Aynılar aynı yere, ayrılar ayrı yere

Geçtiğimiz günlerde haberlere göre, patronların siyasi temsilcisi Tayyip Erdoğan ve birtakım medya ünlüsü, Hatay’da bir sınır karakolunu ziyaret etmişler...

Aynılar aynı yere, ayrılar ayrı yere

Adem MACAR

Geçtiğimiz günlerde haberlere göre, patronların siyasi temsilcisi Tayyip Erdoğan ve birtakım medya ünlüsü, Hatay’da bir sınır karakolunu ziyaret etmişler. Haberlerden görebildiğimiz kadarıyla, bu birtakım ünlü tip ve diğerleri oldukça neşeli görünüyorlardı. Üstelik kimisinin yanında da klarnet gibi müzik aleti var; çalıyor, söylüyor, eğleniyorlar…

Ve yine basına yansıyan fotoğraflara göre, bu birtakım ünlü tip, Tayyip Erdoğan’la fotoğraf çektirebilmek ya da o kareye girebilmek için ciddi bir çaba sarf etmiş. Elbette haklarıdır, ait oldukları ile fotoğraf çektirmek. Yazı başlığında kullanmış olduğumuz  “Aynılar aynı yere, ayrılar ayrı yere” deyimini Mahir Çayan’ın bir Dev-Genç toplantısında söylediği rivayet ediliyor. Sınır karakolu ziyaretinden geriye kalanlar da bana bu deyimi hatırlattı.  Siz bu deyimi “herkes ait olduğu toplumsal sınıfın yanına” şeklinde de okuyabilirsiniz. Bu birtakım medya ünlüsünün o kareye girmesinden hiç gocunmayız, aksine memnun bile oluruz. Taraflarını biz biliyoruz ve bunu açıkça belli etmeleri de isteriz.

Ziyarete katılan Habertürk Gazetesi’nde de yazıları yayımlanan köşe yazarı Nagehan Alçı, geçtiğimiz günlerde yayımlanan yazısını bu ziyarete ayırarak gözlemlerini “Hudut Karakolunda 1 gün” başlığıyla okuyucularıyla paylaşmış. Havalimanının VIP bölümünden giriş yapan Alçı, bazı meslektaşlarını (bunlar kendileri gazeteci filan sanıyorlar) ve Yavuz Bingöl adındaki medya ünlüsünü görmüş.  Yazısında da “Bingöl biraz kilo mu almış?” diye sormuş. Aynı yazıdan öğrendiğimize göre, medya ünlüleri selfie çektirmiş;  birisi kilo vermiş;  birisi saç rengini değiştirmiş; diğeri incelmiş, genç kız gibi görünüyormuş; başka bir medya ünlüsünün de çok zayıf göründüğünü yazmış.  Yazısının bir parağrafında da “geziye” katılan medya ünlülerini isim isim sıralamış. Geziye katılan arasında oruç ayının ünlüsü Nihat Hatipoğlu’da varmış. Hani, şu aylık bilmem kaç bin lira kazanan, TV ekranlarından yoksullara şükretmelerini vaaz eden, tatil beldelerinde bilmem kaç milyon dolarlık islami oteli olan hocaefendi…  Yolculuk esnasında kaptan pilot 1 Nisan şakası yapmış, herkes heyecanlanmış filan.  (Yazıyı merak edenler şu linkten okuyabilir: http://www.haberturk.com/yazarlar/nagehan-alci/1901247-hudut-karakolunda-1-gun)

Yukarıda bir gazete ünlüsünden alıntı yapmış olduğumuz mış-lı/miş-li yazdıklarımız şaka değil, linkte verdik, merak eden açıp okuyabilir. Biz alıntı yaparken bunları yazan adına utandık. Bunlar da insana ait olan duyguların kırıntısı dahi kalmamış. Gencecik oğlunu toprağa veren Anadolu’daki yoksul analardan, tepelerine bombalar yağan halklardan, tabutlar gönderilen Anadolu’nun kerpiç evleri adına utandık. Sazlı-sözlü ziyaretten geriye kalan bakiye işte bunlardır; yoksul evlere gönderilen cenaze tabutları, tepelerine bomba yağdırılan halklar… Bunların hepsi bu düzene, kapitalizme ait olan tipler.  Evet, aynılar aynı yere, ayrılar ayrı yere. Herkes hangi toplumsal sınıfa aitse, hangi toplumsal sınıfın ideolojisine destek veriyorsa orada yerini alsın.  Dedik ya gocunmayız, ah vah hiç etmeyiz.  Bu birtakım medya ünlüsüyle işçi sınıfı mücadelesinin siyasi/ideolojik anlamda herhangi bir bağı yoktur. Duydum, “bu da mı sınıfsal?” diye sordunuz. Net cevap verelim, evet öyle.  Ve biz işçi sınıfı bu bayağılıkla hesaplaşacağız. Sözümüzdür; yoksul analar adına, Anadolu adına, kerpiç evler adına, halklar adına hesaplaşacağız.

