Liberalizm ve Kürt ulusalcılığı arayışta: “Çözüm süreci”ne doğru (mu)?

En son olarak söylenmesi gereken ama en temel doğru olan şeyse, hiçbir “açılım ya da çözüm” sürecinin Kürt emekçilerinin kurtuluşunun yolunu açmayacağıdır. Eğer ki, Kürt ulusalcılığı ve liberalizm Kürt emekçilerinin önüne böyle proje ile çıkarsa, devrimciler bu tür düzen içi projeleri elinin  tersiyle itmelidir.

Liberalizm ve Kürt ulusalcılığı arayışta: “Çözüm süreci”ne doğru (mu)?

Neşe Deniz Babacan

Kürt siyasi hareketi ile Türkiye’de sermaye iktidarı arasında geçmişte yürütülen “çözüm” ya da “barış” süreçlerinden bir tanesinin kapıda olup olmadığı tartışılıyor. Bu tartışmanın ortaya çıkmasında Cumhur ittifakı içerisindeki anlaşmazlıkların ve buna paralel olarak Kürt hareketinin temsilcilerinden gelen açıklamaların payı olduğunu söylemek gerekmektedir

Konuya dair öncelikle bir vurgunun yapılmasında fayda bulunmaktadır. Kürt meselesinde çözüm ya da çatışma gündemlerinin değerlendirirken yapılan en büyük hata bu iki başlığın birbirine geçmiş diyalektik bir bütünlük taşıdığını ve çok genel anlamıyla bu bütünlüğün emperyalizm ve kapitalizm ile ne yapısal ne siyasi ne de güncel herhangi bir çatışması olmadığını görmezden gelmektir. Dolayısıyla geçtiğimiz hafta yaşanan bazı gelişmeler üzerinden mutlak değerlendirmelerde bulunmanın sınırları olduğunu ve bunlardan kaçınmaya çalışacağımızı belirtelim.

Bununla birlikte geçtiğimiz hafta yaşananların “Yeni bir açılım süreci mi geliyor?” sorusunu beraberinde getirdiğini görmezden gelemeyiz. Af gündemi, andımız meselesi ve yerel seçimler üzerinden AKP ile MHP arasında ortaya çıkan çelişkiler Cumhur ittifakının geleceğini tartışmaya açarken, HDP’nin liberal ve ulusalcı kanatları tarafından yapılan “çözüm süreci” çağrıları da bu sorunun yaygınlaşmasına neden oldu.

Buradan hareketle, Türkiye solunda ortaya çıkan “milliyetçilik bitti şimdi açılım gelecek” ya da tersinden “AKP milliyetçilik sopasını MHP’den alarak Kürt hareketine daha fazla saldıracak” cümleleriyle kabaca ifade edebileceğimiz düşüncelerin kolaycı birer yaklaşım olduğunu not etmek gerekmektedir.

HDP süreç arayışında

Kürt siyasi hareketi ile sermaye devleti arasındaki ilişkiler bütününü değerlendirirken toplumsal mücadeleler alanındaki gelişmeleri, öznelerden birinin diğeri üzerinde ne düzeyde hakimiyet kurduğunu, emperyalizmin bölgedeki yönelimlerini ve adı geçen özneler ile olan ilişkilerini, Türkiye kapitalizminin güncel durumunu değerlendirmeden bir görüş oluşturmanın sınırları bulunuyor.

Gelinen noktada, geçtiğimiz günlerde konu ile ilgili Ahmet Türk, Sezai Temelli ve Pervin Buldan tarafından yapılan açıklamalar HDP cenahından “çözüm süreci” bağlamında bir arayış ve talep olduğunu ortaya koymuştur. Özellikle AKP ile MHP arasında Cumhur ittifakının çatladığının söylendiği gün HDP grup toplantısında “çözüm süreci” çağrısı yapan Sezai Temelli’nin bu yaklaşımı liberallerin Kürt hareketinin İkinci Cumhuriyet’e bağlama ya da eklemleme konusundaki yönelimlerinin bitmediğini göstermektedir.

