İran’ın emperyalizmle dansı

İran’ın emperyalizmle dansı

06-01-2018 08:30

PUSULA | İran’ın emperyalizmle dansı

Zafer Aksel Çekiç

İran’da ABD ve İngiltere’nin Musaddık’ı devirdiği Ajax Operasyonu’nun tekrarlanması emperyalizmin rüyalarına girse de İranlı emekçilerin emperyalizme karşı tavırlarının değişmeyeceğini öngörebiliriz.

İran tarihinin emperyalizmle mücadele üzerine kurulu olduğu söylenebilir. İran 19. yüzyıl boyunca ve 20. yüzyılın başında İngiltere ve Rusya’nın emperyalist oyunlarının merkezindeydi. İngiliz diplomat George Curzon İran’ı dünya egemenliği için oynanan oyunda bir “satranç parçası”na benzetiyordu.

Ancak İran’da bu oyun hiçbir zaman emperyalistlerin Şahlar nezdinde bulduğu işbirlikçiliğin ötesinde uzun süreli başarılar elde edemedi. Örneğin, İngiliz kapitalistlerine verilen petrol ve tütün kapitülasyonları İran halkının protestoları ve boykotları sayesinde bir süre sonra geri alınmak zorunda kalındı. Elbette Rusya’nın bu kapitülasyonlara karşı hamleleri de emperyalistler arasında bir tür denge tutturmaya çalışan korkak hanedanın geri adımlar atmasını kolaylaştırıyordu.

Emperyalizmin ayağına basınca

1979’daki “İslam Devrimi”ne kadar 1951-1953 arasında başbakanlık yapan Muhammed Musaddık’ın ayrıksı çıkışı dışında İran’ın emperyalizmle ilişkileri esas olarak işbirlikçi hanedanlar ile halkın çatışmaları üzerinden belirlendi. Musaddık komünist Tudeh Partisi’nin de desteğiyle geldiği iktidarda, işsizlik tazminatı, fabrika sahiplerinin ödeyeceği hastalık ve sakatlık yardımları, köylülerin toprak sahipleri için zorla çalıştırılmasının yasaklanması ve toprak sahiplerinin kiracılarından elde ettikleri gelirlerin bir kısmıyla oluşturulacak bir fon ile kırsal bölgelerde yatırımlar yapılması gibi bir dizi toplumsal reformu hayata geçirdikten sonra petrolün millileştirilmesi gündeme geldi.

İran tarihinin en hareketli dönemlerinden birinde Musaddık, 1 Mayıs 1951’de İngilizlerin İran petrolleri ve dolayısıyla Şah ile İran üzerindeki kontrolünü sağlayan Anglo-İran Petrol Şirketi’ni millileştirdi. Bu adım sonrasında İngiltere’nin ağır yaptırımları ve ablukası geldi. Başta komünist Tudeh Partisi olmak üzere geniş halk kesimlerinin desteğini arkasına alan Musaddık, 1952’de yenilenen seçimler, istifa, halk ayaklanmaları ve yeniden görevlendirilme gibi hareketli bir dönemin sonunda İngilizlerin İran petrolleri üzerindeki kontrolünü ortadan kaldırmasının karşılığında 1953’te ABD’nin Ajax Operasyonu adını verdiği Şah Rıza Pehlevi’nin başını çektiği bir darbe ile devrildi.

İran’da 1979’da Şah’ın devrilmesinin ve bugününün en temel belirleyenlerinden olan Musaddık’ın devrilmesi İran’daki emperyalizm karşıtı damarın güçlü ve köklü olmasının da bir sonucudur denilebilir. Musaddık bir sosyalist olmasa ve hatta sosyalizmden haz etmediğini ifade etse de bölgede emperyalizmin çıkarlarına karşı en önemli karşı çıkışlardan birini gerçekleştirerek tarihe geçmiş oldu.

Anti-emperyalizm mi, karşı karşıya geliş mi?

Bu doğrultuda, İran’da “İslam Devrimi”nin ve mollalar rejiminin emperyalizme ve onun desteğini alan Siyonizme karşı yükseldiğini söyleyebiliriz. Rejimin kurulmasıyla birlikte Tahran’daki ABD Büyükelçiliği’nin işgal edilmesi ve emperyalizmin Irak’ı kullanarak İran’a saldırması gibi bir dizi kriz başlığında emperyalizmle karşı karşıya gelindi.

