TKH MK üyesi Kamil Tekerek: Adalet ve eşitlik talebi işçilerin eliyle Türkiye'de taşları yerinden oynatabilir

TKH MK üyesi Kamil Tekerek ile Sosyalist Cumhuriyet gazetesinde yapılan röportaj.

TKH MK üyesi Kamil Tekerek: Adalet ve eşitlik talebi işçilerin eliyle Türkiye'de taşları yerinden oynatabilir

Sosyalist Cumhuriyet gazetesinin 6 Temmuz 2017 tarihinde yayımlanan 30. sayısında Türkiye Komünist Hareketi Merkez Komite üyesi Kamil Tekerek ile bir röportaj yapıldı.

Röportajda son dönem Türkiye siyaseti ve CHP’nin yaptığı Adalet Yürüyüşü değerlendirilirken, solun gelecek dönem mücadelesine dair vurgular yer aldı.

Röportajı okurlarımız ile paylaşıyoruz.

Sosyalist Cumhuriyet: İki haftadan fazla süredir devam eden Adalet Yürüyüşü ile ilgili kısaca görüşlerinizi alabilir miyiz? Buradan hareketle Türkiye’de siyasal mücadelenin geleceğinde neler var sizce?

Kamil Tekerek: Adalet Yürüyüşü’ne geçmeden önce Türkiye’de siyasal mücadelenin geleceğinden başlamak daha doğru olacak gibi görünüyor. O yüzden belki de sonda söylenmesi gerekeni en başta dile getirelim. Ülkemizin geleceğinde işçi sınıfı mücadelesinin bugüne kadar alışılmadık düzeyde yüksek seviyede seyredeceği bir döneme gireceğimizi ortaya koymak gerekiyor. Öyle ki, işçilerin mücadelesi denildiğinde akla ilk başta ekonomik mücadele geliyor. Ancak, on beş yıllık AKP iktidarının geldiği noktada artık siyasal çalkantıların durmadığı bir dönemden geçiyoruz. Böylesi bir ortamda, Türkiye gibi bir ülkede emekçilerin mücadelesinin siyasal alana dönük bir sıçrama gerçekleştirmesi kaçınılmaz görünüyor.

Bu işin iki yönü olduğunu tespit etmek gerekir. Birincisi, işçi sınıfı patlamaya hazır bir bombadır. Patladığı zaman kendisine değil, sınıf düşmanına zarar verebilmesi için şimdiden büyük bir hazırlık yapmak gerekiyor. İkinci yön ise, sınıfın yaşayacağı ve dolayısıyla toplumsal alana yansıyacak olan büyük kırılmalar. Bunun için de hazırlıklı olmak önemli. Buna yakın dönemden 2015 yılındaki metal işçilerinin direnişini örnek verebiliriz. Türkiye solu bu direnişe hazırlıksız yakalanmıştı. Önümüzdeki dönem böyle bir lüksümüz olmadığını bilelim.

Bu tespite nasıl eriştiğimizi merak ediyor olmalısınız. Özelleştirme ve piyasalaştırma operasyonunun zirve yaptığı AKP Türkiyesi’nde emekçi sınıfların boğazını her geçen gün daha fazla sıkan bir cendereye girildiğini bilmemiz lazım. Çünkü artık işçi sınıfının tarihsel kazanımlarının yapısal olarak dönüştürülmesinin ya da daha doğru bir tabirle tasfiyesinin son halkasına geldik. Bilirsiniz, süreç 24 Ocak kararları ile başlamıştı, 12 Eylül ile devam etti, 90’lı yıllarda sosyalizmin yıkılışının Türkiye’de önemli yansımaları oldu, AKP ile birlikte de Türkiye kapitalizminin emperyalist sisteme tam boy entegrasyonu sağlanmaya başlandı. Şimdi bunun kritik bir evresindeyiz.

Dolayısıyla Türkiye kapitalizminin geleceğinde kriz olasılığı her daim olmakla birlikte, bunun ötesinde sınıf hareketinin yükselişe geçmesinin, biraz önce bahsettiğimiz son halkanın takılmaya çalışıldığı bir evreye denk gelmesi mümkündür. Burada bahsetmeye çalıştığımız şey ise tek başına kazanımların kaybedilmesine dönük işçilerin direnç geliştirmesi olarak anlaşılmamalı. Tersinden köhnemiş ve insanlara umut vermeyen bu düzenin değişmesine dair olan mücadelenin ve siyasal arayışın da bu süreçten çıkması mümkündür.

S.C.: Bu bahsedilenlerin Adalet Yürüyüşü ile ilgisi nedir?

K.T.: İlk başta tersten yanıt verdiğimiz için esas soruya gelebiliriz. Bugün Adalet Yürüyüşü ile birlikte ortaya çıkan tablonun yukarıda bahsettiklerimiz ile mesafesi çok açık durumdadır. Hatta çok ilgisi yoktur desek yanlış sayılmaz.

