Anti-Amerikan filmler dizisi-II | Asıl eşek kim?: 'Köşeyi dönen adam'

Hatırlayanlar olacaktır, yakın zamanda ısıtılıp ısıtılıp önümüze konan bir Kemal Sunal filmleri tartışması daha kamuoyuna yansıdı. Bu tartışmanın da fitilini, daha önce olduğu gibi İslamcılar yaktı...

Anti-Amerikan filmler dizisi-II | Asıl eşek kim?: 'Köşeyi dönen adam'

KAAN KAVUŞAN 

Hatırlayanlar olacaktır, yakın zamanda ısıtılıp ısıtılıp önümüze konan bir Kemal Sunal filmleri tartışması daha kamuoyuna yansıdı. Bu tartışmanın da fitilini, daha önce olduğu gibi İslamcılar yaktı. Kemal Sunal filmlerinin yağ bulunmazken stok yapan bakkal hacı amcayı afişe etmesi, üfürükçü şifacılara kafa tutması pek sinirlerini bozuyor herhâlde. Ama Köşeyi Dönen Adam sadece onların değil, dönemin tüm sağının saldırdığı, sansürlere boğulmasını sağladığı, televizyonlarda son 5-6 dakikasını kestirdiği bir film.

Atıf Yılmaz, bir önceki filmi Kibar Feyzo’da da ağalık düzenini karşısına alan sol bir söylem tutturmuştu. Buna karşın, sonunda ne yapılması gerekildiğini söylememiş, soruyu bize sormuştu. Müjdat Gezen’in “Eşeğin Karnındaki Elmas” kitabından uyarlanan ve Umur Bugay’ın imzasını taşıyan senaryosuyla Köşeyi Dönen Adam ise, ufak bir insan grubu üzerinden bir toplumun ve sınıfların fotoğrafını çekmekle kalmıyor, işleyişiyle Amerikan emperyalizmini afişe ederken, yıllarca sansürlenen sahneleri ve finaliyle bir de çözüm öneriyor. 

SINIFA YALAN SÖYLEYENLER

Filmin başkahramanı Adem, odacılık yapan, hayatını devam ettirmekte bir hayli zorlanan, ancak gazeteden kestiği kuponlarla mal mülk edinebileceği umudunu koruyan bir emekçidir. Öte yandan, ofise gittiğinde patronlarının en acayip isteklerini bile yerine getirmek zorunda. Bunu becerecek yetenekten yoksun, bilinçsiz ve saf biri aslında. Oysa ki piyasaya sunmak istediği yeni çikleti patronlar toplantısında anlatan müdürü, gayet bilinçli. Masadakilere bir Amerikan dergisinde okuduğunu iddia ettiği hayali bir makaleyi anımsatıyor ve “Çiklet çiğnemeye alışan işçi sınıfı, hakkını çiğnemeyenler kadar aramıyormuş” deyiveriyor. Amerikancılar Amerika’yla kandırmaya ve kandırılmaya başlıyor böylece.

Adem’in kandırılmışlığıysa sadece patronlarıyla kalmıyor. Evinin duvarında hem Ecevit’in hem de Demirel’in posteri var, yanında da Kâbe resimli takvim. Politikada hem sosyal demokratlar hem sağcılar hem de dinciler tarafından kandırılıyor.

Dahası, Hacı Ömer’in kızı, gerçek sevgilisiyle kaçmak için seksapelini kullanıp kandırıyor; mahalle esnafı kız seni seviyor diye fotoroman satarak kandırıyor, aylak dostları ise iki şişe şarap için. Emekçi Adem, filmin büyük bir kısmında insan yerine konmuyor ve sürekli dalga konusu oluyor. Tüm işçi sınıfı gibi burjuva siyaseti, pornografi, basın ve özendirilen tüketimle kandırılıyor. Ancak Adem’in bunu anlaması biraz daha sürecek çünkü saykodelik rüya sekanslarıyla ortaya koyulan bilinç altında, reklamlar, kadın memesi ve Özgürlük Anıtı’nın fotoğrafı var. Olanı biteni görmesi, ancak Amerika’daki amcasından kendisine miras kalan eşeği teslim almasından sonra gerçekleşecek. Çünkü yönetmenin Amerika’nın vaatleriyle eşleştirdiği eşek Mr. Dörtnal sayesinde başına üşüşen patronlar ve hacılar, gerçekten de Türk toplumunu anlatacak ona.

