sandık görevlisi-müşahit organizasyonları ve katılım oranını vurgulayarak 24 Haziran sonuçlarını “meşru” bir temele oturtmaya çalışmaktadır. Öncelikle açıkça söylenmelidir, 24 Haziran seçimleri demokratik bir ortamda adil ve eşit koşullarda gerçekleşmemiştir. OHAL sürecinde devlet zoru, tüm muhalefet dinamiklerinin, tüm halk örgütlenmelerinin karşısına dikilmiş, hukuksuz seçim düzenlemeleri yapılmış, medyanın hemen tümü Erdoğan-AKP iktidarının emrine alınmıştır. Bahçeli-Erdoğan ikilisi baskın seçimi ilan eder etmez medya ve tüm devlet olanakları, bürokratlar, kamu görevlileri, devlet bütçesi seçim sürecinde iktidar lehine seferber edilmiştir. Muhalefet görünmezleştirilmiş, seçim çalışmaları can kayıplarını da içeren saldırılar ve tehdit altında sürdürülmüştür. Selahattin Demirtaş cumhurbaşkanı adayı olarak kampanyasını cezaevinden yürütmek zorunda bırakılmıştır. Erdoğan tarafından HDP hakkında “Sandığa gömün” emri verilmiş, HDP önceki eş genel başkanları, vekilleri, çok sayıda belediye eş başkanı ve kadroları tutukluyken bu seçim sürecine girmiştir. Erdoğan, Bahçeli ya da partilerinin sözcüleri ne derse desin 24 Haziran seçimleri “tek adam rejimi”ne meşruiyet kazandırmak için kullanılamaz. Hangi “görünümde” karşımıza çıkarsa çıksın faşizmin dayandırılacağı herhangi bir “meşruiyet kaynağı” yoktur.

Tüm bu anti-demokratik, eşitsiz, adaletsiz koşullara ve tüm saldırılara rağmen eşitlik, özgürlük, barış ve insanca bir yaşam özlemiyle milyonlar 24 Haziran sürecinde de Erdoğan diktatörlüğüne karşı İzmir’den Diyarbakır’a, İstanbul’dan Van’a meydanları doldurmuş, seslerini duyurabilmek için alternatif medya kanallarını kullanmış, sandık güvenliği örgütlenmesi için seferber olmuştur. Sandığı da bir direniş merkezine dönüştürmüştür. Muhalefetin aldığı ve geçerli saydırdığı her bir oy bu muazzam emeğin ve dinamizmin ürünüdür. Bu dinamizm, omuz omuza mücadele duygusunu, barış içinde özgür yaşama isteğini de güçlendiren bir biçimde HDP’ye Fırat’ın Batısı’ndan 7 Haziran seçimlerindeki oranı da aşan bir desteği sağlamış ve HDP’nin önüne konulan baraj yıkılmıştır. Bu sayede AKP-MHP ittifakı Anayasa değiştirecek çoğunluğu kazanamamıştır.

24 Haziran sürecinde sokağa, sandık örgütlenmesine yansıyan enerji bu topraklarda bundan sonra da faşizme karşı direnişin, eşitlik, özgürlük, laiklik ve barış mücadelesinin manivelasıdır. Görevimiz, faşizme karşı mücadelenin halkın bağımsız çıkarlarını savunan bir sosyalist çizgi ekseninde örgütlenmesi, Türkiye halklarının tüm ilerici potansiyelinin, “kendisinden başka bir kurtarıcı beklemeyecek” bir biçimde özneleştiği bir halk örgütlenmesi içinde harekete geçirilmesidir.

Erdoğan’ın toplumsal desteğini oluşturan sağ tabanı konsolide etme yeteneğinin çözüldüğüne ilişkin öngörüler, HDP’nin barajı geçmesi durumunda AKP-MHP ittifakının Meclis çoğunluğunu kaybedeceğine dair kanaat ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci tura kalacağına dair beklentileri büyüten analizler doğrulanmamıştır. Bu durum sosyalistler açısından özellikle toplumsal gerçekliği değerlendirme referanslarını da gözden geçiren öz eleştirel bir değerlendirme yapılmasını da zorunlu kılmaktadır.

