İyiyiz, iyi olacağız!

Toplumun tepkilerinin karmaşa içinde olduğu bir dönem içinde yaşıyoruz. Diken üstünde yaşama hali herkesi bezdirse de, genel eğilim olarak “katlanılması gereken bir yaşam” olduğuna inanıyoruz. Bir kısmımız içinse yaşadığımız koşullar artık katlanılmaz hale gelmiş durumda. Yaşanılan koşulları değiştireceğine inanmayan toplum için geriye kaçma ile karamsarlık arasında gidip gelen bir “duygu karmaşası” kalıyor. Bu duygu karmaşasının... View Article

Toplumun tepkilerinin karmaşa içinde olduğu bir dönem içinde yaşıyoruz. Diken üstünde yaşama hali herkesi bezdirse de, genel eğilim olarak “katlanılması gereken bir yaşam” olduğuna inanıyoruz.

Bir kısmımız içinse yaşadığımız koşullar artık katlanılmaz hale gelmiş durumda. Yaşanılan koşulları değiştireceğine inanmayan toplum için geriye kaçma ile karamsarlık arasında gidip gelen bir “duygu karmaşası” kalıyor. Bu duygu karmaşasının sonucu olarak da “iyi değiliz” söylemi rahatlıkla karşılık bulmuştu. Doğal bir durum ama değiştirme iradesine sahip olmayan her öfke ve rahatsızlık sonuçta büsbütün bir vazgeçme ile sonuçlanır.

Bugün toplumun yönetici sınıfları haricinde “iyi olanların” sayısı yok denecek kadar az. Bu gerçekliğin değişmesi gerekiyor. Dolayısıyla, mevcut durumun yarattığı rahatsızlıkların sonucu olarak sorgulama eylemine başvuranların aynı zamanda değiştirme iradesine de sahip olması gerekiyor. Değiştirme iradesi “iyiye ulaşma” arzusunu da barındırmak zorunda.

Kendimizi kandırmak ya da oyun oynamak için değil, mevcut durumdan bir çıkış yakalamak için böyle bir arzuya sahip olmak zorundayız.

***

Böyle bir arzunun sürekliliğinin sağlanması için de başka şartlara ihtiyaç var. Kendiliğinden böyle bir arzuyu sürekli kılmak her bir bireyin iradesine bağlı olacağından bir süreklilik kurmak imkânsıza yakın olacaktır. Sonuçta ortaya bir tür havuz problemine benzeyen bir sonuç çıkar. O nedenle “başka şartların” açığa çıkartılması gerekiyor.

Daha önce bu köşede “iyi olmak” üzerine bir dizi yazı çıkmıştı. 90 Trakyalı işçinin hikâyesine ya da metal işçilerinin grevi sonucunda “işimizin şimdi başladığına” ilişkin değerlendirmelere başvurmuştuk. Bu yazıların her biri “başka şart” adını verdiğimiz olgunun sağlanmasına işaret ediyordu. Buradan devam edeceğiz, sınıf mücadelesinin yarattığı tüm olanaklara gözümüzü dikeceğiz.

Bu olanaklardan bir diğerini de “inşaat işçileri” yaratıyor. Çok büyük oranda diğer kesimlerde oluşan mücadele algısının bir benzerini oluşturan inşaat işçileri, cam ve metal işçilerine göre “örgütsüz” ve “anlık” tepkilerle daha fazla bezenmiş durumda. Dolayısıyla genel olarak bu kesimde ortaya çıkan her bir hak arama eylemi daha bireysel ve “ekonomik yanı ağır basan” bir görüntü çiziyordu. Bugün bu görüntü değişmeye başladı. Bu değişikliği yaratan sektörde faaliyete geçen ve geçtiğimiz yılların dernek deneyimine dayanan İnşaat ve Yapı İşçileri Sendikası (İYİ-SEN).

İnşaat sektöründe benzer amaçlarla hareket başka sendikalar da var. Ancak İYİ-SEN sistematik bir çalışmayı, bağımsız sınıf hareketinin parçası olmayı ve dahası sendikal bilincin değil, siyasal bilincin önemli olduğunu bilen bir iradenin ürünü olarak ortaya çıkmış durumda. Dolayısıyla sektörde her bir hak arama eyleminde “kazanımla” sonuçlanmasını her şeyin üzerinde tutuyor İYİ-SEN. “Biriktirerek mücadele etmek” temel kalkış noktalarından biri.

Bu temel kalkış noktasına sektörün ilginç bir nesnelliği de eşlik ediyor. Son yılların “parlayan sektörü” olarak pazarlanan inşaat sektöründe işler “doyum noktasına” ulaşmış durumda. Dolayısıyla sektörün tekelleri için sömürü düzeylerini arttırmak ve rakiplerini bertaraf etmek dışında bir şans kalmıyor. Bunun ürünü olarak da sektörde çalışan işçilerin büyük çoğunluğu örgütsüz ve deneyimsiz olmasına karşı bireysel tepkilerden toplu tepkilere doğru yöneliyor.

***

Son bir ayda toplu tepkilerin ürünü olarak iki fiili grevle karşılaşıldı. Gazete Manifesto’yu yakından takip edenler bu iki grevi doğrudan takip edebildiler. Bunlardan birincisi Ankara’da, bir diğeri ise yurt dışında gerçekleşti. Her ikisinde de işçiler büyük tekellerle karşı karşıya geldi. Ancak fiili ve meşru bir mücadele zeminine yaslanan, işyeri örgütlülüklerini kuran ve en önemlisi düzenle karşı karşıya geldiğini fark eden işçiler sektörün iki devini “çok süre geçmeden” dize getirmeyi başardı.

Bu durumun ciddi bir biçimde önemsenmesi gerekiyor. Sınıf mücadelesinde her zaman örneklerine rastlayabileceğimiz bir mücadele tipinin ötesinde anlamlar barındırıyor. Zira bu sektörde yaşanan hak arama eylemleri hızla düzenin soğuk yüzüyle karşı karşıya geliyor. Dolayısıyla diğer “ekonomik bilince” yaslanan eylemlerin aksine bu tür eylemlerin sonucu olarak siyasallaşma eğilimleri yaratmak mümkündür.

Siyasallaşma eğilimini kurmanın yolu “örgütlü deneyim birikimi” sağlamaktan geçiyor. İYİ-SEN örneği bu birikimi yaratmanın araçlarından bir tanesi. Aynı zamanda “sınıf sendikacılığı” adı verilen anlayışı somutlaması açısından da önemli bir deneyim biriktirmiş durumda. “Sınıf sendikacılığı” anlayışının yalnızca bir tür sendikal rekabetin söylemi olarak değil, sınıf mücadelesinin yasalarını gerçekleştirmek adına da işlev görebilmesi gerekiyor. Her iki grev deneyimi bu açılardan nasıl bir yol alınması gerektiğini göstermiştir.

Şimdi sırada tekil tekil örneklerden çıkılarak genel bir akımın yaratılması görevi bulunuyor. Ülkenin ve insanımızın kaderi bu görevin hakkıyla başarılmasına bağlı. Bu nedenle de “esas işimiz” şimdi başlamakta. Bu esas işi yüklenirken yürünecek uzun yolda “iyiyiz, iyi olacağız” demekten başka bir çaremiz yok.