İSLAMCILARIN TARİHİ PRATİĞİ AMERİKANCILIK

Filmin, patronların Amerikancılığına daha önce değinildiğini hatırlatmıştık. İslamcıların Amerikancılığını ise Amerikan konsolosunun Adem’e miras haberini bıraktığı sahnede görüyoruz ilk olarak. Ali Şen’in müthiş bir oyunculukla canlandırdığı Hacı Ömer, koşa koşa konsolosa gidiyor ve “beni ona götürmeniz mümkün mü?” diyen adama, “Aman efendim, rica ederim. Zahmet ni demek! Amerika’ya hizmet bizim için böyük şereftir” diyor. “Kemal Paşa inkılabında hökümet zoruyla bir şapka aldıydık” repliğiyle, 6. Filo’nun önünde namaz kılmaktan bugüne kadar uzanan bir ekolün temsilcisi olduğunu kanıtlayan Hacı Ömer, Siyasal İslamcılığın Amerika yalakalığını daha ilk dakikadan tatbik etmeye başlıyor. Arada sövüyor Amerika’ya işler istediği gibi gitmeyince ama günümüz İslamcıları gibi dönüp dolaşıp yanında buluveriyor kendini.

Mirasın bir eşek olduğunun anlaşılmasıyla başlayan olaylarsa, daha da açıklayıcı bir rol üstleniyor. Amerika servet değil, bir eşek yolluyor! Yine Amerika’ya sövülüyor bütün aktörlerce. Ama daha sonra eşeğin boynunda eski Türkçe bir yazı olduğundan, eşeğin kerameti olduğu düşünülüyor. Gericilik pompalandığı için, “Ah Amerika ne kadar yanılmışız” diye düşünüyorlar bu sefer. Bunu duyan basın hemen iddiasını ortaya atıyor: “Eşeğin karnında elmas var.” Burjuva basının bu hayal ürünü yalanları da pek çok kişiyi etkiliyor. Çünkü “koskoca Amerika”dan boş ve değersiz bir şey gelmemesi lazım! Bu haberi duyduklarında, Adem’in patronları da TÜSİAD gibi, hemen eşeğin başındaki yerlerini alıyorlar. Bu öyle güzel bir kurmacadır ki, tüm bu metafiziğin ardından, bilim bir hafta sonra gerçeği ortaya çıkarıyor ve röntgenden belli oluyor ki eşeğin karnında bir şey yok, sadece gaz var! Bilim somuttur, bilim gerçektir. Yani tüm inançlardan sıyrılınca, Amerika’nın Türkiye’ye her zamanki vaadi elmas, ama verebileceği sadece osuruk oluyor. Ne güzel bir benzetme. 

AMERİKANCILIĞIN KADERİ

Adem’in gerçekleri gördükten sonraki haliyse, işçi sınıfına neden bilinç götürülmesi gerektiğini anımsatıyor seyirciye. Eşeğin karnında elmas olmadığını anlayan bu “gariban işçi”, kaz gelecek yerden tavuk esirgemek istemeyen kapitalistlerin ve hacı babanın kendine sunduğu imkanları görünce, stratejisini kurup yılların acısını çıkarmaya karar veriyor. Amerikan vaatlerini, yani Mr. Dörtnal’ı olduğu gibi görmeye başlayan bu “basit işçi” tüm patronlarını ve hacıları eşeği kesinlikle ameliyat ettirmem, elmasın düşmesini bekleyeceğiz diyerek oyalamaya başlıyor. Uzun lafın kısası, eşek elması sadece dışkı yoluyla bünyesinden atacak! Adem, filmin deyimiyle hepsini “bok nöbetine” yolluyor. Şimdi, hepimiz biliyoruz ki Amerika’dan gelecek elması bekleyenler aslında “bok nöbetine” çıkar. Eşeğin kıçındaki leğenin dibine oturan herkes, aslında boku bekler. Filmin sonlarına geldiğimizde Adem, kabız olduktan sonra bağırsaklarını döken eşeğin dışkısına sinekler gibi üşüşen, büyük bir hırsla avuçlayan patronları ve diğer sınıfları görünce mide bulantısıyla kendini sokağa atıyor.

Atıf Yılmaz’ın bu sefer bir çözüm önerdiğinden bahsetmiştik. Kemal Sunal tam da kendi kendine “Kime inanacağım? Neye güveneceğim?” diye sorar, sol yazılamaların cirit attığı sokaklardan geçerken, arkasından marşlar söyleyerek gelen işçileri görüyor. Korteje katılıyor ve 1 Mayıs marşını söylemeye başlıyor. Ve artık biliyor ki Amerikancılık da emperyalizm de eşitsizlik de ancak böyle bir samimiyetle, programla ve çabayla yenilebilir. Hacı Ömer’in yalandan Amerika’ya küfürleriyle veya patronların elmas geliyor vaatleriyle değil…

YARIN | “SEN, AMERİKA! BENİM ADIM KÜBA”