Bu girdaptan çıkılır mı?

Bu girdap benzerliğini bugün Türkiye'nin ekonomisini anlamak için kullanılabilir. Girdabın etkisi arttıkça, yönetimin de çırpınması ve çabalarının "beyhude olması" artmakta...

Girdap, denizci ve havacıların aşina olduğu bir kavram. Özetle sıvı ve gaz gibi akışkan cisimlerin üzerinde oluşan ve basınç farklılığından kaynaklanan bir olgudur. Girdap özellikle denizciler için çok tehlikeli olup, girdaba girilmemesi için özel çaba sarf edilir. Bir kere girdaba girildiğinde ise eğer yeterli hıza sahip değilseniz, girdabın merkezine doğru çekilirsiniz.

Bu girdap benzerliğini bugün Türkiye’nin ekonomisini anlamak için kullanılabilir. Girdabın etkisi arttıkça, yönetimin de çırpınması ve çabalarının “beyhude olması” artmakta. O nedenle sermayenin ve onun partisi olan AKP’nin atmaya çalıştığı adımların bu girdabın etkisinin azaltılmasının ve “gemi” benzetmesiyle anlatılan Türkiye’nin girdabın merkezine doğru çekilmesinin önüne geçmek için adımlar atmaya çalışıyor. Birleştirilmiş ekonomi yönetiminin başına geçen Damat Albayrak’ın “yeni bir hikâye yazacağız” cümlesi tam da buradan okunmalı. Bu cümle, sadece kendini allayıp pullamak için değil, yeni bir dönem açmanın sermaye için bir zorunluluk haline dönüştüğünün de kanıtıydı.

Ancak bu zorunluluğun nedenini iyi kavramak gerekiyor. Bu zorunluluk, AKP’nin sürdürücüsü olduğu neo-liberal anlayışın Türkiye ekonomisinde biriktirdiği sorunlarla ve bu sorunların eşitsiz iç yapısından kaynaklı olarak bir tür girdaba dönüşmesiyle yakından ilgili. Öte yandan, bu sorunların düzen muhalefetinin iddia ettiği gibi finansal araçların iyi kullanılamaması ya da siyasal gerilimlerin aşırı biriktirmesi kaynaklandığı işin özünü ıskalamak anlamına geliyor. Bugün Türkiye’nin önüne koyulan tüm sermaye programları birbirinin kopyası ve önümüzdeki dönem için benzer şeyleri söylemektedir.

Biriken sorunlar AKP iktidarının öncesinde başlayan ve yeni rejimle birlikte ayyuka çıkan uygulamaların sonucudur. 16 yıllık iktidarı boyunca AKP’nin alt dönemlere ayrılabilecek tüm ekonomik uygulamaları aynı mantıksal çerçeve içine yoğunlaştı; sermayenin önündeki engellerin temizlenmesi ve emeğin sömürüsünün garanti altına alınışı. Bu çerçevede her türlü özelleştirme politikası, sıkı mali politika, uluslararası sermaye ile entegrasyon, finansal kredilerin, başta tüketici kredileri olmak üzere, yaygınlaştırılması, eğitim, sağlık vb. kamusal hizmetlerin piyasalaştırılması, altyapı yatırımlarının özendirilmesi, teşvik aracılığı ile sermaye çekiminin hızlandırılması gibi çeşitli araçlar kullanıldı. Sonucunda AKP kendisinden önceki büyüme temposunun korunduğu, zaman zaman bu temponun yükseltildiği ve sermayenin çıkarlarının ön planda tutulduğu bir dönem yaşandı.

