Ulusların kendi kaderini tayin hakkının bir teorisi var mı?

Ulusların kendi kaderini tayin hakkının bir teorisi var mı?

20-11-2017 15:15

Ulusların kendi kaderini tayin hakkının bir teorisi var mı?

Son birkaç ay içerisinde yaşanan Kürdistan ve Katalonya referandumları ile birlikte gündeme gelen ulusların kendi kaderini tayin hakkı (UKKTH) tartışmalarını güncel politik çerçevesi dışında teorik ve tarihsel bir çerçeve üzerinden ele almaya çalışmak gerekiyor.

Öncelikle sorulması gereken sorular, “UKKTH’nin bir teorisi var mı?” ya da “UKKTH’nin kendisi bir teori mi?” olarak ortaya konulmalı. Marksizm Leninizm çerçevesinde ele alınan bir başlık olan UKKTH’nin teorik boyutunun sınırlı olduğunu ya da olmadığını, esas olarak politik boyutunun ön plana çıktığını vurgulayarak başlamak isabet olacaktır.

Dolayısıyla Marksizmin çözümlemeye çalıştığı toplumsal meseleler içerisinde ön sıralarda yer almayan bu olgu, Leninizm açısından da sosyalist devrimlerin yan bir unsuru olarak ele alınmış, taktik açılım olarak görülmüştür. Başka bir zeminden örneklendirmek gerekirse, Ekim Devrimi’nin çok öncesinde Lenin tarafından “işçilerin ve köylülerin devrimci demokratik diktatörlüğü” gibi taktik açılımlar da geliştirilmiş ancak Ekim Devrimi işçi, köylü ve asker sovyetlerinin alternatif bir iktidar aygıtına dönüşmesi ile ayakları üzerine oturmuştur.

Bu ön tespitin beraberinde UKKTH’ye yeterince değer verilmediği ya da üzerinde teorik çalışmalar yapılmadığı değerlendirilmesine varılabilir. Bu değerlendirmenin de bir sınıra dayanmak zorunda olduğunun bilinmesi gerekiyor. Neden olduğunu açıklamak için UKKTH’nin “teorik boyutu” olarak ifade edebileceğimiz bazı başlıklar öne çıkıyor.

Teorik zeminde neler var?

Bu açıdan bakıldığında, ulus kategorisinin çok genel anlamıyla burjuva devrimleri ile birlikte ortaya çıkmış olan bir kavram ve toplumsal örgütlenme biçimi olduğu görülüyor. Burjuva devrimleri imparatorlukları yıkarken, sermaye birikiminin garanti altına alınması ve birikiminin birinci zemininin oluşması için hızlıca bu kategoriye yönelmiş ulus devletler de bu zemin üzerinde yükselmişti.

Kapitalist birikim arttıkça ve tekelci sermaye şekillenmeye başladıkça ulus kategorisi yatayına ve dikeyine gelişti. Tekil tekil kapitalist ülkelerde sömürü derinleşirken, sermaye ihracı ile birlikte tüm dünya üzerinden kapitalist sistemin yaygınlaşabileceği şekilde ulus devletler oluşmaya başladı.

Tekelci sermaye ve emperyalist sistemin ayakları üzerine doğrulması ile birlikte uluslaşma olgusu ve bağımsızlık hareketleri dünya komünist hareketinin gündemine de girmeye başladı. Bu gündem ilk defa 1896 yılında İkinci Enternasyonal’de ele alındı. 20. yüzyılın başlarına kadar uluslar ve ulus devletler kapitalizmin ve emperyalist sistemin bir uzantısı ya da bağımlı değişkeniyken, 1900’lerin başları itibariyle uluslaşma süreçleri işçi sınıfı hareketleri ile çakışmaya, bazı örneklerde ise ulusal bağımsızlık harekeleri işçi sınıfı hareketinin temsiliyetinde şekillendi.

