Gericilik kadın cinayetlerine 'kılıf' arıyor

Son 10 yılda kadına yönelik şiddet vakalarındaki artış yüzde 300’ü geçti. Her gün yeni birkaç vaka ile karşılaşıyoruz...

Gericilik kadın cinayetlerine 'kılıf' arıyor

İlerici Kadınlar Derneği MYK üyesi Aydan Çetintürk Güner

Son 10 yılda kadına yönelik şiddet vakalarındaki artış yüzde 300’ü geçti. Her gün yeni birkaç vaka ile karşılaşıyoruz. Bu oldukça ciddi sorunun temelinde toplumda giderek artan gericilik ve toplumsal yaşamı dini referanslarla yeniden kodlama politikaları vardır. Kadını toplumsal yaşamdan uzaklaştırıp eve kapayan, ona sadece iyi bir anne ve eş rolünü biçen “yeni” Türkiye’nin “yeni” düzeninde kadına “sus ve eşin ne derse onu yap” denmektedir. Kendine biçilen bu rolü kabul etmeyen, aile içi şiddete boyun eğmeyen ve insanca yaşama arzusunu dile getiren ve bu doğrultuda adım atan kadınların karşısına gericiliğin, dini referanslarla kodlayarak adeta canavara dönüştürdüğü eşleri ve akrabaları çıkıyor.  Her defasında daha fazla şiddet uyguluyor ve boyun eğdiremeyince de işi cinayete kadar götürüyor.

Durum giderek daha vahim bir hale geliyor, kadına yönelik bu şiddet vakalarında ne yazık ki şiddete başvuran bu erkeklere zaman zaman kadın aile üyelerinin de yardım ettiklerine şahit oluyoruz. Gericiliğin beslediği cehaletin ülkemiz insanlarını getirdiği bu noktada ilerici, eşitlikçi ve özgürlükçü aydın kesimlerin boyun eğmeyen mücadelesi ile toplumsal muhalefette bir kıpırdanmanın başlamasıyla iktidarın yandaş medyası hemen hedef şaşırtma çalışmalarına başladı.

“6484 sayılı kanun Türk aile yapısına uygun değildir” iddiası

Köşesinde bu konuya günlerce yer veren Akit yazarı Faruk Arslan, kadına yönelik şiddeti önleme amacıyla, Türk aile yapısına dikkat edilmeden hazırlanan 6284 sayılı kanunun aile fertlerini cinnete sürüklediğini ileri sürdü.

Faruk Arslan, “şiddet olmasa dahi kadının en ufak şikayetiyle erkeklerin evlerinden 1 ila 6 aylık uzaklaştırılmasını öngören 6284 ile öfke patlamaları yaşanıyor, yasanın yanlış hükümleri, cinayet vakalarına neden oluyor, ‘İstanbul Sözleşmesi’ olarak bilinen Avrupa Konseyi Sözleşmesi hükümleri göz önüne alınarak hazırlanan 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un Türkiye’nin dokusuna uymuyor” savıyla cinayetlere kılıf uydurmaya çalışıyor.

Bu konuda kendi savını güçlendirmek için de eğitimci Sosyolog Serpil Karataş’ın sözlerini referans veriyor, Daha önce aile içerisinde kısa süreli ve geçici oluşan sorunlar, 6284 sayılı yasa sonrası cinayete dönüşüyor. Rakamlar da bunun tescilidir. Eşlere en küçük bir şikayette dahi uzaklaştırma verilmesinin cinneti körüklüyor. 6284 ile uygulanan uzaklaştırma yaptırımları insanları şoka sokuyor. Bir babanın evine 3 ay, 5 ay, 6 ay girememesi ne demek? Bu yasa ile hiçbir belge aranmaksızın evinden uzaklaştırılan, beyanına dahi başvurulmayan erkeğin ne barınma ihtiyacı sağlanıyor ne de psikolojik destek sağlanıyor. Maddi gücü yoksa 6 ay sokaklarda yatan bir eşin hangi psikolojiye girebileceği devletimizce düşünülmüyor. Çocuğuna, yuvasına hatta eşine duyduğu özlem, yasaklarla katlanıyor ve öfkeye dönüşebiliyor. Ve maalesef evinden uzaklaştırılan aile ferdi, eşine karşı intikam hisleriyle dolabiliyor”.

