Riyakârlık ve uşaklık

İdlib’de yaşanan son gelişmeler ve önümüzdeki günlerde karşımıza çıkacak olan meseleler tam da yazının başlığında ifade etmeye çalıştıklarımızın bir aynası olacak.

İdlib’de yaşanan son gelişmeler ve önümüzdeki günlerde karşımıza çıkacak olan meseleler tam da yazının başlığında ifade etmeye çalıştıklarımızın bir aynası olacak.

Suriye’de yaşananları birkaç başlık çevresinde toparlamak mümkün görünüyor.

Bunlardan birincisi, Suriye’ye dönük emperyalist müdahalenin geldiği aşama ve bunun çevresinde olup bitenler. Bağlantılı olarak Türkiye’de sermaye iktidarı, devlet ve AKP’nin pozisyonu.

İkincisi, Suriye’yi istikrasızlaştırma ve parçalama harekatının birinci bölümü olan siyasal İslam ve cihatçılığın politik ve örgütsel olarak geldiği nokta. Devamında ise Suriye’de Kürt hareketinin pozisyonunun benzeri bir şekilde ele alınması gerekiyor.

Üçüncü olarak, başta ABD olmak üzere emperyalist ülkelerin ve sürece müdahil olan diğer öznelerin durumları ve bunların ilişkileri çerçevesinde ortaya çıkan olgular. Güncel anlamda ABD’nin Ortadoğu’da İran’ı merkeze koyan bir politik hattı daha fazla ön plana çıkarması.

Geçerken not etmekte fayda var. 2011 yılında itibaren başlayan Suriye gündemi bugün İdlib meselesine kilitlenmiş durumda ve aşağı yukarı herkes hesaplarını –şimdilik- buradaki gelişmeler üzerine kuruyor. Büyük güçlerin hesapları doğal olarak daha tarihsel ve geniş bir plana oturmakla birlikte, örneğin Türkiye’nin yönelimleri ise dengelere ya da boşluklara oynamak şeklinde ortaya çıkıyor. Ancak buradaki yapısal yönü, özellikle NATO üyeliğini ve Türkiye kapitalizminin ekonomik ve siyasi olarak emperyalizm ile kurduğu bağımlılık ilişkilerini gözden kaçırmamak gerekli. Denge siyaseti ve sonuçlarını belirleyen en önemli faktör olarak bu yanı gözden kaçırmadan bir değerlendirme yapmak, riyakârlığı da, uşaklığı da buradan okumak en doğrusu olacaktır.

Çok gerilere gitmeye gerek yok. Türkiye’de solun bir bölümünün ve Kürt siyasi hareketinin “Ortadoğu’da cihatçılığa karşı mücadelede anti-emperyalist görevler geri çekilmelidir” diyerek, başta ABD olmak üzere emperyalizmin yönelimlerine yedeklendiği bir dönemi yakın tarihimizde yaşadık ve hatta günümüzde de yaşamaya devam ediyoruz. Hal böyle olunca sermaye sınıfının ve gerici AKP iktidarının ikiyüzlülüğünü yüzlerine çarpmak konusunda sol hareketin elinin zayıfladığı açık olsa gerek.

Emperyalizmin Ortadoğu’da yönelimlerini belirleyen temel faktörlerin, petrol ve doğalgaz kaynakları üzerinde hegemonya kurmak, iki kutuplu dünyadan kalan rejimlerin tasfiyesi, İsrail’in güvenliği ve İran’ın kuşatılması üzerine kurulduğunu daha önceki yazılarımızda da ifade etmiştik. Şimdi bunların hepsi güncel ve ABD tarafından somut olarak ele alınan başlıklarken, İdlib’de oluşan düğümün çözümünün de emperyalizm adına ülkemize kilitlenmiş olması şaşırtıcı değil.

“Artık Ortadoğu’da her şey birbirine girdi” diyerek işin içinden çıkmak mümkün değil, bunu bilelim. Tersine aslında ortada her geçen gün daha da netleşen bir tablo var. Bir yandan emperyalizm kendi programını dayatmaya devam ederken, diğer taraftan Ortadoğu’daki “Direniş Ekseni” olarak tanımlanan hat da kendi tahkimatını güçlendirmeye çalışacak. Bunun sonuçlarını göreceğiz. Arada küçük bir not olarak ifade etmekte fayda var. Emperyalizmin güncel programında hala siyasal İslamcı örgütlerin meşru muhalefet olarak sayılması ve Anayasal sürece katılması, Esad’ın Suriye’nin geleceğinde yer almaması gibi başlıklar bulunuyor. İdlib gündeminde ise ateşkes çağrısının cihatçıları kurtarmak için emperyalistlerin çağrısı olduğu net olmalı

Son günlerde ülkemiz adına konuşanların belki de en çok dile getirdikleri başlıkların emperyalistlerin söylemleri ve yönelimleri ile bu kadar çakışıyor olması şaşırtıcı olmasa gerek. Cumhurbaşkanı’ndan bürokratlarına ve Milli Savunma Bakanı’na, Dışişleri Bakanı’ndan Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü’ne kadar herkes bir koro halinde aynı şarkıyı söylüyor. Tahran zirvesinde yapılan ateşkes çağrısının, “Katil Esed gidecek” söylemlerinin ve cihatçı örgütlerin bir kısmının meşru muhalefete eklemlendirilmeye çalışılmasının başka bir anlamı bulunmuyor.

Bunun adı adlı adınca riyakârlık ve emperyalizm işbirlikçiliğidir.

Türkiye sermaye sınıfı sessiz bir şekilde tüm bu gelişmeleri izliyor. Rahatsız olduklarını ve tersi yönde bir düşünceleri olduğunu zannetmiyoruz. Hatta bu durumdan memnun olmalılar. Çünkü Irak ve Suriye ne kadar istikrarsızlaşır, ne kadar parçalı hale gelir ve ne kadar yıkılırsa Türkiye kapitalizmi için o kadar pazar ve rant demek.

Şimdi o yüzden ve bir kere daha şunu daha güçlü ifade etmek gerekiyor: Bölgemizden de, ülkemizden de ABD kovulmalı ve bu düzen değişmelidir.

Başka bir kurtuluş yolu bulunmamaktadır.