Bir zamanlar “umudumuz Karaoğlan”dı!

PUSULA | Bir zamanlar “umudumuz Karaoğlan”dı!

Bir zamanlar “umudumuz Karaoğlan”dı!

Derin Demir

“Komünizme karşı başarılı mücadelenin başlıca şartlarından biri, komünizmin, bilhassa kalkınmamış memleketler halklarına vaadettiği bazı maddi nimetleri demokratik metodlarla da sağlamak, hem belki daha kolayca sağlamak mümkün olduğuna, bu nimetlere kavuşabilmek için siyasal hak ve hürriyetlerden geniş fedakârlıklarda bulunmak gerekmediğine halkı inandırabilmektir.

Komünizme karşı başarılı mücadelenin başka bir şartı da, «gelecek nesillerin refah ve saadeti» uğrunda bugün yaşıyan insanların aşırı fedakârlıklara, ağır sıkıntılara katlanmaları gerekmediğini göstermektir.” (“Komünizmle Mücadele İmkânlarında Daralma,” Bülent Ecevit Yazıları, Ulus Gazetesi, 1950-1961)

Bu düşüncelerle siyasi hayatına başladı Bülent Ecevit, namı diğer Karaoğlan. İşin teorik kısmı tamamdı, mesele faaliyete geçmekti. Bütün bunları uygulayacağı alan sosyal demokrasi ve dönemin adresi olarak da CHP olacaktı.

Dönemin burjuva yöneticilerinin, patronların, emperyalistlerin destek ve güvenini almak için canla başla çalıştı. Öyle ki başbakan olduğu dönemde Egeli patronlarla görüşmesinde, “düzen değişikliğinden korkmayın” diyerek, “düzen değişikliğinden özel sektörü yok etmeyi değil, aksayan işlerin düzeltilmesi” mesajını vermişti.

İşte bir dönem Türkiye solunun, halkın umudu olan Karaoğlan bu şekilde oylarını arttırmış, üst üste koalisyonlarla iktidara gelebilmişti. Ortanın Solu1 kitabında sosyal demokrasinin hakkını şu cümlelerle teslim etti: “Halkı adaletsizlikten, yoksulluktan, baskıdan kurtarıcı ve toplumu sosyal adalet içinde kalkındırıcı tedbirler alınmazsa, ezilen, yoksulluk çeken insanlarda birikecek isyan duyguları, kabarıp taşma noktasına varabilir. Sınaileşmeye başlamış toplumlarda bu tehlike daha da büyüktür. İşte o zaman aşırı sol akımlar, bu isyan duygusunu, yıkıcı ve yaygın bir sel haline getirebilir. Ortanın solu, bu sele karşı en sağlam duvar, en etkili settir.”

“Komünizmi CHP önleyecektir!”

1971 darbesinin ardından birçok sosyalist aydın, sendikacı ve öğrenci tutuklanmış ve işkence görmüştü. 1965 seçimlerinde 15 milletvekili çıkaran Türkiye İşçi Partisi(TİP) yöneticilerinden Behice Boran, Sadun Aren, tutuklanmış, Hikmet Kıvılcımlı, Mihri Belli, Doğan Avcıoğlu ise yurtdışına çıkmak zorunda kalmıştı. 1972 yılı ise üç karanfil, Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan idam edilmişti. Solun toplumsallaşması dönemin iktidarlarını rahatsız ediyordu. 1974 yılında başbakan olarak göreve başlayan Ecevit de bu isimlerden biriydi. Ecevit, “Türkiye 1965-75” isimli kitabında “Cumhuriyet Halk Partisi, Türkiye’nin en güçlü partisidir. Komünizmi, o önleyecektir, o güçlü oldukça, Türkiye’de komünizm olamayacaktır.” ifadelerine yer vererek komünizm ile mücadeleyi başa yazmıştı.

Gerici ve faşistlerin önü açılıyor

Bunun içindir ki 1973 seçimleri sonrasında kurulan 1. Ecevit hükümeti, CHP ve MSP’den (Milliyetçi Selamet Partisi) oluştu. Amaç ortaktı! Başbakanlığı Ecevit yaparken, Necmettin Erbakan Başbakan Yardımcılığı görevini üstlendi. “İslamcıların aslında sosyalist olduğu” gibi iddialar da yine bu dönemde yaygınlaşmaya başladı. Ama en önemlisi “Kıbrıs Barış Harekatı”nın bu dönemde gerçekleşmesi ile Ecevit’in “Karoğlan” ile Erbakan’ın “Mücahid” efsanesinin başlamasıydı.

Gericiliğe kapı aralanmıştır bir kere… Sol söylemlerle halkın desteğini alan, sosyalist özneleri kapsayabilen Ecevit, başbakanlığı bırakmasının ardından açılan boşluğu gerici-faşist AP, MSP ve MHP ittifakı doldurmuş ve 1. Milliyetçi Cephe hükümeti kurulmuştu. Bu sahne Türkiye siyasi tarihinde bir kez daha tekrarlandı.