Açık ki Erdoğan’ın “başkanlığı” ve halklara karşı açılmış bir savaşın ittifakı olan AKP-MHP “faşist koalisyonu”;  iktidar paylaşımı temelinde kendi iç krizini de yaşayacak, ülkemizin yaşadığı ekonomik, politik, toplumsal krizi çözmeyecek, tersine derinleştirecektir. Bu ittifakın halkın herhangi bir sorununu çözme şansı yoktur. Neoliberal sömürge kapitalizminin krizine sermaye cephesinden bir yanıt arayışını da ifade eden bu rejim değişikliği ve onun siyasal aktörlerinin halka vaadi daha fazla yoksulluk, işsizlik ve sömürüdür. Savaştır, baskıdır. Faşizmin gerçek suretini halka gösterecek olan yine sosyalistlerin mücadelesi olacaktır.

Diktatörlüğe karşı özgürlük mücadelesi içinde kurulan dayanışmayı ve omuz omuza mücadele duygusunu güçlendireceğiz. Bu topraklarda eşitliğe, özgürlüğe, laikliğe, barışa hasret milyonların özlemlerini sosyalist bir çizginin yeniden inşasını da hedefleyen somut bir mücadele programına dönüştürmek, faşizme karşı mücadelenin gereklerini yerine getirmek görevimizdir. Bu görevi sırtlanacağız.

Diktatörlük yenilecek, halk kazanacak.”

Komünist Parti (KP): Sahte çözümlerle buraya kadar

Komünist Parti (KP), yaptıkları açıklamada milyonlarca kişinin sahte bir umudun peşinden sürüklenerek ortada bırakıldığını belirtti. KP’nin açıklaması şöyle:

“SAHTE ÇÖZÜMLERLE BURAYA KADAR
Ancak bu ülke boyun eğmez

Hep vurguladığımız gibi örgütsüzleştirilmiş ve kişiler etrafında yaratılan efsanelerin peşinden giden bir halk çaresizleştirilmiş bir halktır.

24 Haziran’da Türkiye’de milyonlarca kişi sahte bir umudun peşinden sürüklendikten sonra ortada kalmıştır ama Türkiye’nin ilkesiz ve bu düzenin bütün kötülüklerine onay veren bir alternatifle düzlüğe çıkacağı masalı ne kadar temelsizse Türkiye’nin bittiği kanaati de o kadar saçmadır. Herkes bilsin ki, Türkiye karanlığa teslim olmayacaktır.

  1. Türkiye Komünist Partisi henüz daha “baskın seçim” kararı alınmamışken uyarıda bulunarak bu koşullarda yapılacak seçimlerin meşru olmayacağını ilan etmişti: “Yapılan son düzenlemelerle, Türkiye’de seçimler Erdoğan’ın istediği sonucu verecek bir müsamereye dönüştürülmüştür. Buna bir seçim demek mümkün değildir. Seçim özelliğini yitirmiş bir seçime hiçbir şey yokmuş gibi katılmak bu müsamerede figüranlığı kabul etmek demektir.” Bu uyarı geniş bir kesimde yankı bulmasına rağmen, CHP’nin başını çektiği düzen muhalefeti milyonlarca kişiyi bir kez daha temelsiz bir iyimserliğin içine çekerek, “bir şey yapamazlar, merak etmeyin” saflığının peşinden sürüklemiştir.

Oysa siyasi iktidar daha önceki seçimlerde, özellikle son referandumda kazandığı manipülasyon yeteneğini bu yıl içinde hızla çıkarılan yeni düzenlemelerle iyice pekiştirmiş ve ortaya denetimi tamamen imkansızlaştıran ucube bir seçim sistemi çıkarmıştı. Bu gerçek orta yerde dururken Türkiye’de siyasi iktidara karşı olan toplumsal kesimler “baskın seçim” kararı alındığı andan itibaren “ne olursa olsun seçimlerin kazanılacağı” fikrine ikna edilmiştir.

Milyonlarca kişi 24 Haziran gecesi seçimlerde hile yapıldığını düşünmüş ama ne bunu kanıtlayabilmiş ne de buna karşı bir şey yapabilmiştir. Çünkü hep vurguladığımız gibi örgütsüzleştirilmiş ve kişiler etrafında yaratılan efsanelerin peşinden giden bir halk çaresizleştirilmiş bir halktır. Bir kez daha ortaya çıkmıştır ki, seçimler seçim günü değil, öncesinde kazanılır. Bu seçmen kayıt mekanizmaları ve seçim sistemi ile seçimlerin takibi olanaksızdır.