UKKTH ile ilgili şekillenen ve teorik denilebilecek yegane zemin bundan sonra ortaya çıktı. Leninizm tarafından ulusal sorun, sosyalist devrimlerin ve işçi sınıfının iktidar mücadelesinin bir konusu haline getirilirken, UKKTH ve ayrılma hakkı ise işçi sınıfının iktidar mücadelesinin taktik bir yönelimi olarak devreye girdi. Sovyetler Birliği’nin var olduğu dönemde UKKTH ve ayrılma hakkı sosyalizmin çıkarları için bağımlı bir değişken haline gelirken, sosyalizmin geri çekilmesi sonrasında emperyalizm bu alanda tahakküm kurdu.

Günümüzde kapitalist emperyalist sistemin konsolidasyonu ve sermaye dolaşımı için dünya üzerinde ulus devletler dışında bir zemin oluştuğu söylenemez. Mikro milliyetçiliklerin, küreselleşme ideolojisinin, eski bazı devletlerin parçalanarak yerine yeni ulusların şekillendirilmesi ve devletlerin kurulması ile bu bahsedilen arasında ise bir çelişki bulunmuyor.

Komünistler açısından ulus devletlerin ve ırktan başlayarak insanlar arasındaki ulusal ve diğer farklılaşmaların ortadan kaldırılması nihai hedeftir. Bunun için bugünkü dünya konjonktüründe verili ulus devletler zemininde işçi sınıfının iktidar mücadelesi ve sosyalist devrimler silsileri ise güncel hedef olarak görülmelidir. UKKTH ancak ve ancak buna kan taşıyacak şekilde sosyalizm hedefinin bir parçası olarak gündeme gelebilir. Tersi durum karşımıza ya emperyalizmin bir iç sorunu ya da emekçi sınıfların üzerinde oynanan yeni bir oyun olarak çıkabilir.

Bugüne nasıl bakmalı?

Bu noktalar üzerinden güncel bazı soru ya da sorunların üzerine gitmek gerekmektedir. Başlıklardan bir tanesi ulusların kendi kaderini tayin hakkı ile ulusların kendi kaderini tayin olgusu arasında yapılan ayrımdır.

Bunların birbirinden ayrılması gerektiğini savunan görüş pratikte ayrılma hakkı ile tayin hakkını birbirinden ayırarak, tayin hakkının burjuva demokratik haklar çerçevesinde ele almak isteyen görüştür. Teorik olarak zaten zayıf bir kavram olan UKTTH’nin “tayin ve ayrılma” olarak tanımlanabilecek iki ayağı yoktur. UKKTH’nin pratikteki tek karşılığı ayrılma hakkıdır ve utangaç bir şekilde emperyalizmin yönelimleri ile örtüşmek istemiyor gibi görünmek isteyen çevreler bu çizgiyi savunuyor.

Bir diğer görüş ise bunun uzantısı olarak ortaya çıkıyor ve ulus kategorisi yerine halkların kendi kaderini tayin hakkı diye bir kavram icat ediyor. Oysa ki, günümüzde sermaye sınıfının belirleyiciliği altında ve emperyalist çerçevede gerçekleşen UKKTH olgusunu bu tür sözcük oyunlarıyla sanki emekçi sınıfların çıkarınaymış gibi göstermek de bir tahrifat olarak değerlendirilmelidir.

Tartışılması ve ele alınması gereken esas mesele ise, anti-emperyalist mücadelenin günümüzde ulusal kurtluş mücadeleleri ve sosyalist devrimler ile ne gibi bir ilişki içerisinde olabileceği üzerine odaklanmalı.

Bunun dışındaki tartışmalar aşamalı devrim ve/veya demokratik devrim çizgilerinin içinde kalmaya mahkum. Ya da zaten sermaye sınıfının ve emperyalizmin tahakkümünde olan ulusallıklar üzerinden devrimci bir sürecin önünü açmak taktik olarak bile imkansız.

Başa dönersek, bu tartışmalar aracılığyla Katalonya ve Kürdistan bağımsızlık referandumlarının bir kere daha mercek altına alınması gerekiyor. O yüzden ulusların kendi kaderini tayin hakkını şimdilik bir kenara koyalım, devrimin kaderini nasıl tayin edeceğimizi ele alalım.