ÇEVİRİ | Rus Devrimi ulusal kurtuluş mücadelelerine nasıl ilham ve yardımcı oldu?

ÇEVİRİ | Rus Devrimi ulusal kurtuluş mücadelelerine nasıl ilham ve yardımcı oldu?

ÇEVİRİ | Rus Devrimi ulusal kurtuluş mücadelelerine nasıl ilham ve yardımcı oldu?

Ülkemizde ve dünyamızda güncel olarak en fazla tartışılan konuların başında “ulusal kurtuluş mücadeleleri” ve “ulusların kendi kaderini tayin etme hakkı” gibi konu başlıkları geliyor.

Uzun yıllar boyunca bahsi geçen tartışma başlıkları Marksist literatür ışığında ve sosyalizm ekseninde tartışılmış olup, günümüzde ise SSCB’nin yarattığı boşluk etkisi sebebiyle, emperyalizmin belirlediği sınırlar içinde tartışılarak, halklara eskiden olduğu gibi “eşitliğin ve özgürlüğün” reçetesini sunmak yerine, emperyalizmin güdümünde şekil almaya devam ediyor.

“Halkların hapishanesi” olarak ifade edilen Çarlık Rusya’sını “halkların eşit ve özgür” bir şekilde insanca yaşayabildiği bir ülke haline getirerek kapitalizme en büyük darbeyi vuran Ekim Devrimi’nin 100. yılını kutladığımız bu günlerde, geçmişte verilen mücadelelerle ilgili hafızamızı bir kez daha yenilemek ve halkların gerçek kurtuluşunun nereden geçtiğini bir kez daha hatırlatabilmek amacıyla 2 Kasım 2017 tarihinde Telesur’da yayınlanan aşağıda okuyacağınız yazıyı çevirdik.

Öte yandan, çeviride “tek ülkede sosyalizm” tartışmalarını da kapsayan Stalin dönemi eleştirisinin tarihsel gerçeklerle pek az bağının olduğunun da vurgulanması ve şerh düşülmesi gerekiyor. Sovyetler Birliği’nin her dönemine damga vuran barış politikasının emperyalistlerle yakınlaşma olarak kabalaştırılması dahi mümkün olmadığı gibi Batı Avrupa’da başarısızlığa uğrayan Almanya ve Macaristan devrimlerinin ardından tek sosyalist ülke olan Sovyetler Birliği’nin korunması zorunluluğu nedeniyle atılan adımların böyle bir kaç cümleyle tartışılması da mümkün değildir. Orjinal metnin bu anlamda bir kolaycılığa kaçarak kestirip attığı bu yaklaşım hem öz hem de veriler açısından çok büyük yanlışlar barındırmakla beraber orjinal metnin, genel olarak, Sovyetler Birliği’nin anti-emperyalist mücadele açısından doldurduğu boşluğu göstermesinin önemli olduğunu değerlendirdik.

İlerletici ve verimli tartışmalar doğurması dileğiyle, keyifli okumalar dileriz.

 

Rus Devrimi 1917 Ekim’de gerçekleştiğinde, dünyanın geriye kalan kısmının büyük çoğunluğu Birleşik Krallık, Fransa, Belçika, Hollanda, İspanya ve ABD tarafından sömürgeleştirilmişti. Ancak Vladimir Lenin’in liderliğinde devrim, sadece işçilerin devletinin mümkün olabileceğini gösterdiği için değil, aynı zamanda pratik, maddi ve daha sonralarında askeri destek sunduğu için de sayısız halk için esin kaynağı olmuştu. İlk örnek, “halkların hapishanesi” olarak bilinen Çarlık Rusyası’nın elinde tuttuğu kolonilerin özgürleşmesiydi.

1919 yılında, Mısır ve Irak halkı İngiliz yönetimine karşı ayağa kalktı, Koreliler Japon işgaline karşı savaştı ve Macaristan’daki devrim, kısa süreli ömürlü Macaristan Sovyet Cumhuriyeti ile sonuçlandı.