  1. Ancak 24 Haziran seçimlerinin asıl gösterdiği gerçek, yalnızca seçimlere yaslanan bir çıkış yolunun hiçbir karşılığının olmadığıdır. AKP iktidarına karşı Gezi direnişinde ayağa kalkan milyonlarca kişinin bu büyük halk hareketinin hemen ardından asıl ihtiyaç olan siyasal örgütlülük süreçlerinden uzak tutulması için bütün yollar denenmiştir. Her defasında “son kavşak” olarak gösterilen seçimler ardı ardına hayal kırıklıkları yaratmış ve Erdoğan karşıtlığı düzen içi dengelerin içinde iyice kişiliksizleşmiştir. Bilinmelidir ki, Türkiye’de en küçük bir iyileşme için dahi asgari bir örgütlülük gerekmektedir. Ne yazık ki, Türkiye toplumunun bir kesimi mücadele etmeden “kurtulacağı” düşüncesinin cazibesine kapılmış ve bulduğunu sandığı kahramanının ya da kahramanlarının peşine takılmıştır. Toplumun diğer kesimi zaten kendi varlık ve geleceğini hiç sorgulamaksızın Erdoğan’a teslim etmiş durumdadır. Böyle bir taraflaşma “kurtuluş” yolunu açmaz. Tersine toplumu çürütür.
  2. 2017 yılında referandumda seçmenin yarıdan fazlasının oyu ile reddedildiği halde onaylandığı ilan edilen Cumhurbaşkanlığı sisteminin bir yıl sonra kurtuluşun kapısını aralayacağı fikri bu çürümeyi hızlandırmıştır. Adaletsizliği, zorbalığı temsil ettiği düşünülen bir kişiyi adaleti, özgürlüğü temsil ettiği düşünülen bir başka kişiyle alt etme düşüncesi adaletsizliğin, zorbalığın panzehirinin örgütlü bir halk olduğu gerçeğinin üstünün çizilmesi anlamına geliyordu. Ancak “tek adam yönetimi”nin bu kadar kolayca benimsetilmesinin asıl kaynağı, bu sistemi Türkiye’de patronların özellikle istemesiydi.
  3. 24 Haziran seçimleri öncesinde uluslararası tekeller CHP’den İyi Parti’ye, İyi Parti’den Saadet Partisi’ne ve nihayet Millet İttifakı’nın dışında bırakılsa da HDP’ye uzanan büyük koalisyonun arkasında ciddi bir yığınak yapmıştır. Erdoğan’ın bu gücü alt etmesinin öncelikli nedeni, sermaye sınıfının Erdoğan döneminde elde ettiği avantajların hiçbirini terk etmek istememesidir. Erdoğan’ı yaratanlar Erdoğan’a alternatif yaratırken doğal olarak kendi çıkarlarıyla, korkularıyla hareket etmiştir. Bu anlamda sermaye sınıfı açısından bütün riskler ortadan kalkmış, patronlar Erdoğanla ya da Erdoğansız kendi programlarını uygulatabilecek bir siyasal yapıyı garanti altına almışlardır. Hem uluslararası alanda hem de Türkiye içinde sermaye sınıfının iç çelişkilerinin yoğunlaştığı bir dönemden geçmemiz, sömürücü sınıfın ortak çıkarları olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.
  4. Zaten seçim sürecinde temel meselelerde AKP iktidarı ile düzen muhalefeti arasındaki ayrımların neredeyse ortadan kalkmasını isteyen uluslararası sermayeydi. 16 yıllık AKP iktidarının temel özelliklerini benimsemiş, laikliği yıkan uygulamaları içine sindirmiş, NATO ve Avrupa Birliği ile lafta dahi herhangi bir sorunu olmayan ve TUSİAD’çı patronlara bel bağlayan Akşenerli, Karamollaoğlulu sağcı muhalefet koalisyonu Türkiye toplumunu Erdoğansız AKP rejimine ikna etmişti. İşler öyle bir noktaya gelmişti ki, Muharrem İnce kabineye AKP’den de bakan atayabileceğini müjdeliyordu! Böylece yıllardır sol değerlere karşı “Türkiye sağcıdır” teranesiyle sürdürülen saldırı toplumun çıkış arayan geniş kesimlerini, kandırdıktan sonra orta yerde bırakmış oldu.