Röportajı yaptığımız gün CHP’nin genel başkan yardımcılarından biri, başta TÜSİAD ve MÜSİAD olmak üzere çeşitli patron örgütlerini Adalet Yürüyüşü’ne ve 9 Temmuz’daki mitinge davet etti. Dolayısıyla her ne kadar “Adalet Yürüyüşü’nde CHP’nin kurumsal kimliği ön plana çıkmıyor” dense de, CHP tarafından Adalet Yürüyüşü’ne çalınmaya çalışılan sınıfsal özün rengi belli oldu. “Ama sendikalar da davet edildi, hatta yürüyüşe katıldılar” diyerek kendimizi kandırmanın ise alemi bulunmuyor. Çünkü CHP’nin tarihsel misyonu belli: Sınıf savaşımının önüne geçmek, patronlar ile işçileri barıştırmak.

CHP önderliğinin bu ve benzeri noktalara oynuyor ya da oynayacak olması, yürüyüşe katılan ya da bulunduğu yerden destekleyen insanların arayışlarını boşa düşürme ihtimalini taşıyor. Çünkü AKP iktidarına karşı on beş yıl boyunca birikmiş olan öfkenin böylesi bir talep ve eylem çevresinde vücut bulmasını ve OHAL koşullarında insanların nefes alacağı harekete dönüşmesini işin nesnel boyutu olarak değerlendirebiliriz. Ancak buna öznel müdahaleyi yapan odak ise çok bellidir. Her ne kadar bayrak taşımıyoruz dese de, CHP bu eylemin sahibidir.

O yüzden komünistlerin, sermaye düzeninin en has unsurlarından biri olan CHP’nin bu eyleminin içerisinde yer almamalarında garipsenecek bir yan yok. Bununla birlikte, eyleme katılan, heyecan duyan ya da adalet talebi doğrultusunda harekete geçen insanlar, komünistlerin sesleneceği bir toplumsal bölmeyi oluşturuyor. Gerek CHP’nin yanlışlarını söyleyerek gerekse adalete gerçek anlamda nasıl ulaşacağımızı propaganda ederek bu kitleye ulaşmak zorundayız, ulaşmaya çalışıyoruz. Hatta, 9 Temmuz’da yapılacak miting ile ortaya çıkacak olan siyasal atmosferi iyi algılamak gerekiyor. CHP’nin hangi siyasal hedeflerle bu süreci nereye taşıyacağına dair henüz bir belirti yok.

S.C.: O zaman bu yürüyüşün neden yapıldığını nasıl açıklamak gerekiyor?

K.T.: Şöyle ki, bu yürüyüşün amaçları ya da hedefleri arasında birkaç başlık olduğu şu ana kadar çok yazıp çizildi. Tekrar olabilir ama biz de bu konuda birkaç şey söyleyelim.

Referandum sonrasında sokak hareketinin önünü kesen CHP yönetimi, okların kendisine doğrulduğunu gördüğü bir uğrakta bu hamleyi yaptı. AKP eliyle yapılan Enis Berberoğlu yargılaması ve kendisine verilen bu ceza aslında bu hamlenin yapılması için uygun ortamı sağlamıştır. Buradan AKP ve CHP arasında gizli bir anlaşma var türü fantaziler çıkartmaya gerek bulunmuyor. AKP ve CHP arasındaki çelişkiler ya da karşı karşıya gelişlerin var olduğunu, bunların önemlice bir kısmının da suni olmadığını bilelim. Bize göre önemli mesele ise bunların uzlaşamaz olmayışı.

Bununla birlikte, parti içerisinde pozisyonu zorlanmaya başlayan Kemal Kılıçdaroğlu CHP liderliğini bu sayede tekrar ele aldı. Hatta referandumdaki “Hayır”cıların da lideri olmaya oynuyor. Zaten sağdan sola kadar geniş bir yelpazeye seslenmek için referandum sonrasında önce sağ partilerle, sonra da HDP ile görüşmeler yapan Kılıçdaroğlu’nun hamlesi, bu işe de yaramış gibi görünüyor.

Son olarak, yürüyüşün 2019 yılında yapılması planlanan Başkanlık ve parlamento seçimleri için toparlanarak yola çıkma gibi bir hedefi olduğu da söylenebilir. Şimdiden televizyonlarda CHP’nin adayının kim olması gerektiği konuşulmaya başlanırken, seçimin ikinci turunda Tayyip Erdoğan’dan ‘kurtulmak’ için mutlaka CHP’nin desteklenmesi gerektiği de propaganda edilmeye başlandı.