1920’deki Doğu Halkları Kurultayı ya da Bakü Kongresi, Lenin’in Bolşeviklerinin, sömürge dünyasındaki sömürülen ve ezilen halkların devrimci Marksist bir hareket yaratmak için yaptığı bir girişim olduğu gibi, aynı zamanda gelişmiş ülkelere de hitap ederek, özellikle Avrupa’daki gibi, bu hareketlere destek verme amacıyla yaptığı bir girişimdi.

Türkiye, İran, Mısır, Hindistan, Afganistan, Çin, Japonya, Kore, Suriye ve Filistin gibi 25 ülkeden 1,891 delege Kongre’ye katıldı.

Sonuç bildirgesinde, “Avrupa ve Asya’nın sınırında olan Bakü’de, Asya ve Afrika’daki isyan halinde olan on milyonlarca köylünün ve işçinin temsilcileri, dünyaya yaralarımızı gösterdik, sırtlarımızdaki kırbacın izlerini gösterdik, ellerimizdeki ve ayaklarımızdaki zincirlerin bıraktığı izleri gösterdik. Hançerlerimizi, revolverlerimizi, kılıçlarımızı havaya kaldırdık ve bu silahları birbirimizle savaşmak için değil, kapitalistlerle savaşmak için kullanacağımıza dair yemin ettik. Sizlerin, Avrupa ve Asya’daki işçilerin, Komünist Enternasyonal bayrağının altında, ortak mücadele, ortak biz zafer için bizlerle birleşeceğinize içten bir şekilde inanıyoruz.” yazıyordu.

Komünist Enternasyonal ya da Komintern, işçi sınıfının birliğine karşı kendi emperyalist ülkelerini destekleyerek işçileri Birinci Dünya Savaşı’na sürükleyen İkinci Enternasyonal’e karşı cevap olarak 1919 yılında Lenin tarafından kurulmuştu. Temmuz 1920’de gerçekleşen İkinci Kongreleri’nde, sömürgecilik karşıtı mücadeleye büyük önem atfetmiş ve bu vurgu, on yıllarca sürecek olan uluslararası komünist hareketin şekillenmesine yardımcı olmuştu.

Komintern, dünyadaki komünist partilerin inşa edilmesinde önemli bir rol oynamıştı; hem gelişmiş ülkelerde, hem de sömürgeleştirilmiş ülkelerde. Ayrılma hakkı da dahil olmak üzere, Lenin’in ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkındaki tavizsiz desteğinin etkisi, ezilen ülkelerin üzerinde muazzam bir etkisi olmuştu. Karl Marx ve Friedrich Engels’in sloganına ekleme yapmıştı, “Dünyanın tüm işçileri ve ezilen halkları, birleşin!”

Lenin’in 1918 yılında yayınlanan çığı açan broşürü “Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması”, kapitalist sistemin dokunaçlarının dünyanın dört bir yanına uzatarak finans kapitale dönüştüğünü gösteriyordu. Nasıl bunun, ulusal kurtuluş ve sınıf mücadelesinin birliğinin dayanağı olabileceğini açıklıyordu.

“Kapitalizm, bir avuç “gelişmiş” ülkenin, dünya nüfusunun ezici çoğunluğuna kolonici baskı uyguladığı ve finansal olarak boğazladığı bir dünya sistemine dönüşmüştür. Ve bu “ganimet” tırnağına kadar silahlanmış iki ya da üç güçlü dünya yağmacısı arasında paylaşılmaktadır.”

Küba’da Sovyetler* bu dönemde kuruldu ve Güney Afrika, Hindistan, Çinhindi, Endonezya, Sudan, Irak, Vietnam gibi ezilen ülkelerde komünist partiler ortaya kuruldu.

İlk Latin Amerika Komünist Partiler Konferansı Arjantin’in Buenos Aires kentinde 1929 yılında toplandı. Arjantin, Brezilya, Bolivya, El Salvador, Guatemala, Küba, Kolombiya, Ekvador, Meksika, Panama, Paraguay, Peru, Uruguay ve Venezuela ülkelerinden 38 delege konferansa katıldı. Konferans, Sovyetler Birliği’yle uyumlu bir dayanışma içinde, Latin Amerika’daki devrimin anti-emperyalist bir karakterde gerçekleşmesi gerektiğini kabul etti.