  5. Türkiye’de 24 Haziran seçimlerinden düzen partileri açısından bir değerlendirme yapmaya kalkmak saçmadır. Hiçbir partinin oyu “gerçek” değildir, Türkiye’de milyonlarca insan bir tercihte bulunmamış, benimsediğini değil önüne konan çok bilinmeyenli denklemi çözeceğini düşündüğünü desteklemiştir. 24 Haziran seçimlerinin tek gerçeği, Türkiye’de milyonlarca öfkeli ve hoşnutsuz insan için düzen içi seçeneklerin tüketildiğidir. Düzen içi muhalefetin amiral gemisi CHP Türkiye toplumu üzerinde yarattığı tarihsel tahribatın altında kalmıştır.
  6. Uzun bir süre Türkiye toplumunun itici gücü haline gelen ve Gezi direnişinde zirveye çıkarak düzen sınırlarını zorlayan Erdoğan karşıtlığının artık kendi başına değeri kalmamıştır. Tam tersine Erdoğan karşıtlığı, bu toplumu çaresizleştirmede Erdoğan’ın ikiz kardeşliğini üstlenmiştir. Temel olan düzene karşı konumlanmak; sömürüye, emperyalizme ve gericiliğe karşı mücadele etmektir. Yine aynı şekilde Türkiye siyasetinin kentli-modern CHP’liler ve muhafazakâr AKP’liler ikileminden derhal çıkarılması zorunludur. 16 yılın sonunda CHP ve HDP eliyle kentli-modern AKP muhalifleri muhafazakârlığa eklemlenmiştir. Türkiye’deki aydınlanmacı ve yurtsever birikim artık tamamen yeni bir kimlikle, emekçi halk karakteriyle, işçi tulumuyla ayağa kalkacaktır.
  7. Türkiye Komünist Partisi, 24 Haziran seçimlerinde emekçi halkın ve düzen değişikliği arayışının sesi olma sorumluluğunu üstlenmiştir. Seçimlere haksız bir biçimde sokulmadığı için bağımsız adaylarla temsil edilen TKP’nin sözü geniş bir kesimde iz bırakmıştır. Bu izin her açıdan çığrından çıkan bir seçim atmosferinde oya dönüşmeyeceğini, hele hele pusulasından propaganda olanaklarına varıncaya kadar büyük zorluklarla boğuşan bağımsız adayların milyonlarca kişiyi içine alan büyük yanılsamayı aşamayacağını biliyorduk. Bununla birlikte, TKP sosyalizmsiz bir seçim dönemi geçirilmesine izin vermedi, çok sayıda yeni emekçi ile temas etti ve 24 Haziran ve sonrasına ilişkin kısa sürede doğrulanan uyarılarda bulundu.

Türkiye Komünist Partisi örgütlenmesine, mücadelesine büyük bir enerjiyle devam ediyor. Önümüzdeki günlerde partinin yetkili kurulları Türkiye’de yüreği solda atanları, emekçi halkı çaresizlikten ve seçeneksizlikten kurtarmak için kapsamlı bir yol haritasını karara bağlayacak. Partimiz, “haklısınız ama hele bir seçim geçsin…” diyenlerin tek umududur, bu sorumlulukla hareket edecektir.

  1. Hiçbir seçim kendi başına bir kurtuluş olmayacağı gibi yine kendi başına bir son ya da mutlak karanlık anlamına gelmez. Evet, 24 Haziran’da Türkiye’de milyonlarca kişi sahte bir umudun peşinden sürüklendikten sonra ortada kalmıştır ama Türkiye’nin ilkesiz ve bu düzenin bütün kötülüklerine onay veren bir alternatifle düzlüğe çıkacağı masalı ne kadar temelsizse Türkiye’nin bittiği kanaati de o kadar saçmadır. Herkes bilsin ki, Türkiye karanlığa teslim olmayacaktır.

Bu düzen değişmelidir.”