Danışmanlıktan müdahaleye: McKinsey’in kirli sicili

TKH Merkez Komite üyeleri Kamil Tekerek ve Irmak Ildır, Hükümet'in açıkladığı "McKinsey ile çalışma" kararı için değerlendirmede bulundu.

Danışmanlıktan müdahaleye: McKinsey’in kirli sicili

HABER MERKEZİ

Bilindiği gibi, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak; geçtiğimiz Cuma günü Birleşmiş Milletler 73. Genel Kurul görüşmeleri için bulunduğu New York’ta, ABD İş Konseyi (TAİK) tarafından düzenlenen 9. Türkiye Yatırım Konferansında yaptığı açıklamalar ile kamuoyunda yeni bir tartışmanın kapılarını aralamıştı.

Yeni Ekonomi Programı (YEP) çerçevesinde değişim ile ilgili yeni bir birim kurduklarını aktaran Albayrak, “Yeni program bünyesinde kurulan Maliyet ve Dönüşüm Ofisi için uluslararası yönetim şirketi McKinsey ile çalışmaya karar verdik. 16 bakanlıktan temsilcilerin bulunduğu bu ofis, tüm hedeflerimizi ve sonuçlarımızı her çeyrekte kontrol edecek” demişti.

Gazete Manifesto olarak McKinsey ile varılan mutabakatı, şirketin Ortadoğu ve bölge ülkelerdeki sicilini Türkiye Komünist Hareketi Merkez Komite üyeleri Kamil Tekerek ve Irmak Ildır ile değerlendirdik.

IRAK ANAYASASINA MÜDAHALE

Türkiye ekonomisine “çekidüzen” vereceği söylenerek anlaşma yapılan Amerikan McKinsey firmasının dünya üzerinde gerek ülkeler gerekse şirketler bazında emperyalizmin yönelimleri doğrultusunda önerilerde bulunduğunu belirten Kamil Tekerek, bu şirketin yakın dönemde Ortadoğu’da el attığı başlıklardan bir tanesinin Irak ile ilgili olmasının şaşırtıcı olmadığını vurgulayarak şunları kaydetti;

“2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgal etmesi ve Saddam yönetimini devirmesi sonrasında, Irak’a ‘istikrar ve demokrasi’ getirmek adına Amerikan uluslararası yönetim şirketi McKinsey devreye giriyor. 2005 yılında Irak’ta referandumla kabul edilen ve açık bir şekilde emperyalizmin tercihleri doğrultusunda hazırlanan Irak Anayasası’nın altında McKinsey’in imzası mevcut.

ABD’nin işgalinin meşrulaştırılmasının en önemli adımlarından biri olan Anayasal düzenleme Irak’ın meşru ya da seçilmiş kurumları tarafından değil, bir Amerikan şirketi tarafından hazırlandı ve Amerikan silahlarının gölgesinde halka kabul ettirildi. Bu meseleye dair öne çıkan bazı başlıklar ise Anayasa’nın biçiminden ziyade içeriğine dair tartışmalarla birlikte görünür oldu. McKinsey tarafından hazırlanan Irak Anayasası taslağında Irak halkı içerisinde tartışma yaratan gündemler, federalizm, İslamiyet’in Irak’taki rolü ve emperyalizmin Irak’ı Baassızlaştırma operasyonu olarak öne çıkmıştır. Bir notu arada ifade etmekte fayda var: McKinsey gibi bir kurumun ABD emperyalizminin ve uluslararası sermayenin çıkarlarından bağımsız bir kimliği bulunmuyor. Yani McKinsey vb… kurumlar doğrudan ABD’nin çıkarları doğrultusunda emperyalist sistem içerisindeki ekonomik ya da siyasi düzenlemelerde görev alıyorlar. Dolayısıyla, McKinsey’in Ortadoğu sicilinde yazanları da bu pencereden değerlendirmek gerekiyor.

2005’e ve Irak Anayasası’na dönersek, bu bahsettiğimiz şeyi somutlamak adına Anayasa’da yer alan bazı maddelere göz atmak yeterli gibi görünüyor.

Madde 1: Irak Cumhuriyeti egemen, bağımsız ve federal bir devlettir. Yönetim şekli cumhuriyetçi, temsili (parlamenter) ve demokrattır.

Madde 2: 1. Devletin resmi dini İslam’dır ve yasamada temel bir kaynaktır.
a) İslam’ın değişmez hükümleriyle çelişen yasa çıkartılamaz.
b) Demokrasi ilkeleriyle çelişen yasa çıkartılamaz.
c) Bu anayasada yer alan temel hak ve özgürlüklerle çelişen yasa çıkartılamaz.

Madde 3: Irak milletler, dinler ve mezhepler ülkesidir. Arap Camiası’nın kurucu, aktif üyesidir, Arap Camiası sözleşmesine bağlıdır ve İslam aleminin parçasıdır.

Irak Anayasası’nın ilk üç maddesi Irak’taki dinsel, mezhepsel ve etnik/ulusal çelişkilere oynayabilmek için yeterli zemini sunuyor görüldüğü üzere. Günümüzde ne Sünniler ile Şiiler arasındaki sorun çözüldü ne de Araplar, Kürtler ve Türkmenler arasındaki savaşlar sona erdi. Dolayısıyla bir kere daha emperyalizmin çoğulculuk masalı ile karşı karşıya olunduğunun bilinmesi gerekiyor. Federal Irak’tan daha fazla demokrasi ve özgürlük çıkmayacağı açıktır. Bu ortamda ancak ve ancak emperyalizmin çıkarları önde gelir.