Aynı zamanda liberaller tarafından AKP karşıtlığını bitirmenin ve sulhe gitmenin yolu olarak “çözüm süreci”nin gündeme getirilmesi de ihtimaller dahilinde görülmelidir. Temelli’nin ifade ettiği “çözüm süreci” vurgusu birkaç gün sonrasında HDP’nin diğer eş başkanı Pervin Buldan tarafından devam ettirilirken, her iki açıklamada da öncelikle AKP’nin ya da devletin eleştirilmesi ve “çözüm süreci”nin muhatabı olarak Abdullah Öcalan’a işaret edilmesi ise çelişkili bir durum olarak görülmemelidir.

Bunlarla birlikte daha kritik olarak görülebilecek mesaj ise Cumhur ittifakı tartışması henüz kamuoyuna yansımadan birkaç gün önce Ahmet Türk tarafından Diyarbakır’da verilmiştir. HDP tarafından 20 Ekim 2018 tarihinde yerel seçimler ile ilgili yapılan toplantıda konuşan Türk’ün “Bu mücadele 40 yıllık bir mücadele, HEP, DEP’in, HADEP’in yarattığı değerler var. Birçok bedeller ödendi. Vedat Aydınlar, Mehmet Sincarlar, Abdulsamet Sakıklar var. Ama sanki bu mücadele 2014’te başlamış gibi bir algı yaratılıyor. Bir hafızanın yok edilmesi tehlikesiyle karşı karşıyayız” vurgusu HDP cenahındaki başka gelişmeler de hesaba katıldığına manidar sayılmalıdır. Kürt ulusalcılığının kadim temsilcilerinden biri olan Ahmet Türk’ün 2014 üzerinden yaptığı vurgu, Selahattin Demirtaş’ın Cumhurbaşkanlığı adaylığı ve 7 Haziran 2015 seçimleri bağlamında değerlendirildiğinde, Kürt hareketinin liberalizm eliyle getirildiği noktanın öncesine dönülmesi anlamına gelmektedir. Bunun içinse Demirtaş’ın kurban verilmesi ya da tasfiye edilmesi gerekiyorsa bunu Türkiye sınırları içerisinde yapabilecek yegane isimlerden biri olan Ahmet Türk’ün devreye girmesi şaşırtıcı sayılmamalıdır.

Ancak burada liberalizme direnç aramak ya da Ahmet Türk’ün yerel seçim toplantısında Kürt halkına “serhıldan” çağrısı yaptığını düşünmek yersizdir. AKP iktidarı tarafından tutsak edilen Selahattin Demirtaş, Kürt ulusalcılığı ve liberalizm tarafından bir dönemin projesinin temsilcisi olarak öne sürülmüş, bu projenin adına Türkiyelileşme denmiş, politik olarak AKP karşıtlığına oynanmış, sermaye düzeni ve emperyalizm ile en ufak çelişkiye düşülmemiştir. Şimdi bu projenin bittiğinin öncelikle Ahmet Türk tarafından ilan edilip, devamında Sezai Temelli tarafından çözüm çağrısı yapılması ve Pervin Buldan tarafından tasdik edilmesi eğer tesadüf olarak görülmeyecekse, yeni bir liberal proje kapıda demektir. O yüzden olası bir çözüm sürecinin oluşum dinamikleri arasında öncelikle bu noktaya odaklanmak gerekmektedir. Her süreç beraberinde yeni bir düzlemi getirmekte, konu ise Kürt sorunu olunca nedense her seferinde sermaye politikaları, gericilik ve liberalizm (sağ veya sol fark etmez) güç kazanmaktadır.

Sermaye düzeni ve AKP’nin ihtiyaçları

Bu çerçevede sermaye iktidarının ve AKP’nin ihtiyaçlarını da ortaya koymak isabet olacaktır. Öncelikle, Türkiye’de ekonomik krizin ya da kapitalizmin yapısal sorunların çözümü için mutlak anlamda Kürt sorununda “çözüm süreci”nin başlaması ya da Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılması gerektiğini ifade eden tezleri bir kenara bırakalım. Solun bazı kesimleri açısından bu ve buna benzer “demokrasicilik” başlıkları gündemde kalmaya devam edecek. Ancak ne olursa olsun “daha sürdürülebilir ya da kabul edilebilir bir Türkiye kapitalizmi” için sermaye iktidarının mutlak olarak Kürt sorununda “çözüm ve açılım süreci” başlatmasına gerek bulunmuyor. Bu ve benzeri başlıklar sermaye iktidarının, AKP’nin, devletin ve emperyalizmin diğer yönelimlerinin içerisine oturduğuna anlam kazanabilir.

