Ekim’den Lozan’a Sovyetlerin Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı’na Bakışı

Ekim’den Lozan’a Sovyetlerin Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı’na Bakışı

22-07-2018 08:43

Sovyet hükümetinin ve dünya komünist hareketinin Ulusal Kurtuluş Savaşı’na yaklaşımının temelini oluşturan, sömürge ve yarı sömürge ülkelerdeki ulusal mücadelelere ilişkin, daha Ekim Devrimi henüz gerçekleşmemişken, Lenin tarafından formüle edilmiş Bolşevik ilkelerdir...

Demir Silahtar

Sovyet hükümetinin ve dünya komünist hareketinin Ulusal Kurtuluş Savaşı’na yaklaşımının temelini oluşturan, sömürge ve yarı sömürge ülkelerdeki ulusal mücadelelere ilişkin, daha Ekim Devrimi henüz gerçekleşmemişken, Lenin tarafından formüle edilmiş Bolşevik ilkelerdir. Lenin 1916 yılında yayınlanan “Doğuda Ulusal Kurtuluş Savaşları” başlıklı yazısında; sosyalistlerin Çin, İran, Türkiye ve diğer sömürge ülkelerde kendi kaderini tayin hakkını tanımakla ve sömürgelerin tazminat ödemeksizin, derhal ve kayıtsız şartsız serbest bırakılmalarını savunmakla yetinmeyerek, aynı zamanda bu ülkelerdeki burjuva demokratik ulusal kurtuluş hareketlerini kararlı bir biçimde desteklemeleri, onların kendilerini ezen emperyalist devletlere karşı ayaklanmalarına ya da devrimci savaşlarına yardımcı olmaları gerektiğini söylüyordu.

Lenin’in ve Bolşevik Parti’nin sömürge ve yarı sömürge ülkelerdeki ulusal mücadeleler karşısında sosyalist tutuma ilişkin tezleri Ekim Devrimi’nin utkuya ulaşmasından sonra kurulan Komünist Enternasyonal (Komintern) içerisinde gerçekleşen yoğun tartışmalar sonucunda “burjuva demokratik” terimi yerine “ulusal devrimci” terimi kullanılmak kaydıyla aynen benimsendi. Bu tezlerin uluslararası alanda ilk pratiğe döküldüğü alanlardan biri de Ulusal Kurtuluş Savaşı olacak, Komintern 1 Mayıs 1919’da yayınladığı bildiride dünya işçi sınıfına Türkiye’deki ulusal mücadeleyi destekleme çağrısı yapacaktı.

TBMM’nin açılmasından hemen üç gün sonra Mustafa Kemal tarafından Lenin’e gönderilen resmi mektupta; “Türkiye, emperyalist devletlere karşı Sovyet Rusya’yla birlikte savaşmayı üstlenmektedir … ve Türkiye’ye saldıran emperyalist düşmanlara karşı Sovyet Rusya’nın yardımını ümit etmektedir.” deniliyor ve yeni Türk hükümetinin dış politikasının temel ilkeleri özetleniyordu. Sovyet hükümeti bu mektuba: “Sovyet hükümeti, her halkın kendi kaderini tayin etme ilkesine her zaman bağlı olarak, dünyanın tüm halklarına dostluk elini uzatıyor. Sovyet hükümeti, Türk halkının bağımsızlık ve toprak bütünlüğü için yürüttüğü kahramanca savaşı canlı bir ilgiyle izlemektedir ve Türkiye için bu ağır günlerde Türk ve Rus halklarını birleştirmesi gereken sağlam dostluk temelini atmaktan sevinç duymaktadır.” şeklinde yanıt verdi ve diplomatik ilişkiler kurarak dünyada TBMM hükümetini tanıyan ilk devlet Sovyet Rusya oldu.

Önce Dışişleri Halk Komiseri Çiçerin, daha sonra Lenin tarafından kabul edilen TBMM delegasyonu ile Sovyet Rusya’nın Türkiye’ye silah, cephane ve altın yardımında bulunmasında mutabakat sağlandı ve 16 Mart 1921’de Türk-Sovyet Dostluk ve Kardeşlik Antlaşması imzalandı.

