İki Kantorowicz, iki bildiri

Naziler Almanya’da iktidara geldiklerinde, Alfred Kantorowicz Bonn Üniversitesi’nde çalışan bir diş hekimliği profesörüydü...

Akademik yaşamın en önemli özelliklerinden biri, başınızda size iş buyuran bir kişinin olmamasıdır. Daha doğrusu olmaması gerekir. Bilgi üretimi gibi, sadece geçerli sayılan bilgilerin yanlışlanması üzerine kurulu bir sistemde otoritenin varlığı zaten işin doğasına aykırıdır. Gelin görün ki hal hiç de böyle değil; hele Türkiye için durum iyice içler acısı. Örneğin, üniversite senatoları aynı anda, aynı konuda neredeyse aynı sözcüklerle açıklamalar yayınlıyorlar, tam da resmi görüşe uygun içimde. Bırakın otoriteden emir almamayı, işler, deyim yerindeyse yalakalık düzeyine vardı ülkemizde. Artık dekanlar cumhurbaşkanının elini öpmeye yelteniyorlar. Yetmiyor, hukuku katleden yöneticilere fahri hukuk doktoru unvanı veriyorlar.

Elbette olumlu örnekler de yok değil. Bugün aynı soyadını taşıyan, yolu bir biçimde Türkiye’ye düşmüş iki bilim insanından söz edeceğim size. Sonra oturup bir düşünmek gerekecek.

***

Naziler Almanya’da iktidara geldiklerinde, Alfred Kantorowicz Bonn Üniversitesi’nde çalışan bir diş hekimliği profesörüydü. Tüm dünyada kendi alanında en önemli isimler arasındaydı. Koruyucu hekimliğin de önemini ilk vurgulayanlardan biri idi. Resmi raporlarda “faal bir komünist” olarak tanımlanıyordu.

4 Nisan 1933 günü Bonn Üniversitesi’nden elli kadar öğretim üyesinin Hitler’e bağlılıklarını bildiren “Pro Adolf Hitler” diye bilinen bildiriyi yazmalarıyla birlikte bilim insanlarına saldırı ivme kazandı. Bu bildiriye imza atmayanlar artık hedefti. Kantorowicz de elbette imza atmayanlar arasındaydı ve önce işten atıldı sonra dört ay süreyle Bonn hapishanesinde “koruyucu gözetim” altına alındı. Sonrasında dört ay bir toplama kampında (Boergermoor) tutulduktan sonra tanınmış sosyalist ve entelektüellerin toplandığı Lichtenburg toplama kampına götürüldü. Neyse ki bu arada Türkiye’de iyi şeyler oluyordu. Genç Cumhuriyet bilimsel bir atılım peşindeydi ve bizzat Mustafa Kemal’in araya girmesiyle Kantorowicz toplama kampından çıkartılıp, ailesi ve kütüphanesiyle birlikte Türkiye’ye getirildi ve uzun yıllar burada çalıştı (1).

***

İkinci Kantorowicz’in ön adı Ernst.  Kendisi önemli bir ortaçağ tarihçisi. “Kralın İki Bedeni” (Bilgesu Yayınları) isimli kitabı piyasada bulunuyor. Dönemin siyasi düşünce tarihi açısından ilginç ve önemli bir kitap. Neyse, gençliğinde sokak çatışmalarına girecek ölçüde milliyetçi olan Kantorowicz 1917’de Asya Birlikleri’ne katılıp Osmanlı İmparatorluğu’na gönderilir. O sırada Anadolu’ya yapımı devam eden Bağdat Demiryolu İdaresi’nde görev alır. Görevi Osmanlı ile Bağdat Demiryolu Şirketi arasında işbirliğini düzenlemektir. Şirketteki görevinin yanı sıra Osmanlılardaki Esnaf Loncaları’nı inceler (2).

1932 yılında Frankfurt Üniversitesi’nde tarih profesörü olarak göreve başlayan Kantorowicz’in görevine, 1934 yılında son verilir. Nedeni Musevi olmasıdır. Sonra ülkeden ayrılıp önce İngiltere’de (Oxford)arkasından ABD’de (Berkeley) çalışmaya başlar. Ta ki 1950’li yılların başlarına dek. Artık ABD komünist avı  ve “McCarthy” dönemindedir. İnsanlara komünist olmadıklarına, komünizme karşı olduklarına ve ABD’nin yanında olduklarına dair yemin belgesi imzalattırılmaktadır. Metnin içeriğine tam olarak karşı olmasa da, Kantarowicz sadece devlet istedi diye belgeyi imzalamaz ve üniversiteden uzaklaştırılır.

***

Her iki Kantorowicz de metni, içeriğini tartışmadan akademiye müdahale olarak gördüğü için imzalamamıştı. Düşünüyorum da, acaba otorite, örneğin YÖK, iktidara ve devlete bağlılık yemini Türkiye’de imzaya açsa, kaç akademisyen imzalamaz?

Herkesin ismi Kantorowicz olmayabilir ama bilim insanının tavrı net ve özgürlükten yana olmalıdır. Yoksa ona bilim insanı denmez.

http://haber.sol.org.tr/blog/bilimin-izleri/izge-gunal/alfred-kantorowicz-112635

https://www.interajans.nl/halit-celikbudak-yazdi-kantorowicz-ve-vatan-icin-olmek/