Müesses seçimden müesses düzene

“HDP barajı geçmezse AKP-MHP en az 404 vekil, HDP barajı geçerse AKP-MHP en fazla 297 vekil” diye sokaklara asılan pankartı herkesin oturup düşünmesi gerekiyor. Hesap hatası mı, manipülasyon mu, algı operasyonu mu?

24 Haziran öncesinde defaatle yazdığımız gibi, doğal ve normal akışında bir seçim değildi. Bugün üzerinde durulmayan ve kimsenin de tartıştığı bir konu değil. Ancak MHP’nin durup dururken gündeme getirdiği ve AKP ile birlikte her hangi bir iç siyasi kriz yaşanmadan seçimlerin erkene alınmasının altındaki niyet iyi görülmeliydi.

Olası bir ekonomik krizin erkenden karşılanması, Ortadoğu’daki gelişmeler ve AKP iktidarının yıpranma ivmesi bunun nedeni olabilir. Bir nedeni, belki de, Abdullah Gül’ün merkezinde durduğu yeni bir düzen içi muhalefet cephesinin ortaya çıkmasını engelleme girişimi. Düzen siyasetinin, bütün aktörlerini bağlayan, kendi hesaplarıydı bunlar. Hem muhalefet açısından Gül’ün ortak aday çıkarılma niyeti hem de buna dönük AKP-MHP’nin yaptığı karşı hamle.

Düzen-karşıtı güçler, kendi hesabını yapmalıydı; ancak bütün bu süreç bizatihi düzen güçlerinin hesaplarının parçası haline gelen bir tablo yaratmış oldu.

Yanlışlık buradaydı. Birinci yanlışlık; solun önemlice bir kısmının düzen aktörlerinin yaptığı hesabın bir parçası olmak, ikincisi ise; hesabın yanlışlığını görememektir.

24 Haziran iki boyutuyla değerlendirilmeye tabi tutulmalı. İlk boyutu ve önemli olanı, düzenin bundan sonraki seyri, burjuva düzenin nasıl yol alacağı, burjuva siyasetinin yönelimleri. Bununla birlikte, ikincisi, “yanlış hesabın” da masaya yatırılıp noktasının konulması gerekmektedir. Bir daha fenersiz yakalanmamak için…

Bir şey yapmak ile bir şey yapmamak ve doğru yapmak ile yanlış yapmak.

24 Haziran seçimi söz konusu olduğunda sol cenahta “yanlış yapanların” bugün savunduğu ve sığındığı temel gerekçe “bir şey yapmak” olarak karşımıza çıkıyor. Oturup izlemek yerine hiç değilse AKP’nin geriletilmesi adına bir şey yapmaya çalıştık denilmektedir özünde. Ancak bu, “yanlış yapılmasını” ortadan kaldırmıyor. Kaldı ki ortada “bir şey yapmak” adına yapılacak başka seçenekler varken… Ya da başka bir ifadeyle “doğrusunu yapmak” mümkünken…

Türkiye sosyalist hareketinde “bir şey yapmak” adına “yanlış yapıldığı” 24 Haziran seçimlerinde açık olarak görülmüştür. AKP-MHP tarafından dayatılan korsan seçime evet diyerek burjuva düzenin muhalefet kanadının hesaplarının parçası haline gelerek yapılan ilk yanlış, baştan aşağı yanlış bakkal hesabına inanmak noktasıyla daha büyük bir yanlışa dönüştü.