İslamcılığın ve devrimin “ihraç” edilmesi hedeflerinin daha yoğun olduğu ilk on yılın ardından bugün daha “gerçekçi” bir yaklaşıma gelindiği, Çin ve Rusya ile geliştirilen ilişkilerin önem ve öncelik kazandığı söylenebilir.

Öte yandan, mollalar rejiminin esas olarak yoksul halk tabakalarına dayandığı da biliniyor. Buna karşın rejimin halkçı bir ekonomi kurmak yerine esas olarak Şah dönemindeki kapitalist ekonomiyi eski aristokratlar, patronlar ve toprak sahiplerinin yerine önce devrim sırasında öne çıkan militanlarını ve bugünlerde daha çok rejime bağlı olmayı kabul etmiş aileleri geçirip sürdürmekten öteye özel bir adım atmadığı da görülüyor.

Bu çerçevede, İran’ın emperyalizmle ilişkilerinin bir karşı karşıya gelişten öteye anlam atfetmemek gerekiyor. Mollalar rejiminin işbirlikçi Sünni rejimleri tarafından kuşatılmamak adına halen sürdürdüğü İsrail karşıtlığının da emperyalizmle bir karşıtlıktan ziyade karşı karşıya geliş yarattığı söylenebilir.

Mollalar rejiminin bir yandan İran halkında derin kökleri olan emperyalizm karşıtlığına mecbur olmasının ve emperyalizmle uyum başlığındaki nesnel sınırlarının bu açıdan belirleyici kabul edilmesi gerekir. Bu nedenlerle, kapitalizm karşıtlığıyla belirlenmeyen emperyalizm karşıtlığının enin sonunda bir uyum noktası yakalamasının ihtimal dahilinde görülmesi de gerekir. İran’ın emperyalizmin Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı yeniden belirleme projesinde Sünni eksenini kullanma hamlesine karşı geliştirdiği direniş refleksinin de bu anlamda nesnel sınırları var.

İran’ın emperyalizmle ilişkilerinin bir karşı karşıya gelişten öteye anlam atfetmemek gerekiyor.

Nükleer güç olma arayışı

Bu açıdan İran’ın nükleer güç olma arayışı yeni olmadığı gibi esas olarak emperyalizmin bir projesi olarak geliştirilmiş olmak gibi şaşırtıcı sayılabilecek bir yöne de sahip. 1950’lerde başlayan nükleer enerji projeleri ABD ve Avrupa ülkeleri tarafından 1979’da kadar doğrudan yatırımlarla gerçekleştiriliyordu.

Öte yandan, mollalar rejiminin kurulması ve ardından gelen İran-Irak Savaşı ile ulusal güvenliği açısından caydırıcılığını yükseltmek İran açısından öncelikli hale gelirken emperyalizmin nükleer projelere desteği de kesildi. İran’da rejim, Çin ve Rusya’dan Arjantin’e kadar ilişki kurabildiği tüm devletlerle nükleer programını geliştirmeye çalışsa da ABD baskısı ile bu hamleler engellendi.

Bunun üzerine İran, uranyum zenginleştirme çalışmaları nedeniyle 2003’ten itibaren Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ile karşı karşıya gelmeye başladı. 2006’dan itibaren ise İran’ın nükleer enerji programı BM Güvenlik Konseyi tarafından yaptırımlarla engellenmeye çalışıldı. Sonuçta, geçtiğimiz aylarda Donald Trump tarafından uyulmadığı iddia edilen 2015 yılındaki anlaşmaya kadar bu yaptırımlar İran ekonomisini zorladı.

Bugün hala bu yaptırımların etkileri sürmekle birlikte özellikle Almanya ve Fransa sermayesinin İran’a hızlıca döndüklerine tanıklık ettik. ABD’nin İran’a yaptırım uygulama ısrarı ve AB’nin buna karşı ayak diremesinin arkasında da bu durum yatıyor. Öte yandan, bu durum aynı zamanda mollalar rejiminin emperyalizmle karşı karşıya gelişinin pragmatist bir şekilde unutulabileceğini de gösteriyor.

Son günlerde İran’da yaşanan protestoların ardından ABD ve İsrail’den gelen açıklamalar bir fırsatın değerlendirilmeye çalışıldığını gösterse de İranlı emekçilerin yaşadıkları ekonomik zorluklara karşı tepkilerinin kolaylıkla manipüle edilemeyeceği de görülüyor. Buna karşın, mollalar rejiminin kendisini korumak için atabileceği pragmatist adımların İran’ın emperyalizmle dansını ve geleceğini belirleyici olacağı söylenebilir.