“‘Kadına şiddet’ üzerine koparılan fırtına sahte ve yapay bir fırtınadır” iddiası

Aynı gazete yazarlarından Alparslan Aydar da kendi köşesinde, AKP iktidarının kadın ve aile politikalarındaki tutarsızlığın “GEZİ aklı” tarafından keşfedilmiş olduğunu iddia ediyor ve bu iddiasını Yar. Doç. Dr. Mücahit Gültekin, Uz. Psikolog Meryem Şahin tarafından hazırlanan ‘Türkiye’de ve Dünyada Kadına Şiddet’ adlı rapor ile beslemeye çalışıyor.

Bu rapora göre şiddet tanımı üzerinden ailenin bilinçli bir şekilde tahrip edilmesine dönük politikaların uygulanmak istendiğini ileri sürmektedir. Rapor sonuçlarına göre aile ortamının, evliliğin ve evin güvenilmez olduğu, şiddetin kaynağı olduğu şeklinde bir zihinsel alt yapı oluşturulmak istendiği ortaya çıkmaktadır. Şiddetin tüm risk faktörleri göz önüne alınmadan şiddetin tek nedeni, ‘toplumsal cinsiyet eşitsizliği’ olduğu gösterilmekte, insanlar ve toplum yanıltılmaktadır. Veriler, yanlış yorumlanmakta ve değerlendirilmektedir. Kadın, kadın olduğu için şiddete maruz kaldığı şeklinde bir zihin inşa edilmeye çalışılmaktadır. Kadının hem kocasına hem de çocuğuna uyguladığı şiddet üzerinde hiç durulmamakta, bu olgu yok varsayılmaktadır. Kadına şiddeti cinsiyet temeli üzerinde açıklayan zihniyet, bu iki konuyu görmemezlikten gelmekte, cinsiyet faktörünü hiç göz önüne almamakta, söz konusu etmemektedir. Kadına şiddet amaçlı yapılmış saha araştırmalarında sorularla, muhataplar yönlendirilmektedir.

“Erkeklerin mağduriyeti ‘NAFAKA’ bir zokadır” iddiası

“Nafaka tartışmaları asıl büyük problemin üzerini örtme işlevi gören bir ZOKA’dan ibarettir” diyen yazar, asıl büyük problemin ise 6284 sayılı kanunla birlikte gündeme gelen erkeğin mağduriyetidir ve nafaka gündemde tutularak bu problem hafife alınmaya çalışılıyor diye iddia ediyor.

Yazar, kadın cinayetlerini, özellikle boşanma sürecinde her şeyini kaybeden babaların cinnet halinde işlediği cinayetler olarak tanımlıyor. Ancak, konu kasıtlı olarak “nafaka” ile sınırlandığından “mağdur” babalarının söyleyecek sözü kalmadığını söylüyor. Bu durumda da şiddete başvurmayı kaçınılmaz görüyor. Hatta bazı babaların da kendi canına kıydığını söyleyerek duygusal olarak etkileme çabasına giriyor.

Ne 6284 sayılı kanun ne de İstanbul Sözleşmesi ülkemizin aile yapısına terstir. Ancak  aile yapısını İslami şartlara göre belirlemeye çalışanlara terstir. Kadını “bir hayvan türü” olarak görenlere terstir. Kadını “alınıp satılabilir bir mal” olarak görenlere terstir.

Üstelik de yandaşların bu kadar tepki gösterdikleri bu kanun ve sözleşme maddeleri olması gerektiği gibi işletilmemektedir. Kanunun 16. Maddesi olan “kurumlar arası koordinasyon ve eğitim” konusunda her hangi bir uygulama göze çarpmıyor. Hatta bu maddenin 6. bendi der ki, “İlköğretim ve ortaöğretim müfredatına, kadının insan hakları ve kadın erkek eşitliği konusunda eğitime yönelik dersler konulur”. Tam aksi yönde hazırlanmadı mı kitaplar?