McKinsey tarafından hazırlanan Irak Anayasası’nda İslamiyet’in devlet yönetimi ve hukuktaki rolüne dair yapılan vurgu ise “demokrasi ilkeleri ile çelişen yasa çıkartılamaz” denilerek dengelenmeye çalışılsa da şeriat hükümlerinin kesin belirleyiciliğini ortaya koyuyor. Bu örnek bizlere emperyalizmin, siyasal İslam’ı, gericiliği ve dinselleşmeyi de gerektiğinde bir araç olarak kullanabileceğini bir kere daha göstermektedir. Bununla paralel olarak Irak’ta özellikle Sünni Araplar içerisinde önemli düzeyde meşruiyeti olan Saddam’ın ve Baasçılığın siyaset sahnesinden silinmesi ile Baasçılığa bulaşmış unsurların “kökünün kazınması” da Irak Anayasası’nda yer buluyor. Dolayısıyla, önceki rejimle hesaplaşma adına emperyalizme göbekten bağımlı ve siyasal İslam’ın hüküm sürdüğü bir Irak tasarlanıyor.

Çok kabaca ifade etmeye çalıştığımız olgu açık olmalı… Emperyalizm askeri işgal ve zor yoluyla parçalamaya çalıştığı egemen bir devletin Anayasası’nı da kendine bağlı kurumlara yaptırıyor ve işgalin gölgesinde bunu halka kabul ettiriyor. Bu kurumun bugün ülkemiz ekonomisinin temsil edildiği yer olması ise şaşırtıcı olmasa gerek. Günümüzde ise Irak’ın petrol gelirlerinden üzerinden Irak merkezi hükümeti ile Irak Kürt Bölgesel Yönetimi arasında oluşan ihtilafların emperyalizm lehine çözülmesi işi de nedense yine McKinsey şirketine verilmiş durumda. ABD’nin tercihleri ve McKinsey’in önerileri doğrultusunda Irak’ta yapılacak yeni Anayasal düzenlemeler petrol ve doğalgaz gelirleri üzerindeki ihtilafları kaldıracak gibi görünse de sonuçta yine kazanan emperyalizm olacak.
Aynı McKinsey geçtiğimiz aylarda Lübnan’a krizden ve borçlardan kurtuluş için topraklarına esrar ekmeyi önermiş. Nedeni ise ABD’de esrar kullanımının önündeki bazı engellerin kaldırılmasıymış. Böylece Lübnan Amerika’ya yapacağı esrar satışı sayesinde borçlarını eritecekmiş. Bu da emperyalizmin Ortadoğu’ya bakışındaki ilginç bir örnek olarak karşımıza çıkmış durumda.”

“IMF’SİZ IMF PROGRAMI”

TKH MK Üyesi Irmak Ildır ise bu anlaşmanın “IMF’siz IMF” programı saptamalarını doğruladığını vurgularken, McKinsey’in “danışmanlık hizmeti” verecek olmasının altında yatan temel nedenin iktidarın kriz programını uluslararası tekellerin gözetiminde gerçekleştirecek olması olduğunu belirterek şunları kaydetti;
“McKinsey’in yeni kurulan Maliyet ve Dönüşüm Ofisine danışmanlığı ile başlayan ‘IMF’siz IMF’ programı saptamasının doğruluk yanları bulunuyor. Gerçekten de McKinsey’in ‘danışmanlık hizmeti’ verecek olmasının altında yatan temel neden iktidarın kriz programını uluslararası tekellerin gözetiminde gerçekleştirecek olmasıdır. Böyle bir “hizmet alımının” danışmanlıktan fazlasını içereceği ve yapılacak önermelerin tekellerin güvencesini sağlamakla başlayacağını görmek için kâhin olmaya gerek yok.

Üstelik böyle bir ‘danışmanlık’ faaliyetinin illa icra fonksiyonuna sahip olması gerekmiyor ki. IMF ile yapılan stand-by anlaşmalarını hatırlayalım. IMF bu anlaşmalar aracılığıyla kredi olanaklarını sağlarken, ekonominin yönetimini de emperyalist tekellerin yağmasına açıyordu. Burada da dolaylı bir ilişki söz konusuydu. McKinsey ile kurulacak ilişkide ise daha dolaylı ama benzer sonuçlar içerecektir.

Kriz zamanlarında sermayenin merkezileşme ihtiyacı ortaya çıkar. Bununla emperyalist merkezler bağlı bölgelerde kriz koşullarını sermayenin el değişimi için de kullanırlar. Ekonominin uluslararası kuruluşların danışmanlığı aracılığıyla yönetilmesi, sermayenin bu ihtiyaçlarına denk düşüyor.

Geçmişte Şili’de emperyalizmin Şikago Okulu’nun danışmanları aracılığıyla ortaya koyduğu büyük yağma emekçilerin yıkımı ile sonuçlanmıştı. Benzer bir deneyi bugün Türkiye’de yaşayacağız. Bu gerçekleri görerek siyaset yapmak en doğrusu.”