***

16 yıllık dönem boyunca gelinen aşama artık sermaye sınıfı için yetersizdir. Bu yetersizliğin başlıca nedeni sermaye birikim hızının yavaşlamasıdır. Tasarruf oranlarının büyüme için yetersiz kaldığı bir ortamda sermaye birikimi için ya kamu harcaması gündeme geliyor, ya da tüketim harcamalarının yükseltilmesi. Her ikisi de borç yükümlülüğünü arttırırken, döviz kurlarının ve faiz oranlarının artışı bu yükümlülüğünün sınırlarını zorluyor. Üstelik borç yükümlülüğünün bileşiminin kamudan özele doğru kayması girdap akıntısının gücünü de arttırıyor.

Dolayısıyla böyle bir ortamda sermaye için bir dönüşümün kapısını aralamak gerekiyordu.  Geçtiğimiz yıl Manifesto’nun sayfalarında bunun için sermayenin yeni pazarlar bulmak, sektör çeşitliliğini arttırmak ve emeğin üzerindeki baskıyı yükseltmek dışında seçeneğinin bulunmadığını yazmıştık. Sermaye düzeni, şimdi her üçü içinde canla başla uğraşıyor. Ancak ilk ikisi için ciddi açmazlar barındığı söylenmeli.

Dönüşümün ilk yanını oluşturan yeni pazarlar yaratmak aynı zamanda siyasal bir yönelim içeriyor. G-20 zirvesinde Türkiye sermaye sınıfının “ticaret savaşlarından” çekindiğine ilişkin emareler çizmesi önemli sayılmalı. Üstelik gerilen ABD-İran ilişkisi ve Türkiye’nin burada tuttuğu yer, Türkiye için yeni pazarlar meselesinin ciddi bir “bekaa” sorunu haline gelmesi olası sayılmalı. Bunun için pazar çeşitliliği arttırılmaya çalışılıyor. Başlıca ihracat pazarı olan AB”den son yıllarda Ortadoğu’ya ağırlık verilmeye çalışılması biraz bununla alakalı.

Sektör çeşitliliğini arttırmak ise sermaye açısından en zor başlıklardan bir tanesi. Özellikle son on yıldır inşaat sektörünün lokomotif olduğu ekonomik büyümenin, bu sektörde artan maliyetler ve “aşırı birikim” sorununa dönüşmesi sermayeyi endişelendiriyor. Bu nedenle sermayenin temsilcileri bir anda “üretimi” keşfetmiş durumda. [1] Başta enerji, otomotiv ve savunma sanayi olmak üzere bir dizi sektör sermayenin iştahını kabartıyor. Ancak hem tasarruf oranlarının sınırı, hem de ticarileşme adı altında araştırma faaliyetinin sınırlandırılması buradaki gerekli dönüşümü zorlamaktadır.

Geriye, ise sadece üçüncü nokta kalıyor. Üçüncü nokta emeğin baskılanması, ücretlerin dondurulması, çalışma şartlarının ağırlaştırılması ve sosyal harcamaların kısıtlanması ile kendini şekillendirecek. Bu noktada sermaye düzeninin ana güvendiği nokta işçi sınıfının göreli örgütsüzlüğü ve deneyim azlığıdır. Dahası siyasal olarak da işçi sınıfını kuşatmış bir sermaye iktidarı, bu alanı daha çok zorlayabilir.

Sermeye sınıfı siyaseti, ideolojisi ve ekonomik örgütlenişi ile işçi sınıfına karşı avantajlı olduğu sandığı konumu böyle bir maddi zeminde yitirme potansiyeli taşımaktadır. Ancak işin bam teli tam da burasıdır. Sınıfın kendiliğinden tepkileri ile potansiyelin ileriye taşınması zor. O nedenle devreye sınıf siyasetinin ve örgütlülüğünün girmesi gerekli.

Bunun için başta sınıfın örgütlülüğü düzleminde bir yanıt üretmek ve düzen muhalefetinin de dâhil olduğu siyasetin etkilerini kırmak gerekiyor.

Solun önümüzdeki görevi budur ve işe tam da buradan başlamak gerekiyor.

Notlar

[1] https://www.dunya.com/ekonomi/sirketlerin-cogu-ttkya-gore-batik-durumdalar-haberi-423826