UKKTH değil, devrimin kaderini tayin hakkı!

Kurtuluş Kılçer son zamanların tartışması UKKTH'nı yazdı.

Bu yazıda son günlerde tartışma konusu olan “ulusların kendi kaderini tayin hakkı” başlığına değineceğiz. Türkiye sosyalist hareketinde görülen “statükoya”, dillendirilen ezberlere karşı bir yazı olduğunu belirterek başlayalım.

Ezber devam ediyor; Lenin üzerinden bu konuya statik bakış bir kez daha karşımıza çıkıyor: Ayrılma dahil bu hakkı tanıyoruz, saygı duyuyoruz! Biraz daha ileri olarak “evlilikten yanayız, ancak boşanma hakkı da tanınmalı, eğer boşanmak istiyorlarsa diyecek sözümüz yok ancak yine de evlilik devam etse…” deniliyor. İlk başta bir sorun yok gibi gözüküyor, ancak siyasal mücadele söz konusu olduğunda bir çeşit “idealizmin” sınırları ile karşılaşıyoruz.

Tartışma Barzani yönetimi tarafından Kuzey Irak’ta yapılan “bağımsızlık referandumu” üzerinden döndürülüyor. Bu konu önemli ve buraya dair bir kaç notu aşağıya düşeceğiz. Ancak ilk elden söylenmesi gereken açık ve somut olarak şudur: Mesele Barzani değildir, mesele Türkiye’deki Kürt sorunudur!

Kimse meseleyi teğet geçerek, ulusal sorun hakkında Lenin tarafından yazılanları tekrar edip bu sorunun etrafından dolaşmamalı. Türkiye sosyalist hareketinde bu soru somut ve net bir politik tutumla yanıtlanmak zorunda.

O yüzden, söz konusu ulusların kendi kaderini tayin hakkı meselesi ise sorun iki noktada düğümlenmektedir:

Bir; Barzani merkezli bir Kürt devletleşmesi ile Suriye’nin kuzeyindeki durum hakkında somut olarak ne diyorsunuz?

İki; Türkiye’nin Kürt sorunu konusunda politikanız nedir?

UKKTH üzerine bilinenleri tekrar etmenin ötesine geçmeden meseleyi ele alan her tutumun eksikli bir yan barındıracağı açık olmalı. Lenin tarafından ulusal sorun üzerine yazılanların farklı noktalarından tutup bugüne aktarmanın bir yerden sonra karşılığı bulunmuyor. Kuzey Irak’ta ortaya çıkan durumu ele almak ayrı bir konu olmakla birlikte buradaki teorik-siyasal yaklaşımın, ülkemizdeki Kürt sorunu bağlamında nereye düşeceği de mutlaka kestirilmek zorundadır.

Kuzey Irak’ta ortaya çıkan durum, bir sürecin ürünü olarak değerlendirilmeli. Irak’ta 36. paralelin kuzeyi emperyalizm tarafından “güvenlik kuşağı” olarak korunmuş, ABD ve İngiltere’nin başını çektiği bir işgal girişimi ile bugünkü tablo ortaya çıkmıştır. Bugün Irak’ın parçalanması ve kuzeyinde ayrı bir Kürt devletinin kurulmasının bir emperyalist proje olarak karşımıza çıktığını net ve açık olarak yazmak durumundayız. Emperyalizmin, küreselleşme adıyla iki kutuplu dünyanın yıkılışından sonra, dengeleri kendi lehine döndürme politikasının somut karşılığı bugün Irak’ta yaşanmaktadır. Böylesi bir adımın politik sonuçlarının emperyalizmin bölgeye yerleşmesi, İran’ın emperyalizm tarafından kuşatılması, İsrail’in güvenliği ve enerji kaynaklarının kontrolü ile doğrudan ilgisi vardır. Aynı zamanda, bugün Barzani siyaseti, bir ulusal kurtuluş hareketinin değil, emperyalist dünyaya doğrudan eklemlenme arayışının burjuva öznesi olarak görülmelidir. Kürt siyasetinin en işbirlikçi hareketinin bu adımının, kendi iktidarını kurtarma amacı taşıdığı ayrıca not edilmelidir.

Emperyalizm, açık bir biçimde Ortadoğu’ya müdahalesinde “Kürt kartını” devreye sokmuş, Ortadoğu’nun tarihsel sorunu üzerinden kendine yer açmıştır.

Kuzey Irak’ta Barzani merkezli devletleşmenin emperyalizm bağı bize göre açık bir gerçek olarak karşımızdadır ve aynı senaryo farklı bir içerikle Suriye’de de hayata geçirilmektedir. Suriye’nin kuzeyinde ABD ile yapılan askeri-siyasi ittifak açık bir biçimde ortadadır. Bu anlamıyla Barzani meselesinde tutum almak kadar Suriye’deki PYD meselesinde de tutum almak önemlidir. Birini görüp diğerini görmemek olmaz.