Belirtelim ki, özellikle ilk günlerde FETÖ operasyonlarına sınır çizilmesi ve haksız yere yargılanan, ceza alan ya da işini kaybeden kişilerin hakkının savunulması başlığı ise genel bir talep olmakla birlikte, yürüyüşün pasif direnç çizgisini oluşturuyor. Tersinden “FETÖ’nün siyasi ayağının AKP’de” aranması gerektiğine dönük politik bir hamle, bu yürüyüşle beraber ortaya çıkacak mı zamanla göreceğiz.

S.C.: Türkiye solunda yürüyüşe katılım üzerinden bir tartışma başladı. Bu gündeme nasıl bakıyorsunuz?

K.T.: Bu anlamsız bir tartışma. Daha doğrusu Türkiye’de sosyalistler bu tür eylemlere nasıl yaklaşmalılar sorusunun yanıtını olgun bir şekilde veremiyoruz. Onu da geçelim. Aslında Türkiye solu tarafından organize edilerek hayata geçirilmesi gereken bir yürüyüş, neden CHP tarafından yapılıyor ve neden biz bunun parçası olmak için uğraşıyoruz gibi bir soruyu sormak gerekiyor.

Bununda ötesinde, bu eyleme katılan kitleyi nasıl sola çekeriz ve devrim mücadelesine kazanırız diye bir uğraş içerisinde olunmalı. Ne yazık ki bunun yolu yürüyüşe katılarak Kemal Kılıçdaroğlu ile fotoğraf vermekten geçmiyor. Bu ülkemizde çok yaygın olan sosyal medya solculuğuna örnek olarak görülmeli.

Genel olarak ülkemizde “demokrasi arayışçısı sol” olarak niteleyebileceğimiz örgütler bu başlıkta böylesi bir girişimde bulundular. Fark etmiyor. Aynı kesimler seçimlerde HDP’ye oy verebiliyor, CHP ve HDP ile aynı anda milletvekili pazarlığı yapabiliyor, 15 Temmuz’dan sonra CHP tarafından organize edilen Taksim mitingine katılıp, bunun bir yıl öncesinde ise Sur’daki hendekler önünde poz verebiliyor. Daha da trajik olanını söyleyelim. Meral Akşener’den heyecanlanan “devrimciler” var ülkemizde. Bu bir siyaset bulamacı. Bu çizgiden hiçbir şey olmaz.

Bunun türevi olan bir diğer çizgi ise 2019’da Türkiye’ye faşizm geleceğini ifade ederek bugün CHP içinde mücadeleyi gündemin merkezine oturtmaya başladı. Bizce, “faşizme karşı birleşik cephe”yi CHP’nin kitle tabanı içerisinde kurmaya çalışan bu anlayışın da başarı şansı yok.

Tüm bunlardan 2019 için CHP destekçiliğinden başka bir şey çıkmayacağını bugünden tahmin edebiliriz.

S.C.: Peki bu yürüyüş nereye varır? Türkiye Komünist Hareketi ne yapıyor ya da ne yapacak?

K.T.: Yürüyüşün nereye varabileceğine dair bazı ihtimalleri biraz önce ifade etmeye çalışmıştım. Kabaca söylemek gerekirse, buradan AKP’ye karşı tepki duyan kesimlerin düzen içi CHP muhalefetine entegrasyonundan başka bir şey çıkmaz. Dolayısıyla öncelikle bu ihtimale ya da tehlikeye işaret etmek durumundayız. Bunun tersini örgütlemek ise bizim elimizde. İşte tam da bu noktada yürüyüşe ya da mitinge katılımın bir parametre olmadığını ifade etmeye çalışıyoruz.

Bununla birlikte yürüyüşün siyasal ve toplumsal sonuçlarına odaklanarak buradan bağımsız bir çıkışın örgütlenmesi için adım atmaktan başka bir yol bulunmadığını bugün tespit ediyoruz. Aslında sorun Türkiye solunun bütünü ile ilgili. Türkiye Komünist Hareketi bir şekilde bu kitleler ile etkileşime geçmenin ya da örgütlenmenin yolunu bulur. Bugünün harareti içerisinde bunun çok mümkün olmadığını zaten herkes biliyor ve açık konuşalım göstermelik iş yapmanın da çok anlamı bulunmuyor.

O yüzden öncelikli görevimiz daha fazla zaman kaybetmeden Türkiye’de işçi sınıfının çıkarları doğrultusunda hareket edecek olan bağımsız bir sol odağın şekillendirilmesi olmalı. Çünkü en başta ifade ettiğim gibi, adalet ve eşitlik talebi işçilerin mücadelesinin elinde Türkiye’de taşları yerinden oynatacak bir anlama gelecek.

Bunun için bugünden kolları sıvamak ve kendi yolumuzu açmak için mücadeleyi büyütmek gerekiyor.