Ecevit hem faşistlerle hem gericilerle ittifak yaparak bugün Türkiye’nin bu noktaya gelmesinde en önemli misyonunu yerine getirmişti. 2002’de AKP’nin iktidara gelmesinin yolu da bu şekilde döşenmiş oldu. Tabii arkasından katliamlar, darbeler bırakarak…

Ecevit’in toplumda yer edinmesinin en temel nedenlerinin başında “halktan biri” görüntüsünü vermesi oldu. Yeri geldiğinde kasketini takıp ırgatla ırgat oluyor, yeri geldiğinde frak giyerek devlet geleneğini sürdürüyordu. Ama hizmet ettiği en önemli şey; gericilerin ve faşistlerin devletin yönetim kademesine gelmesinin önünü açmasıydı. Trajik olan ise, bunu arkasına Türkiye’de sol siyasi özneleri ve hatta devrimci sendikaları alarak yapmasıydı. Darbelerle şekillenen Türkiye’de iktidar perspektifinden vazgeçmiş solu anti-faşizm söylemi üzerinden CHP kuyrukçuluğuna mahkûm eden yine Ecevit’ti.

Ecevit’in hiçbir zaman düzenle bir sorunu yoktu. CHP’yi her zaman halkın gözünde ehven-i şer noktasında tuttu. Bir yanda önünü açtığı gerici-faşist MC hükümetleri, diğer yanda komünizm tehlikesi(!). CHP her zaman sağa yanaşarak ortaya oynadı. Sağa yanaşıyordu çünkü kurulan düzen için sağ bir tehlike değildi. Asıl mesele işçi sınıfının, halkın düzene tabii olması ve elbette bilinçlenmemesiydi. İstediği belli oranlarda yerine getirilerek sesleri kıstırılmalıydı. Adı dağlara taşlara yazılan Karaoğlan’ın var olma nedenini ise yine kendi özetlemişti: CHP düzeninde komünizm kendiliğinden önlenecekti!2

Ecevit’in Gülen sevdası

2009 yılında Rahşan Ecevit’in bir röportajında Fethullah Gülen hakkında kullanılan ifadeler hafızalardan uzun süre silinmedi. Rahşan Ecevit, Bülent Ecevit’in tarikatlar konusunda düşüncelerini şöyle paylaşıyordu: “Tarikat yol demektir, herkesin Allah’a ulaşmak için bir yol arama hakkı vardır diye düşünürdü”. 90’ların ikinci yarısında Ecevit ile Gülen arasında yaşanan yakınlaşma DSP’yi iktidara taşımıştı. Gülen’in okullarını çok beğendiğini ifade eden Ecevit’e göre, tarikatları laiklikle bağdaşan ve bağdaşmayan olarak ayırmak gerekirdi! Gülen, Ecevit’in ölümünün ardından yayınladığı mesajda, “Türkiyemizin geleceği adına yapılan olumlu hizmetlere sürekli destek verdi. Bir takım kaba dayatmalar karşısında asla eğilmedi. Ve bu duygularla Allah’a yürüdü” ifadelerini de kullanmıştı.

Bugün…

İşte bugün Türkiye 24 Haziran korsan seçimlerine doğru yol alırken Ecevit’in CHP’sinin söylemleri ya da ona umut bağlayanların bir şeyi görmesi gerekiyor: Ecevit’e devrimci, CHP’yi de devrime giden yolda önemli ya da ara bir araç olarak görenler bugün memleketin bu hale gelmesinde pay sahibi.

Emperyalizmle, piyasacılıkla, gericilikle hiçbir sorunu olmayan ve hatta komünizme karşı savaş açmış Ecevit’in peşine takılan sol, bugün yine bu başlıklarda hiçbir sorunu olmayan Muharrem İnce ve Selahattin Demirtaş’ın peşine takılmakta da hiçbir çekince görmüyor.

Bir kısım sosyalist çevrelerin sosyal demokratlaştığı, sosyal demokratların sağcılaştığı bir Türkiye’de kavga vereceğiniz düşman değersizleştirilmeye çalışılıyor. Asıl sorun da bu değil mi?

Her dönem sosyalistlerin sesini yükseltmesinin önüne duvar oluşturanlarla, “taleplerinizi meclise taşıyacağız” diyerek mücadeleyi soğurmaya çalışanlarla yukarıda anlatılan tarih arasında ne fark var? Bugün tarih bir kez daha ve yine aynı şekilde, aynı ittifaklarla, aynı söylemlerle tekerrür ediyor.

Sosyalistler bağımsızlık mücadelesini yükseltirken “ama ülke menfaatleri…” diyenlerle, gericilik karşıtı mücadeleyi yükseltirken “ama inanç özgürlüğü…” diyenlerle, ülkenin tüm kaynakları teker patronlara peşkeş çekilirken “ama daha önce çözmemiz gereken işlerimiz var…” diyenlerle, yoksul halkımıza seçim vaatleri olarak dillendirilen sadakalarla, emperyalistleri göreve çağırıp “yaşasın halkların kardeşliği” sloganı attıranlarla sosyalistlerin işi olmaz!

Sosyalistlerin tek işi emekçilerin laik, bağımsız, sosyalist cumhuriyetini kurmak ve bunun için önündeki tüm engelleri kaldırmaktır. Ülkemiz bu tabloya mahkûm değildir! Hiçbir zaman da olmamıştır.

 

1 Ortanın solu ifadesi ilk olarak 1965 yılında İsmet İnönü tarafından dillendirilir. Bu ifadenin kullanılmasında 1965 seçimlerinde Türkiye İşçi Partisi(TİP)’in güçlenmesinin de payı vardır. Ecevit’in kitabı da tam da bu büyümenin önünün kesilmesi için kullanılan önemli bir araç olacaktır.

2 2 Haziran 1977’de Çankırı’da yaptığı bir konuşmadan