Türkiye’nin “beka sorunu”

Türkiye’nin “beka sorunu”

17-09-2017 15:54

Pusula'da bu hafta, Zafer Aksel Çekiç Irak ve Suriye'deki Kürt hareketlerinin Türkiye'ye etkisini yazdı.

Zafer Aksel Çekiç

 

Türkiye’nin emperyalist planlar çerçevesinde yürüttüğü savaş politikasının hangi gerekçe ve yöntemle olursa olsun yanlış olduğu, kendi sorunlarını derinleştirdiği, kendi varlığını tehlikeye düşürdüğü konusunda artık şüphe olmaması gerekiyor.

Türkiye’nin duvara toslayan “Yeni Osmanlı” siyasetinin sonucu bugün Türkiye’nin sınırlarının emperyalist operasyonlara açılmış olmasıdır. Elimizdeki gerçek en yalın haliyle budur. AKP’nin 1923 Cumhuriyeti’nin denge siyasetini terk ederek emperyalizmin bölge planlarında rol üstlenmek üzere öne atılması kitapta yazılan şekilde yaşanmamış ve esneklikleri olmayan bir siyaset bugün Türkiye’nin “beka sorunu”nu ortaya çıkarmıştır. Oysa “stratejik derinlik” çok basitti. Türkiye, siyasal İslam’ın başat gücü olarak Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesine öncülük edecekti.

Büyük Ortadoğu’nun yeni Osmanlısı Türkiye

Bunun için liberallerin yıllarca “demokrasi” diye anlattıkları “2. Cumhuriyet” bir proje olarak ortaya konuldu. 2. Cumhuriyet hem İslamcıları sistem içine çekecek hem de Kürtlerle barışacaktı. Bunun için AKP kurulmuş ve işlevlendirilmişti. AKP ise önce IMF ile imzalanan ekonomik programı disiplinle uygulayıp bu arada işçi sınıfı içerisinde dini kullanarak patronların ihtiyaçlarını fazla sorun yaşamdan karşılamasıyla rüştünü ispat etti. Bu süreç özelleştirmelerin yürütülme şeklinden rahatlıkla okunabilir.

Bu rüşt ispatının ardından önce devletin yeniden yapılandırması geldi. Bu aşama aynı zamanda inisiyatifin Gülencilerin polis ve yargı içindeki uzantılarında olduğu bir operasyonlar dönemi oldu. Bu projeye karşı devlet içindeki dirençte geliştiren veya direncin bir uzantısı olan unsurlarla birlikte bu süreçte baş ağrıtabileceği düşünülen muhalif unsurlar derdest edildi. 2010 referandumu bu sürecin devletin tamamen Gülencilere devredilmesi anlamında tepe noktasını oluşturdu.

Daha sonra ise rüştünü ispat eden ve devleti dönüştüren AKP’nin dış politika atılımı dönemi başladı. Önceleri “sıfır sorun” denilerek başlanan bu atılımın temel varsayımı Müslümanların bir “ağabey” etrafında bir araya getirilerek bir İslamcı kimlik etrafında emperyalist düzene bağlanabileceğiydi. Türkiye’de tarihsel bir bağ kurabilmek için Osmanlı’nın “yeni” hali olarak pazarlanması uygundu. Bu arada Kürtlerle barış sağlanarak Irak ve Suriye başta olmak üzere yeni bir yönetim modeli de gündeme gelecekti. Bu sürecin yeterli olmadığı anda “Arap Baharı” devreye girdi. Türkiye bu sefer askeri roller de üstlenecekti.

Bu proje en nihayetinde Suriye’nin olağanüstü direnciyle duvara tosladı. Elbette Türkiye’de yaşanan dinci gerici karşı devrim sürecine karşı biriken toplumsal öfke de AKP’nin manevra alanını iyice daralttı. Türkiye boyundan büyük işlere kalkıştığını patlayan bombalar, kıyısından dönülen savaşlar ve Demokles’in kılıcı gibi kafasının üzerinde sallanan kalın bir suç dosyası ile terbiye edilmeye çalışılırken öğrendi. Bu hesapların ve Kürtlerle barışmanın sağlanamaması ile emperyalizm yeni aktörleri devreye soktu.

Büyüyemeyen Türkiye’nin tartışmaya açılan sınırları

Bu çerçevede, bir hesap, Türkiye Kürtlerle kurulacak bir federasyonla sınırlarını genişletmesi ihtimaliydi. “Değerli yalnızlık” batağına saplanan Türkiye bu hayallerinden erken vazgeçse de emperyalizm bölgeyi şekillendirmek için yedekte tuttuğu “Kürt kartı”nı kullanmakta çekinmedi. Siyasal İslam’ın cihatçıları kontrol etmekte başarısız olması sonrasında emperyalizm, bir yandan Irak’ın kuzeyinde kurulan bölgesel yönetim diğer yandan Suriye’nin kuzeyindeki Kürt hareketi üzerinden “B planı”nı devreye sokmuş oldu.

