RÖPORTAJ | Türkiye Komünist Hareketi 2. Kongresi toplanıyor: 2. Cumhuriyet’te komünist partinin kuruluşu

Türkiye Komünist Hareketi 12 Ağustos’ta 2. Kongresi’ni topluyor.

RÖPORTAJ | Türkiye Komünist Hareketi 2. Kongresi toplanıyor: 2. Cumhuriyet’te komünist partinin kuruluşu

(Bu röportaj Sosyalist Cumhuriyet gazetesinin 84. sayısından alınmıştır.)

Türkiye Komünist Hareketi (TKH) 12 Ağustos’ta 2. Kongresi’ni topluyor. Türkiye’nin dört bir yanındaki parti örgütlerinden şeçilen delegelerle toplanacak olan 2. Kongre Türkiye’de AKP’nin başını çektiği yeni rejimin kurulma çalışmalarının üzerine denk geliyor. TKH Merkez Komitesi üyesi H. Murat Yurttaş ile TKH 2. Kongresi’ni değerlendirdik.

Sosyalist Cumhuriyet: Türkiye Komünist Hareketi’nin 2. Kongresi toplanıyor. İlki kuruluş kongresi idi. Kuruluştan bugüne TKH’yi değerlendirdiğinizde vurgulamak istediğiniz hangi başlık var?

H.Murat Yurttaş: Biliyorsunuz Partimiz TKH Türkiye Komünist Partisi içerisinde 2014 yılında başlayan ve 2015 yılında tamamen farklı bir düzlemde devam eden tartışmaların neticesinde kuruldu. TKH’nin kadro birikimi 2014’te de 2015’de söylediklerini bugün aynı şekilde savunuyor ve hayata geçirmek için mücadelesini sürdürüyor.

Aradan geçen üç yılda dört seçim, bir darbe girişimi ve bir referandum yaşadık. Bu yoğunluktaki bir siyasi gündem bir yandan kendisini kurmak, örgütünü oluşturmak zorunda olan bir komünist parti için fazlasıyla çalkantılı bir dönem olarak görülmelidir. Türkiye solunun yalpalamalarını gözünüzün önüne getirirseniz tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yaşanan sağa kayışa karşı tüm bu gündemlerde doğruda ısrar etmek ve düzen güçlerinin peşine düşülmesine engel olmak gibi bir görevden başarıyla çıktığımızı söyleyebiliriz.

Ancak asıl iddiamız olan işçi sınıfının siyasal temsiliyetini üstlenmek konusunda önümüzde almamız gereken uzun bir yol var. Türkiye’de sermaye düzeninin kendisini yeni koşullara uydurmaya çalıştığı bir dönemi geride bıraktık. Eksiğiyle, fazlasıyla Türkiye sermaye sınıfı bir dönüşümü gerçekleştirmeyi başardı. Şimdi bu tabloda, Türkiye işçi sınıfının komünist partisinin inşasının tamamlanması gerekiyor. 2. Kongremiz en çok bu açıdan önemli görülmeli.

SC: TKP bölünmesi üzerinden 3 yıl geçti. Bugün TKH, neyi temsil ediyor?

HMY: Türkiye Komünist Partisi’nin bugün gerçek mirasçısı ve sürdürücüsü olduğumuzu rahatlıkla söyleyebilirim. Türkiye Komünist Partisi adı, sermaye düzeninin hukuk kurallarını aşan bir sosyalist devrim iradesi ve iddiasının adı olmak zorundadır. Bunun dışına çıkan tüm yaklaşımların tarihte yenildiğini biliyoruz.

Öte yandan, Türkiye Komünist Partisi adının bir marka, üzerinden siyasi rant sağlanabilecek bir araç olmadığını da biliyoruz. Bu yaklaşımları paylaşanların da Türkiye Komünist Partisi’nin siyasi hattında uzun süre kalamadıkları ortadadır.

TKH, biraz önce de vurguladığım gibi, geçtiğimiz yıllarda dile getirdiği iddiasını sürdürmektedir. Türkiye’de sermaye düzeninin çeşitli kesimlerinin temsiliyetini üstlenmiş siyasi partiler vardır. TKH bu düzen partilerine karşı işçi sınıfının temsiliyetini üstlenmek üzere yoluna devam etmektedir. TKH açısından bu temsiliyetin sonucu da sosyalist iktidar mücadelesinin başarıya ulaştırılmasıdır. Partimiz tarihsel görevlerini yerine getirmek üzere mücadele etmektedir.