Dolayısıyla meselenin arka planında emperyalizmle olan ilişkilerin ve bir düzeyde AKP’nin yerel seçim politikasının olduğunu da ifade etmek doğru olacaktır. Kürt illerinde büyük bir yerel seçim başarısı arayışında olan AKP iktidarı açısından seçimlerde MHP ile ittifak yapılmamasının bir dizi avantajı olduğu düşünülebilir. İslamcılık yapan ve Türkçülüğe karşı çıkan AKP, yerel seçimlerde Kürt oylarının kendine dönmesi için çalışacak gibi görünmektedir. “Çözüm süreci” şu an dillendirilmese de AKP iktidarı Kürtler ile tabanda barışmanın yollarını aramaktadır. Bunu da, HDP’nin görece zayıfladığı, PKK’nin hendek savaşında yaşadığı yenilginin Kürt emekçilerine hesap olarak kesildiği ve Kürt hareketinin belediyecilik deneyimi üzerinden ortaya attığı projenin çöktüğü bir dönemde yapması şaşırtıcı değildir.

Daha önemli bir diğer başlık ise Suriye’deki gelişmeler olarak ele alınmalıdır. Suriye’de siyasi çözümün gündeme geleceği bir döneme girildiği varsayarsak, Suriye’deki ranttan nemalanmak isteyecek olan Türkiye kapitalizminin Kürt sorununda çözüm gündemini açabileceği ancak bunun aslında bir “Amerikan barışı” olacağı ise açık olmalı. Türkiye siyasetinde, ABD ile Suriye’de Kürt hareketi arasındaki askeri, siyasi ittifak AKP iktidarı tarafından siyasi bir malzemeye dönüştürüldü ve karşıtlık ilişkisi üzerinden çok propaganda yapıldı. Ancak, sermaye sınıfının çıkarları söz konusu olduğunda her türlü propagandanın unutulacağını ve IŞİD’e karşı mücadele adı altında Amerikan bombaları ile tamamen yerle bir edilen Rakka’ya en önde koşacakların MHP’li müteahhitler olacağını gözden kaçırmamak gerekiyor. ABD’nin Irak işgali sonrasında yaşananlar bizlere bunun örneklerini göstermişti.

Son olarak, olası bir “çözüm ya da barış” sürecinin ne zaman, ne şekilde gündeme geleceği hakkında bugünden müneccimlik yapmanın sınırları olduğu bilinmeli. Ancak bugün karşımıza çıkan bazı olgular yukarıda bahsettiğimiz değerlendirmeler ile birlikte ele alınmalıdır. Yoksa tek başına Erdoğan’ın tercihleri üzerinden bir “çözüm süreci”nin gelmeyeceği bilinmelidir.

Ek olarak, önümüzdeki dönem yaşanacak olası bir süreç Kürt emekçilerinin sisteme ve İkinci Cumhuriyet’e eklemlenmesinin yeni bir halkası olarak ele alınmak zorundadır. Dolayısıyla olası bir “çözüm süreci”nin ulusal demokratik haklar boyutu ön plana çıkmayabileceği gibi, operasyonların hafiflemesi bile en demokratik açılım olarak pazarlanabilir. Ancak bu başlık daha ayrıntılı değerlendirmeye muhtaçtır.

En son olarak söylenmesi gereken ama en temel doğru olan şeyse, hiçbir “açılım ya da çözüm” sürecinin Kürt emekçilerinin kurtuluşunun yolunu açmayacağıdır. Eğer ki, Kürt ulusalcılığı ve liberalizm Kürt emekçilerinin önüne böyle proje ile çıkarsa, devrimciler bu tür düzen içi projeleri elinin  tersiyle itmelidir.