Bu durumun büyüyemeyen Türkiye’nin küçülmesi tehlikesini de ortaya çıkardı. Büyümenin esas olarak AKP politikalarını aşan bir yanı olduğunu da hatırlamak gerekir. Başbakanlıktan indirilmesi için türlü oyunlar oynanan Bülent Ecevit’in 2004 yılında Mustafa Kemal’in İsmet İnönü’ye ve onun da kendisine aktardığı “ilk fırsatta alınsın” denilen “Musul vasiyeti”ni açıkladığını da hatırlayalım. AKP’nin bu anlamda yeni bir yöntem önerdiği de söylenebilir.

Bununla birlikte Türkiye’nin emperyalist planlar çerçevesinde yürüttüğü savaş politikasının hangi gerekçe ve yöntemle olursa olsun yanlış olduğu, kendi sorunlarını derinleştirdiği, kendi varlığını tehlikeye düşürdüğü konusunda artık şüphe olmaması gerekiyor. Türkiye’nin içinde bulunduğu mevcut durum bunun canlı delili niteliğinde.

Suriye’de savaşamamanın bedeli

“İmralı Notları” adıyla yayınlanan Abdullah Öcalan ile görüşme notlarından AKP ile Öcalan ve Kürt hareketi arasında yürüyen görüşmelerde Suriye’nin iki taraf açısından da kırmızı çizgi olduğu öğrenilmiş oldu. Türkiye için Suriye’de kanton yapılanması uygun değildir. Kürt hareketi de Suriye’deki boşluktan yararlanmamak gibi bir seçeneği kabul etmiyordu.

Bu gerilim sonuçta “Çözüm Süreci” masasının dağılmasına neden oldu. Devlet, aslında çok önceden beri orada olan hendekleri bahane ederek kentleri yok eden bir saldırıya girişirken Kürt hareketi ise hendeklere dayanan bir “özerklik” ilanıyla sürecin yönetemediği bir yolu tercih etti. Yok olan kentler ve ölen onlarca insan esas olarak Suriye’de çatışamayan Türkiye ve PKK’nin savaşı Türkiye’ye taşımalarının bir sonucu oldu.

Bugün Türkiye, “Arap Baharı” sürecinde cihatçı çeteler aracılığıyla Suriye’yi istikrarsızlaştırmasının bedelini ödememek için gayret göstermek zorunda. Türkiye, emperyalizmin planlarına dahil olurken ne bir B planı ne de bir geri çekilme hesabı yapmadığı gibi Suriye ile sınır komşusu olduğunu dahi unuttu. Hiçbir esnekliği olmayan bir politika sahada istenilen sonuçlar elde edilmediğinde emperyalizm için yeni kartların çekilmesini getirirken bu Türkiye’yi bütünüyle köşeye sıkıştırdı.

Türkiye bölünmemesi için

Türkiye’nin 1984’ten bu yana en temel tartışma başlıklarından olan “bölünme” sorunu bugün emperyalizmle geliştirilen 70 yıllık ittifakın bir sonucu olarak hiç olmadığı kadar gerçek bir tehdit haline geldi. Reel sosyalizmin çözülmesinin ardından geçmişte Bosna ve Kosova’da, bugün Suriye’de başka ülkelerin NATO şemsiyesi altında bölünmesine katılan Türkiye, aynı tehdidin üstelik müttefiklerince kendisine yöneltilmesinden “şaşkın” bir haldedir.

Ama Irak işgali sonrasında doruk noktasına ulaşacak şekilde Barzani’yi destekleyen, sahnede birlikte poz veren, Ankara’da Kürdistan bayrağıyla ağırlayan bir devlet aklının bugün “bağımsızlık” için referandum yapılmasına karşı çıkması da Suriye’de her on kişiyi bir araya getirip silahlarla donatıp çeteleştiren bir devlet aklının bugün o silahların kendisine dönmemesi için olağanüstü hale sığınması da bir çözüm getirmiyor.

Türkiye’nin bir “beka sorunu” vardır. Hep dediğimiz gibi, bu durum NATO üyeliğinin faturası olarak Türkiye’nin önüne çıkartılmış durumda. Bunun emperyalizme göbekten bağlı Türkiye tarafından tersine çevrilmesi mümkün değil. Ancak bir denge siyaseti izlenerek tartışmanın Türkiye’yi kapsamaması için “dua edilmesi” mümkün gözükmektedir. AKP iktidarının iş “dua”ya kalmışken iktidarda kalması bu bağlama oturan bir gerçekliktir.

Türkiye’nin sınırlarının değişip değişmemesinden bağımsız olarak emperyalizmin bölgede siyasal İslam yoluyla yapamadığını bugün Kürt kartını kullanarak hayata geçirmesi bölgede istikrarsızlığın sürmesi anlamına geldiği gibi tüm emekçi halkların da sınıf mücadelesini perdeleyecek ve sonu kolay gelmeyecek düşmanlıklar üretmesine neden olacaktır.

Türkiye’nin “beka sorunu” Kürtlerin yok sayılmasıyla, savaşın sürdürülmesiyle, emperyalizmden medet umarak, onun yeni ittifak unsuru olarak, icazetli referandumlarla çözülemez. Sadece Türkiye’nin değil bölgenin bekası emperyalizmin bölgeden bütünüyle kovulmasına bağlıdır. Bunun yolu ise ancak komünistlerin yaratabileceği bir seçeneğin ete kemiğe bürünmesiyle mümkün olacaktır.