Yağma yok; Sosyalizm var!

1 Mayıs 1944 tarihi Yunan direnişinin en trajik sayfalarından biridir. Mihver Devletlerinden İtalya 1940 Ekiminde Yunanistan’a başarısızlıkla sonuçlanan bir saldırı girişiminde bulundu. Bir yıl sonra Nisan 1941’de, Yunanistan üzerine Alman saldırısı başlamış ve askerî güçlerin farklılığı, sonucun Almanya lehine olmasını sağlamıştır. Yunanistan, Ekim 1944 tarihine kadar işgal altında kalırken; Alman işgali, kimi önemli adalar ve... View Article

1 Mayıs 1944 tarihi Yunan direnişinin en trajik sayfalarından biridir. Mihver Devletlerinden İtalya 1940 Ekiminde Yunanistan’a başarısızlıkla sonuçlanan bir saldırı girişiminde bulundu. Bir yıl sonra Nisan 1941’de, Yunanistan üzerine Alman saldırısı başlamış ve askerî güçlerin farklılığı, sonucun Almanya lehine olmasını sağlamıştır. Yunanistan, Ekim 1944 tarihine kadar işgal altında kalırken; Alman işgali, kimi önemli adalar ve Girit’te 1945 yılına kadar devam etti. Alman faşizmi tarafından en az 100 köy imha edildi ve 30.000 kişi yaşamını yitirdi; Yunan topraklarında bulunan 26 hapishane/kampta ise binlerce partizan öldürüldü.

Partizanların eylemleri için halkı toplu olarak cezalandırma yöntemi ilk kez 1941’de adanın işgaline karşı özellikle cesurca savaşan Girit’te denendi, aynı yılın sonbaharında işgalci komutan resmi olarak bir kotayı tanıttı: “Gelecekte her bir Alman askerinin öldürülmesine misilleme olarak, 50 Yunanlı vurulacaktı.

16 Aralık 1942’de Hitler ve Alman Ordusunun en büyük komutanı Wilhelm Keitel, toplu katliamla ilgili hükümler içeren “çeteler” ile ilgili emirler çıkardı: “Eğer Doğudaki ve Balkanlar’daki çetelere karşı en acımasız yöntemlerle mücadele yapılmazsa, bu vebanın (salgın hastalığın) üstesinden gelmek için mevcut araçlar öngörülebilir bir gelecek için mevcut olmayacaktır. Dolayısıyla, askerler başarıya yol açıyorsa, kadınlara ve çocuklara karşı, bu mücadeledeki tüm yöntemleri kullanmak zorundadırlar.” şöyle devam etti: “Çetelerle savaşmak için konuşlandırılan hiçbir Alman, çetelere ve onların işbirlikçilerine karşı mücadeledeki davranışları nedeniyle savaş yasalarına göre disiplin cezası verilemez veya yasal olarak sorumlu tutulamaz.” 20 Mayıs 1941’de Girit’e inen Alman paraşütçüler, 2 ve 3 Haziran’da Kondomari ile Kandanos köylerini imha ettiler ve 200’den fazla erkeği vurarak katlettiler.

Kesariani, Yunanistan’ın Attika Bölgesi’ne bulunan bir şehir ve belediyedir. Şehir Atina’nın 3 km güneydoğusunda yer almakta olup Atina’nın iç banliyölerinden…

Kesariani’de 1942 ve 1944 arasında Nazi Almanya’sının silahlı kuvvetleri tarafından yaklaşık 600 kişi idam edildi. Bu tarihte 200 Yunanlı komünist bir Alman generalinin öldürülmesi nedeniyle misilleme olarak Nazi işgal makamları tarafından kurşuna dizilerek idam edildi.