Barzani’yi eleştirip, Kuzey Suriye’deki gelişmeler konusunda suskunluk kabul edilebilir mi? Barzani yönetiminin adımını eleştirip, Suriye’nin kuzeyinde PYD’yi destekleyici tavırlar içine girilebilir mi? Türkiye sosyalist hareketinde ne yazık ki bu tür örnekler karşımızdadır ve üzerine düşünülmelidir.

Ulusların kendi kaderini tayin hakkı üzerinden sahiplenici bir bakış ile Irak’ın kuzeyindeki gelişmeleri olumlamayıp Suriye’nin kuzeyindeki durumu olumlamak – ya da tersi- ne kadar çelişkili ise bu politikanın söz konusu Türkiye olunca benzer bir çelişik durum yaratacağı da bilinmelidir.

Barzani’yi destekleyip Türkiye’deki Kürt sorununda birlikçi bir yaklaşımdan bahsedemezsiniz. Barzani’yi eleştirip “Rojava devriminin” yanında olduğunuzu söyleyemezsiniz. Barzani ve PYD gerçeğini olumlayıp Türkiye’de Kürt sorununda birlikçi bir politika inşa edemezsiniz.

Bu politika olsa olsa, Irak ve Suriye’deki Kürt yoğunluklu yerleşimlerin Türkiye’ye bağlanmasını savunmak anlamına gelir! Tersi ise, Türkiye’de Kürt sorununa yaklaşıma dair başka “niyetleri” ifade eder.

Bugün Türkiye’nin tarihsel ve siyasal anlamda en önemli sorunlarından birisi olarak saptanan Kürt sorununda da sosyalist hareket net bir siyasal tutum belirlemelidir. Bize göre, emperyalizmin çıkarlarına hizmet edecek, halklar arası düşmanlığı körükleyecek ve bölünmelere neden olacak her siyasi adımın karşısında yer alınmalıdır.

Teğet geçilerek, etrafından dolaşılarak, ulusların kendi kaderini tayin meselesinde Lenin üzerinden bilinenleri tekrar ederek karından konuşulmasının vakti geçmiştir. Bir politik hattın inşası, aynı zamanda Kürt siyasi hareketi (bütün bölmeleriyle) ile ilişkileri de belirleyecek bir boyut taşır. Türkiye sosyalist hareketinde en önemli turnusol kağıdı tam da bu bam telindeki konuyla ilgilidir. Yoksa meselenin “ulusalcılık, şovenizm, Türk milliyetçiliği, geleneksel devletçi bakış vs.” gibi çarpıtmalar ya da yaftalamalarla ele alınacak bir boyutu olamaz ve mesele bu şekilde ucuz propaganda malzemesi haline getirilemez.

“Gördünüz mü, ulusların kendi kaderini tayin hakkı tamam ama Kürtlere hayır diyen Türkiyeli sosyalistleri, komünistleri” gibi kolaycı yorumlardan uzak durmak gerekiyor.

“Atatürk Cumhuriyeti de emperyalizm destekli kurulmuştu, bunu savunup, Kuzey Irak’taki Kürt devletine niye hayır diyorsunuz” gibi tarihsel gerçekliği olmayan sosyal medya yorumlarından uzak durunuz. 1923 Cumhuriyeti’nin emperyalist işgale karşı kurulması ile emperyalizmin topu, tüfeği, sermayesi ve siyasi desteği ile Kürt devletleşmesi nasıl yan yana getirilebilir?

Elbette Sovyet Rusya’sını düşünerek 1923 Cumhuriyeti’nin kuruluş parametrelerini bir kez daha hatırlatmak gerek.

Ulusların kendi kaderini tayin hakkının Lenin’de ifadesi “bu hakkın tanınmasını kabul edip etmemek” değildir. Lenin, devrim öncesinde ve sonrasında “ulusların kendi kaderini tayin hakkı”nı savunmuş, ayrılma dahil bu hakkın sahiplenilmesi gerektiğini yazmıştır. Ancak Lenin’i bu politik sonuca götüren politik zemin ve niyetler mutlaka ortaya konulmalı. Bağlamından kopartılmış bir idealizm değil, tersine, bağlamı içinde değerlendirilmesi gereken bir somutluk olarak bu söylem maddi bir zemine oturtulmalıdır. Lenin’in Parti içinde ayrı örgütlenmeyi savunun Bundçulara dönük tutumunu, Avusturyalı komünistlerin “kültürel özerklik” tezlerine karşı ödünsüz duruşunu da yazmak gerek. Yine aynı şekilde Rosa Luxemburg ile ulusal sorun üzerinden yaptığı polemiklere yakından bakıldığında Lenin’in çubuğu siyasete büktüğü açık olarak görülecektir.