Bu işin cebirsel yönü: Birinci turda çok aday, ikinci turda Erdoğan’ın karşısına çıkacak –sağcı solcu fark etmez – adayın desteklenmesi, bu sayede Meclis’te çoğunluğu AKP-MHP blokunun kaybetmesi… Saadet Partisi, İyi Parti tam da bu mantıkla desteklendiler ve seçime sokulup, Millet İttifakı’nın parçası haline getirildiler. HDP ise, ayrı bir kanaldan barajı geçerek Meclis aritmetiğini değiştirecekti. (Aslında senaryoda başrolü Abdullah Gül oynayacaktı, ama hesap buna döndü) Bütün bu hesaplar, sermaye düzeninin, düzen partilerinin, düzen güçlerinin hesaplarıydı. Türkiye solunda önemlice bir kesim, düzen muhalefetinin bu hesaplarının doğrudan parçası olarak seçim politikası geliştirdi. Ağırlıklı HDP yandaşlığı bunun üzerine bina edildi.

İşin siyasal yönü ise daha ağırdı, ancak 24 Haziran seçiminde, cebir, siyasetin üzerini örttü. Aritmetik hesaplarla seçim politikası belirleyen bir siyasal garabetle karşı karşıya kaldık. Düzen muhalefeti, yukarıdaki cebirsel denklemi önümüze getirirken, bunun doğal ve organik siyasal zeminini ise “sağcılık” olarak kurdu. İnce’nin bütün seçim konuşmaları popülizm ile “toplumsal uyum, mutabakat, dış güçlerle barış” söylemi altında tam bir düzen restorasyonu ve muhafazakar seçmene seslenmekten ibaretti. AKP tabanından oy devşirmek için düzen muhalefeti AKP’yi aratmayacak bir sağcılaşma örneği ortaya koydu. Bu, tek başına seçim takıyyesi ya da taktiği olarak okunsa da özünde AKP eliyle kurulan rejime büyük bir zemin ve meşruiyet yaratmıştır. Görülemeyen en önemli siyasal yanlışlardan birisi budur. Solun bu hesabın parçası olması ise daha büyük tahribat yaratmıştır. Emperyalizm, gericilik ve sermaye karşıtlığı, bu girilen yolda düzen siyasetine meze edilmiş, önemsiz hale gelmiş, bu manasıyla liberalizmin yelkeninin doldurulmasına hizmet etmiştir. Gerek İnce’nin desteklenmesi ve gerekse HDP’nin desteklenmesi, cebirsel hesap yanlışlığının bir sonucu olsa da, siyaseten daha büyük bir maliyetle ele alınmak durumundadır.

İfade ettiğimiz gibi 24 Haziran seçim sonucunun siyasal yönünün daha çok tartışılması lazım, ancak yapılan yanlış hesabın da noktasının konulması gerekiyor.

24 Haziran ile birlikte burjuva düzen, yeni bir yönetsel modelle başkanlık modeline geçmiş, Erdoğan tek adam olarak başkanlık koltuğuna oturmuş, Meclis’te AKP-MHP çoğunluğu almış, ikinci bir faşist parti (İyi Parti) en az MHP kadar güç elde etmiş, totalde ise sağın Meclis’e taşındığı ve mutlak ağırlık kurduğu bir tablo ortaya çıkmıştır. Millet İttifakı kurulmuş, SP, DP ve İyi Parti’yi Meclis’e taşımış ve HDP barajı aşmış. Hele hele “HDP barajı geçmezse AKP-MHP en az 404 vekil, HDP barajı geçerse AKP-MHP en fazla 297 vekil” diye sokaklara asılan pankartı herkesin oturup düşünmesi gerekiyor. Hesap hatası mı, manipülasyon mu, algı operasyonu mu?

Demek ki, cebirle siyaset olmuyor. Düzen muhalefetinin cebirsel hesapları büyük bir çöküş yaşarken siyasal maliyeti sağ zeminin güçlenmesi olmuştur.

Mesele, başından beri bu hesapların yaratacağı sonucun bu olacağıydı. Görülemeyen tam da buydu. Bu anlamıyla seçimlere katılmama kararına yöneltilen “AKP’nin ekmeğine yağ sürer” suçlamasının tamamen boşa düştüğü, tersine, seçimlerin katılmanın AKP’nin ekmeğine yağ sürdüğü bir sonuçla noktalandığı artık bugün ifade edilmek durumunda. Siyaset, salt nicelikle değil nitelikle yapılabilir. Bir şey yapmak ile yanlış yapmanın diyalektik sonucu tam da burada aranmalıdır.