Yukarıda aktardıklarımızdan bağımsız olmayan bir başka mesele ise Cumhurbaşkanı Başdanışmanı olan İlnur Çevik’in katıldığı bir proğramda ettiği laflardır.  Şöyle; “Türkiye, Suriye ve Irak’ta büyük projeleri alabilir. Türkiye’nin inşaat kalitesi hiçbir yerde yok. Suriye ve Irak Türkiye’nin komşusu, bu çok önemli bir parametredir. Benim aile şirketlerim Irak’ta inşaat yaptı. Süleymaniye Havaalanı’nı biz yaptık. Lojistik olarak bakarsak, onların istediği kaliteli demir, çimento gibi birçok inşaat malzemesi ancak Türkiye’de var. Sadece Erbil değil, Irak’ın kendisi çok önemli. Irak yerle bir oldu, Musul yerle bir oldu. Buralar yeniden imar edilecek. Musul’un imarını Gaziantep mi yapar, yoksa Washington mu? Tabii ki Gaziantep yapacak. Bizim Türkler orada çok güzel işler yaparlar” demiş.

Bilediğim kadarıyla bu başdanışman, Amerikancı dincilerin ideolojik aygıtı Yeni Şafak’ta köşe yazıcılığı yapıyordu, halen yazıyor mu, bilmiyorum.  Başdanışman, emperyalistler ve yerli işbirlikçileri tarafından yerle bir edilen Suriye ve Irak’a baktığı zaman gördüğünü ne kadar net söylemiş değil mi? Türkiye, Suriye ve Irak’ta büyük inşaat projeleri alabilirmiş.  Siz, bu başdanışmanın cümle içerisinde ülkemiz Türkiye’nin adını kullanmasını aldanmayın. Bu cümledeki Türkiye, ülkemizin kapitalistleri/burjuvalarıdır. İnternette yapacağınız küçük bir araştırma da, bu başdanışmanın, yine kendileri gibi Amerikancı olan Barzani yönetiminden milyon dolarlık inşaat ihaleleri aldığını göreceksiniz.  Zaten yukarıda kendi cümlesinde de ailesinin Irak’ta inşaat yaptığı söylemiş. Danışman da ait olduğu toplumsal sınıf adına konuşmuş.

Türkiye kapitalistlerinin/burjuvazinin önemli yeteneklerinden biri de kendi çıkarlarını toplumun genel çıkarıymış gibi göstermesidir.  Yani, burjuvazinin çıkarlarını halkın genel çıkarıymış gibi halkımıza anlatıyorlar. Bu danışman/müteahhit, yüz binlerce insanın canından olduğu, milyonlarcasının yerinden yurdundan edildiği, kadınların tecavüze uğradığı, çocuk cesetlerinin kıyıya vurduğu ülkelere bakınca inşaat ve ihale dolayısıyla dolar parası görüyor. Ama öyle işte, danışman da ait olduğu toplumsal sınıf adına düzen adına konuşuyor. Burayla da hesaplaşacağız. Evlerinden yurtlarından edilen halklar adına, kıyıya vuran çocuk cesetleri adına, tecavüz edilen kadınlarımız adına, iş cinayetlerinde katledilen inşaat işçisi sınıf kardeşlerimiz adına…

Yoksul evlerine cenaze tabutları, işçi sınıfımıza iş cinayetlerinde katledilmek, komşu halklara ölüm düşerken; ülkemiz medya ünlülerinin derdi kimin ne kadar kilo aldığı, saç renginin nasıl göründüğü vs oluyor. Ülkemiz danışman/müteahhitinin derdi de inşaat, ihale, para yine para tekrar para oluyor.  Yine yazının başındaki deyime dönelim, aynılar aynı yere, ayrılar ayrı yere. Herkes hangi toplumsal sınıfa aitse hangi toplumsal sınıfın ideolojisinden yanaysa orada yerini alsın.  Biz de işçi sınıfımızın saflarını sıklaştıralım, bunlara mı bırakacağız memleketimizi!  Buradayız. Bu bayağılıkla da hesaplaşacağız.