Bir gerçekliğin romanı: “Gün Doğarken Yürümek”

Kitap bir anlamda SİP-TKP yapıcılarının da tarihini anlatıyor. 80 sonrası sosyalist siyasetin geriye çekildiği bir dönemde mücadeleye adanmış hayatların bir aynası niteliğinde. Zaten bu adanmışlık değil midir yıllar sonra en cesur hamlelerden biri olan TKP adının alınarak sosyalist siyasetin toplumsallaşmasını yaratan.

Bir gerçekliğin romanı: “Gün Doğarken Yürümek”

Derin Demir

Hande Durna tarafından yazılan “Gün Doğarken Yürümek” kitabı, 96 kuşağını, daha genel bir tarifle, bir dönemi anlatıyor; 80 sonrası ve Gezi direnişi öncesi bu topraklarda iz bırakan kilometre taşlarına göz gezdiriyor, 90’ların yapıcılarını resmetmeye çalışıyor. Hande Durna, söz konusu kuşağın ve dönemin izini sürerken Haziran kuşağının çocukluğuna da gidiyor; 2000’li yıllarda 96 kuşağının siyasetle ilişkisine, onları Gezi’ye götüren sürece ve farklı kuşakları Gezi eylemlerinde birleştiren günlere tanıklık etmemizi sağlıyor.

Gün Doğarken Yürümek, baştan aşağı çok iyi bir kurgudan oluşuyor. Geçmişten bugüne gelen sürecin birbiriyle bağlantısını kurarken, okurun hayatına da nüfuz edebiliyor. Kitaptaki herhangi bir karakter için “ben de olabilirdim” diyebilecek kadar cesur bir kurgu…

Kitap bir anlamda SİP-TKP yapıcılarının da tarihini anlatıyor. 80 sonrası sosyalist siyasetin geriye çekildiği bir dönemde mücadeleye adanmış hayatların bir aynası niteliğinde. Zaten bu adanmışlık değil midir yıllar sonra en cesur hamlelerden biri olan TKP adının alınarak sosyalist siyasetin toplumsallaşmasını yaratan.

Politik roman yazmanın güçlükleri vardır, hele ki sosyalistlerin tarihini anlatıyorsanız. Yıllarca komünistlere yöneltilen çirkin saldırılarla bile yeri geldiğinde uğraşmak durumunda kaldığınız bir dönemse hem de… İnsan olmanın en saf halinin, mücadele inadının ve kararlılığın, cesaretin, yalnızlığın ve çok büyük bir kolektivizmin anlatıldığı romanın en önemli özelliklerinden biri de işte bu çirkin saldırıların ortasında başı dik bir şekilde yolundan sapmadan yürümenin önemine değinmesidir. Dolayısıyla ne pembe bir tablo çizilir, ne de umutsuzluğun resmi… Anlatılan, insan olmanın, komünist olmanın en saf hali ile bizim hikayemizdir, Seda’nın, Aylin’in, Sinan’ın, Ali İsmail’in, Berkin’in hikayesi…

Kitap, Sovyetler Birliği’nin çözüldüğü, 80 darbesinin memleketin üzerinden dozer gibi geçtiği bir dönemde verilen sosyalizm mücadelesinin zorluklarını ince ince anlatır. Post modernizmin şaha kalktığı, özel üniversitelerin sayısının ikiye katlandığı (o dönemler için), liberalizmin sol siyasete nüfuz etmeye başladığı, özelleştirmelerin alıp başını gittiği, katliamların, ölümlerin ardı arkasının kesilmediği bir dönemden bahsediyor. Bu dönem sosyalizm mücadelesi verenlerin üstüne taşınması gereken çok büyük bir yük bindirmişti. Bu yük Gezi direnişi ile biraz hafifletilse de bugün Türkiye solunun içine düştüğü durumu gözetirsek iki katına çıktı diyebiliriz. Dolayısıyla Gün Doğarken Yürümek, bir anlamda bu yükü taşıyabilmenin reçetesini yazıyor: Örgütlülüğün!

2013 Gezi direnişine kadar gelen anlatım bu anlamda bugün büyük bir ihtiyaca cevap veriyor. Roman (isteyerek ya da istemeyerek) öyle bir dönemde çıktı ki, şimdi silkelenme zamanı der gibi sizi kendinizle hesaplaşmaya bırakıyor. Siyasi mücadelenin ne olduğunu, örgütsel kolektivizmi, ideolojik netliği, kararlılığı, siyasetin ciddiyet gerektirdiğini hiç unutmasak da, kayışların koptuğu, siyasetin dört işlem hesaplamalarına döndüğü, kolektivizmin değil bireyin öne çıktığı, sosyalist iktidar perspektifinin geri itildiği bugünkü seçim ortamında sosyalizm mücadelesinin önemini, zorluğunu, zorunluluğunu fazlasıyla hatırlatarak hesaplaşmanızda karar vermenizi de kolaylaştırıyor.

Son söz olarak, ne mutlu ki, o dönemin insanları hâlâ ve inatla mücadeleye devam ediyor ve yollar ayrılsa da, kimi mücadeleden “düşse”de bu tarih birileri tarafından yapıldı ve ne mutlu ki yapanlar tarafından da yazılıyor. Belki anlaşılması güç, belki bazen duygusuzlaşmış, belki gözü partiden, siyasetten başka bir şeyi görmeyen insanlar olarak görülüyorlardı… Varsın olsun, “Gün Doğarken Yürümek” tam da dışarıdan görüneni değil, içeride olanı anlatıyor.