Çünkü, Rus imparatorluğu altında ezilen ulusal dinamiklerin devrime bağlanması Lenin’in en önemli siyasal taktiği olarak karşımızdadır. Yine aynı şekilde emperyalizmin boyunduruğu altında bulunan ezilen ulusların “ulusal kurtuluşları”nın emperyalizme karşı verilecek bir mücadele anlamına geleceğini Lenin çok iyi görmüştü. Açıktır ki Lenin, Rusya topraklarına ayağı basan, farklı ulusal dinamiklere ve hareketlere sahip bir imparatorluk zemininde devrimin çıkarlarını merkeze koyan bir yaklaşımı geliştirmişti.

Dünün koşullarını görmeden, yazılanları bugüne bire bir taşımak başka bir anakronizm örneğidir. Ortada bir ilkeden çok, Lenin tarafından geliştirilen bir siyasal taktik olduğu açık olmalı. Ayrıca sosyalist bir rejimde ulusal sorun ve ulus devletler sorunu ile bugünün burjuva siyasetinde ulusal soruna yaklaşım bir ve aynı şey değildir. Devrimin uzağında bulunulan bir kesitte, karşı-devrimci emperyalizmin çıkarlarına hizmet edecek adımları, sosyalist bir ilke ile açıklamak yanlış bir yöntem olacaktır.

Marx, 1871’de Prusya-Fransa savaşında, önce Fransa’nın karşısında yer almış, sonra Paris’i işgal eden Prusya’ya karşı Paris işçilerinin mücadelesinin öncülüğünü üstlenmiştir. Osmanlı-Rus harbinde, Osmanlı’nın yanında yer alan Marx, Osmanlıcı olduğundan değil, devrimin çıkarlarını merkeze koyarak bir bakış açısı geliştirdiğinden dolayı bu tutumu almıştır.

Bugün emperyalizmin Ortadoğu’ya yerleştiği bir tabloda, bunun Kürt devletleşmesi üzerine bina edilmesinin, devrimin önünü açtığını kim söyleyebilir. Devrimin önünü açacak şey, emperyalizmin yenilgisidir!

Tam da bu yüzden, merkeze konulacak şey ulusların kaderini tayin hakkı merkezli bir bakış değil, devrimin kendi kaderinin nerede görüldüğü ile ilgili bir tartışmadır.

Lenin’in ulusların kendi kaderini tayin hakkı üzerinden yazdıklarını, özet olarak ortaya koyarak bir politika oluşturulamaz. Lenin’in yazdıklarının bağlamı, niyeti, hedefi, somutluğu ve gerçekliği analiz edilerek bir soyutluk yaratılabilir. Bu soyutlama bugün Türkiye toprağında bir somutluğa dönüşebilir, dönüşmelidir.

Peki ya Kürt sorunu? Kürt sorununun bir sosyalist çözümü vardır, tıpkı burjuva çözümü olduğu gibi. Ancak komünistlerin işi, Kürt sorununun çözümü adına burjuva iktidarın ve emperyalizmin tahkimat yapmasına koltuk değneği olmak değildir.

“Kürt siyaseti gözlüğü” ile değil “devrimin gözlüğü” ile meselelere yaklaşmak devrimci bir yöntem olarak önümüze konmalıdır. Bugün Ortadoğu’da ve Türkiye’de devrimin önünü açacak bir politik hat örülmeli, bu politik hattın özünde Kürt-Türk bütün etnik kökenden gelen emekçilerin ortak mücadelesi bulunmalıdır.

Kaldı ki, Kürt emekçileri ile Türk emekçilerini ayıracak coğrafi sınırların ortadan kalktığı, başta İstanbul olmak üzere Kürt emekçilerinin yoğun yaşadığı yerlerde nasıl bir “ayrılma dahil ulusların kendi kaderini tayin hakkı” politikası belirlenebilir?

İki kutuplu dünyada ulusal kurtuluş mücadelelerinin anti-emperyalist objektif karakteri ile bugünün emperyalist-kapitalist sisteminde, iki kutuplu dünyanın dengelerini bozarak emperyalizmin kendine bağlama girişimleri bir ve aynı şey olabilir mi? UKKTH kavramı dünün devrimci kavramı iken, bu kavramın bugün emperyalizmin kendine bağlama manası görülmeden, bu sorun “idealistçe” tartışılamaz.

Kadim bir halkın tarihsel ulusal sorunu, emperyalizm diye diye bu kadar karşıya alınabilir mi diye itiraz edenler olursa, diyeceğimiz basittir: Lenin’in ulusların kendi kaderini tayin hakkı üzerine yazdıklarını refere etmeyi bırakın o zaman. Çünkü Lenin’in en önemli eserlerinden birisi de “Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması” çalışmasıdır.

Elveda Lenin denilirse, zaten diyecek bir şey kalmamıştır.