Bursalı komünist Napoleon Soukatzidis

Napoleon Soukatzidis (1909-1944) Bursa doğumluydu, 1919-1922’deki Türk-Yunan Savaşında Yunanlıları yenilgisinden ve onu takip eden zorunlu nüfus mübadelesiyle beraber ailesi ile Girit’e yerleşti. Ticaret okudu ve muhasebeci oldu Rusça, İngilizce, Almanca, Fransızca ve Türkçe gibi dilleri konuşabiliyordu. Yunanistan Komünist Partisi (KKE) üyesi ve Kandiye “memurlar” sendikası başkanıydı. Sendikal faaliyetlerinden dolayı 1936’da İoannis Metaksas diktatörlüğü tarafından tutuklandı ve Agios Efstratios adasına (Ai Stratis) sürüldü. Soukatzidis, Nisan 1937’de Agios Efstratios’tan Acronauplia hapishanesine aktarıldı. Yunanistan’ın 1941 Nisan’ında Mihver devletlere tesliminin ardından, o ve yüzlerce başka siyasi mahkûm Alman kuvvetlerinin eline düşmüş oldu. Trikala ve Larissa hapishanelerinde yattıktan sonra ve Atina’daki Haidari kampına nakledildi. Almanca bilgisi nedeniyle, çevirmen yapıldı. Bu sırada 27 Nisan 1944’de Yunan Halk Kurtuluş Ordusu (ELAS) üyeleri Molaoi’de işgalci Alman ordusunun komutanı Tümgeneral Franz Krech ve diğer üç Alman subayı pusuya düşürerek öldürdüler. ELAS’ın bu eyleminden hemen 3 gün sonra 30 Nisan’da, Alman makamları misilleme olarak Haidari’de tutulan iki yüz siyasi mahkûmun infaz edilmesini emretti. Ölüm listesi Merlin Caddesi’ndeki Gestapo karargâhında hazırlandı. İdam edileceklerin isim listesini kampın hoparlörüne Almancadan Yunancaya çevirerek seslendirirken 200 kişinin ismi arasında kendi ismini de saydı Napoleon Soukatzidis…

Haydari Kampı, Nevzat Hatko “The Last Note” (Son Not) filmi

Themos Kornaros’un “Haydari Kampı” adlı kitabının ilk baskısı 1962 yapıldı ve dilimize Nevzat Hatko tarafından çevrilmişti. Kitapta Kornaros, Yunanlı komünist yurtseverlerin Alman faşizmi karşısında sergiledikleri direnişini olağanüstü bir akışla anlatır. Nevzat Hatko’nun büyük bir başarıyla dilimize çevirdiği “Haydari Kampı” boyun eğmeyen insanların direniş destanı olarak okundu Türkiyeli devrimciler tarafından… Nevzat Hatko’yu Türkiye İşçi Partisi’nin son genel başkanı, siyasetçi, akademisyen ve sosyolog Behice Bora’nın eşi olarak tanıyoruz. Nevzat Hatko’nun Yunanca diline son derece müthiş bir biçimde hâkim olduğunu Behice hanımından öğreniyoruz: “Aynı zaman süresinde eşim Nevzat Hatko da çalıştığı Basın Yayın Umum Müdürlüğü’nden çıkarıldı, kadrolarda tensikat gerekçesiyle. Nevzat şefine neden kendisinin de tensikat kapsamına alındı­ğını sorduğunda -çünkü Nevzat Yunanca mütercimiydi ve bu dili Türkiye’de bir eşine rastlanmayacak derecede iyi bilirdi- şefinin yanıtı, ‘Sen de tuttun Behice Boran’la evlendin’ olmuştu.”

Yunanlı yönetmen Pantelis Voulgaris ülkemizde ne kadar tanınıyor bilmiyorum ama ben “The Last Note” filmiyle tanımış oldum. Yönetmen, Voulgaris, 1940 yılında Atina doğumlu ve Stavrakou Film Okulu’nda okumuş başlangıçta bir yönetmen yardımcısı olarak çalışmış ve ilk kısa metrajını 1965’te yapmış. O günden bu yana filmleri, uluslararası jüri üyeliğini ve kuşağının önde gelen Yunan film yönetmenlerinden biri olarak saygınlığını kazandıran sayısız ödül kazanmış. Pantelis Vouglaris ayrıca, Yunan televizyonu ve Alman televizyonu için şair Yannis Ritsos hakkındaki bir saatlik belgesel için çeşitli belgeseller düzenlemiş. Voulgaris, bu filminde ““Haydari Kampı”ndaki Bursa’lı komünist Napoleon Sukadzidis’i merkeze alarak müthiş bir hikâyeyi çekmiş; her komünistin bu filmi mutlaka izlemesi gerekiyor. Özellikle filmin ikinci yarısından sonra 200 Yunan komünistinin 1 Mayıs 1944’de ölüme giderken, Naziler karşısında nasıl da asla ve asla diz çökmediklerine, ölüme değil yaşama sevdalı olduklarına, idama giderken kemençe eşiğinde 200 komünistin nasıl kemençe eşliğinde horon oynadığına, “Elveda arkadaşlar! Cesur ve umutlu olmayı unutmayın!” dediklerine şahit olacak, insanın tüylerini diken diken eden sahneleri, o insanüstü iradeyi hayranlıkla seyrederken, “Yağma yok; Sosyalizm var!” diye mırıldanacaksınız. En azından ben öyle buldum kendimi…