Siyaseti, devrimci siyaseti cebirsel hesaplara sığdıran ve düzen aktörlerinin seçim hesaplarının kurbanı olanlar, bundan daha öte, burjuva düzenin siyasetine kurban gitmişlerdir.

Müesses seçim, önce AKP-MHP tarafından kuruldu, sonra sermaye düzenin başta liberaller olmak üzere burjuva aktörleri tarafından geliştirildi. Türkiye solunun önemlice bir kısmı, müesses seçimin parçası olarak “bir şey yaptığını” düşündü.

Seçim öncesinde çok yazdık; bir kez daha belirmek gerekirse, 24 Haziran Erdoğan’ın başkanlık seçimi, sağın sağla yarışı, sağın Meclis’e taşınma seçimiydi. Bu anlamıyla, 24 Haziran’ın cebirsel yönünü bir kenara bırakırsak siyasal bazı noktalarını daha fazla açmak gerekmektedir: Müesses seçim, müesses düzenin kurulmasını sağlamıştır.

7 Haziran, 1 Kasım ve 24 Haziran seçimlerine daha genel bir yaklaşımla bakarsak AKP, MHP ve İyi Parti oylarının toplamı her seçimde oran olarak artan bir eğilimle karşımıza çıkar. Bu seçim hesaplarını yapan bazı liberallerin, 1 Kasım’da yüzde 49 oy alan AKP’nin bu seçimde oylarının yüzde 42’ye düşmesini görüp, yedi puanın İyi Parti’ye gittiğini hala anlatabiliyor, yediyi kim yedi gibi “seçim hesabının” sağlamasının derdine düşebiliyor.  Ancak 7 Haziran seçimleriyle AKP’nin oy oranının aynı olduğu, MHP’nin yüzde 17’e yaklaşan oy oranının bu seçimlerde ikiye bölündüğünü ve hatta artırdıklarını işin başka bir tarafı olarak ve İyi Parti’nin sağcı karakterini görmezden gelebiliyor.

Bugün Meclis’te çoğunluk mutlak sağdadır. Saadet Partisi, BBP, DP Meclis’e taşınmıştır. İki faşist partinin varlığı, gerici AKP iktidarı ile birlikte düzenin tesisinde önemli bir zemin olacaktır. 24 Haziran seçimleri, düzenin tesisinde önemli ve son kavşağın dönülmesi manasına gelmiştir.

Bu tartışma, 16 yıllık AKP karşı-devriminin geriye döndürülüp döndürülmeyeceği ile ilgilidir ve 24 Haziran seçimleri bu tartışmayı da kapatmıştır. AKP eliyle yıkılan birinci Cumhuriyet yerine yine AKP tarafından kurulan ikinci Cumhuriyet’e geçiş süreci 24 Haziran seçimleriyle büyük ölçüde tamamlanmıştır. Başkanlık modeline geçiş, sermaye diktatörlüğünün yeni modeli olarak AKP karşı-devrim sürecinin “zirvesi” olarak görülmelidir. Zamanında bazı liberallerin dillendirdiği ve son olarak Erdoğan tarafından dile getirilen “demokratik devrim tamamlanmıştır” sözü, 24 Haziran ile birlikte sermaye diktatörlüğünün sürekliliğinde yeni bir aşama, AKP karşı-devrim sürecinin de doğal sonucudur. Bunun demokratik bir devrim değil, tersine bir karşı-devrim süreci olduğunu yazmaya bile gerek duymuyoruz.

AKP eliyle kurulan rejimin, havada kalıp kalmadığı, yerleşip yerleşmediği sorunu, müesses seçim aracılığıyla aşılmış, yeni düzen sermaye açısından tesis edilmiştir. Artık müesses düzen dönemi başlamıştır.