SC: Kongre hazırlıklarına dönersek, TKH bu kongrede emperyalist sistemi nasıl ele alacak? Sıklıkla dile getirilen çok kutuplu bir dünya beklentisini paylaşıyor musunuz?

HMY: Emperyalizm, dünya sosyalist sistemi ile mücadele ederken işbirliğini de kapsayan hiyerarşik bir yapı ortaya çıkardı. Sosyalist sistemin çözülmesinin ardından bir süre mutlak bir hegemonya kuran emperyalist sistem özellikle son 10 yılda giderek belirginleşen şekilde “Soğuk Savaş” koşullarında şekillenen bu sistemi sürdürmekte zorlanıyor.

Gerek emperyalist ülkeler arasında artan rekabet ve çelişkiler gerekse Çin, Rusya, Hindistan, Brezilya başta olmak üzere bazı ülkelerin bu çelişkilerin yarattığı boşluklardan yararlanmasıyla öne çıkması nedeniyle emperyalist sistemde değişim dinamiklerinin ortaya çıktığını görüyoruz. Günümüzde yaşanan pek çok uluslararası sorunun temelinde bu dinamikler yatıyor.

ABD hala emperyalist sistemin lideri ve dünyadaki tek “süpergüç”. Ancak bunun maliyetlerini diğer ülkelere daha fazla dağıtmak istiyor. Buna karşın işbirliği yaklaşımının ürünü Avrupa Birliği de pastadaki payının küçülmesine razı değil. Bu arada özellikle Çin’in yükselişi var.

Çok kutupluluk sadece emperyalizm ve sosyalizm arasındaki mücadele dönemine özgü sayılmamalı. Çeşitli emperyalist ülkeler arasındaki paylaşım kavgasının sonuçları olan dünya savaşları döneminde de İngiltere, Fransa ve ABD’ye karşı Almanya ve Japonya olarak farklı emperyalist kutupların karşı karşıya geldiğini görüyoruz.

Bugün henüz paylaşım mücadelesinin bir dünya savaşı aşamasına geçmesi için çok erken olsa da ittifakların dahi yeniden belirlenebileceği farklı odakların olacağı birçok kutupluluk eğilimini görüyoruz.

SC: Rusya ve Çin’i nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu ülkeleri emperyalist sayanlar da var kurtarıcı olarak görenler de.

HMY: Ne emperyalistler ne de emperyalizme karşı kurtarıcı olabilirler. Daha önce yaptığımız uzun değerlendirmeler var.

Ancak özetle, Rusya’nın Sovyetler Birliği’nden kalan askeri teknolojisinin hammadde ihracına dayanan ekonomisini emperyalist yapmaya yetmeyeceğini görmek lazım. Yine Rusya’nın askeri müdahalelerinin de bir savunma niteliği taşıdığını görmek gerekiyor. Önümüzdeki dönem Rusya’nın bugün kavga eder gözüktüğü emperyalist devletlerle yeni ittifaklar kurması ihtimalini de bütünüyle boş sayamamak gerekir. Rusya önemli bir güç olacaktır ama bu iktisadi yapısıyla kendi başına bir emperyalist güç olması mümkün değildir.

Çin ise iktisadi büyümesi, gelişkin sanayisi ve nüfus kaynakları ile sadece emperyalist bir ülke olmakla kalmayacak bir emperyalist kutup dahi oluşturabilecek bir potansiyele sahip. Bir komünist parti tarafından yönetilmesi ve sosyalist planlamayı etkin bir şekilde kullanması bu ülkedeki egemen üretim ilişkilerinin niteliğini değiştirmiyor. Bununla birlikte, Çin’in iktisadi gücünün fakir sayılabileceği hammadde kaynaklarına sürekli erişiminin güvence altına alınmasına bağlı olduğunu da görmek gerekiyor. Bu durum Çin’in henüz erken olmakla birlikte emperyalist niteliğinin gelişmesi ve bir emperyalist kutup oluşturmasının da temel dinamiğini oluşturduğunu söyleyebiliriz.

Bugün kimi sosyalist veya halkçı iktidarların olduğu ülkelerin ABD emperyalizmine karşı Rusya ve Çin ile geliştirdiği işbirliğine ve hatta ABD ile karşı karşıya gelen her ülkeye ve liderlerine gereğinden fazla anlamlar yüklediğini de görebiliyoruz. Önümüzdeki dönemde hep akılda tutulması gereken şey, bu ülkelerin emperyalist olup olmadıkları tartışılabilecekse de kapitalist birer ülke olduklarının hiç akıldan çıkartılmaması gerektiğidir.