Kurtuluş Savaşı boyunca Sovyet hükümetinin Türkiye’ye yaptığı para yardımı, kâğıt Türk lirası hesabıyla 80 milyon TL’dir. Bu paranın Ankara hükümetinin bir yıllık toplam bütçesinden fazla, 1920 ve 1921 yılları için meclisçe onaylanan milli savunma giderlerinin toplamı kadar olduğu dikkate alınırsa, o sırada kendisi de bir iç savaş içerisinde bulunan ve bir yandan da emperyalist paylaşım savaşının yaralarını sarmaya çalışan Sovyet Rusya’nın yaptığı fedakarlığın boyutları daha iyi anlaşılacaktır. Silah ve cephane yardımı ise Kurtuluş Savaşı’nın zafere ulaşmasında tayin edici bir rol oynamıştır. Örneğin, Sakarya Savaşı’nda Türk ordusunun silah mevcudunun yarısından fazlası Sovyet Rusya tarafından hibe olarak gönderilen piyade tüfekleriydi.

Sovyet hükümetinin Türkiye’ye desteği savaşın Türk ordusunun zaferi ile sonuçlanmasının ardından Lozan Barış Konferansı’nda da devam etti. Sovyet Dışişleri Halk Komiseri Çiçerin Lozan hakkında şunları yazmaktaydı: “Lozan Konferansı, gerçekten de büyük çapta, dünya ölçüsünde bir olaydı. Başkaldıran Doğu’nun, birleşmiş dünya oligarşisinin çürümeye başlayan iktidarıyla ilk diplomatik kapışması; başkaldıran Doğu halklarının dünya kapitalizminin tek cephesine karşı temel kazanımlarını savunma ve ekonomik bakımdan tutsaklaştırıcı antlaşmaları reddetme yeteneklerinin ilk göstergesiydi bu.

Türkiye ile İtilaf devletleri arasında mali-ekonomik meseleler, kapitülasyonlar, Türkiye’nin bağımsız bir devlet olarak tanınması ve sınırlarının belirlenmesi, Boğazlar rejimi konularında Ankara hükümetinden yana bir çözümün ortaya çıkması Sovyet Rusya için büyük önem taşıyordu. Sovyet Dışişleri Halk Komiserliği’nin 1922 yılında İngiliz hükümetine verdiği notada: “Rus hükümeti, Türkiye’nin yürüttüğü savaşı, Türk halkının varlığı ve bağımsızlığı için, bağımsız bir devlet olarak kendisini ezen, Türk halkının siyasal ve ekonomik özgürlüğünü Avrupa devletlerinin boyunduruğu altına veren Sevr anlaşmasına karşı bir savaş olarak görmektedir. Bu savaşta Rus halkının tüm yakınlık duyguları Türkiye’nin yanındadır.” deniyordu.

Boğazlar meselesinin çözümüne ilişkin Sovyet önerisi, ticari deniz ulaşımı konusunda tam bir özgürlüğü, barış ve savaş zamanında Türkiye haricindeki ülkelerin savaş gemilerinin ve savaş uçaklarının geçişine Boğazların kapatılmasını içeriyor, böylece hem Türkiye’nin ulusal çıkarlarını hem de Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerin güvenlik çıkarlarını koruyordu. İngiltere’nin konu hakkında Sovyet Rusya’yla özel olarak görüşmelerde bulunma talebi, Türkiye’nin arkasından hiçbir görüşmeye girmeyeceğini kesin bir dille bildiren Sovyet hükümeti tarafından reddedildi. Tarafların antlaşmaya varamamaları nedeniyle kesintiye uğrayan Lozan Konferansı’nın çalışmalarının yeniden başlayacağı aşamada Boğazlar sorununun bir daha görüşülmeyeceği gerekçesiyle Sovyet hükümetine bilgi verilmedi. Çalışmalara katılmak üzere Lozan’da bulunan Sovyet delegesi Vorovskiy, İtilaf devletleri ajanlarının komplosu sonucu öldürüldü. Konferans sonucunda imzalanan barış antlaşmasına göre kaleme alınan Boğazlar Antlaşması’nda, İngiliz ve Fransız emperyalistlerinin dayatmasıyla Boğazlar savaş gemilerinin özgürce geçişine açılıyor ve Boğazlar askerden arındırılıyordu. Sovyet hükümeti Boğazlar Antlaşması’nı imzalamayı reddetti. Sovyetler başta olmak üzere Karadeniz ülkelerinin güvenliğini tehdit eden ve Türkiye’nin ulusal egemenliğini ihlal eden Boğazlar sorunu ancak 1936 yılında Montrö Antlaşması ile çözüme kavuşturulabilecekti.

PUSULANIN DİĞER YAZILARI

PUSULA 1 – Emperyalist Paylaşım Savaşı ve Osmanlı

PUSULA 2 – Lozan’dan önce Lozan’dan sonra

PUSULA 3 – Bugünden Lozan’a