Sovyetler Birliği’nin Nazi Almanyası’nı yenmesiyle birlikte 2. Dünya Savaşı’ndan sonra, Doğu Avrupa’nın hemen hepsi emperyalist egemenlikten kurtuldu.

Japonya’nın teslim olmasından sonra Vietnam’da ülkenin genelinde Sovyetler* kuruldu ve köylüler topraklara el koydu, 30 yıl sonra ulaşacakları bağımsızlığa giden yola koyuldular.

1949 yılında Çin Devrimi dünyayı sarstı, 700 milyon insanı bir anda sosyalist kampa dahil etti. 1959 yılına gelindiğinde, bir milyar insanı kapsayan 14 sosyalist ülke vardı.

Bu dönemde ulusal kurtuluş mücadeleleri dünyayı kasıp kasvurdu. Asya’daki silahlı mücadelelerden ilham alan Cezayir, Zimbabwe, Mozambik ve diğer ülkeler, sömürgeciler tarafından şiddetle bastırılmaya çalışılan direniş hareketleri yürütmüşlerdi.

Sosyalist kamp içindeki ilişkiler ile ilgili Nikita Khrushchev ile 1961 yılında yapılan toplantı sonrasında Cezayir Cumhuriyeti Geçici Cumhuriyeti şunları not etmişti: Söz verilen yardım gerçekleşti: Doğu ve Batı cephelerine önemli silah sevkiyatı… ve sonra da öğrenci pilotların (Sovyetler Birliği’nde eğitilmek üzere) kabulü.” 1962 yılında Cezayir bağımsızlığını kazandı, ancak bu, bir milyondan fazla Afrikalıyı öldüren Fransız saldırısından sonra gerçekleşti.

Sömürge sonrası devletler Afrika, Orta Doğu, Asya ve Latin Amerika’da oluşmaya başladığında, Sovyetler Birliği bu devletleri desteklemek için çok büyük askeri ve maddi destek verdi. Cemal Abdünnasır’ın Mısır’ı, Endonezya’dan Sukarno ve Hindistan’dan Cevahirlal Nehru bu politikadan destek aldılar.

1965 yılına gelindiğinde, devlet kayıtlarına göre, gelişmekte olan ülkelere hem ekonomik hem de askeri alanda gönderilen Sovyet yardımı 9 milyar doları aşmıştı.

Bu yardımlar, söz konusu ülkelere kapitalist piyasada sınırları içinde mümkün olmayan görece bağımsız kalkınma politikaları uygulamalarına olanak sağladı. İlk defa, kapitalist sistemin dayattığı ani yükseliş ve düşüş döngüleri yaşamayan Sovyetler Birliği ile hakkaniyet içinde ticaret yapabildiler.

Bu aynı zamanda sosyalist kamp içerisinde de geçerliydi; Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti, Vietnam, Küba ve Doğu Avrupa Sovyet ekonomik ve askeri yardımlarından faydalandılar. Amerika Birleşik Devletlerin’nin Kore işgali, Sovyetler Birliği’nin doğrudan yardımı ile püskürtüldü. ABD’nin Vietnam yenilgisi, büyük ölçüde Sovyetler Birliği’nin askeri yardımı sayesinde gerçekleşti.

Ve her ne kadar Hindistan sosyalist kampın bir parçası olmasa da, Hindistan’a teslim edilen ilk çelik fabrikası, Sovyetler Birliği tarafından kurulmuştu.

Birleşik Krallık, Fransa ve İsrail Mısır’ı 1956 yılında işgal ettiğinde, Sovyetler Birliği ülkeye yardım etmişti ve böylelikle sonunda sömürgeciler kovulmuştu.

1959 yılındaki Küba Devrimi, Fidel Castro’nun hakim ideolojinin sosyalizm olduğunu ilan etmesinden önce de ABD tarafından muazzam bir tehdit olarak görülmüştü. ABD, adaya karşı kapsamlı şekilde ekonomik ve siyasi abluka uyguladı ve 1961’de, Kübalı kuvvetler tarafından tamamen yenilgiye uğratılan Domuzlar Körfezi Çıkarması’nı düzenledi.

Sovyetler Birliği Ada ülkesine hem askeri hem de ekonomik yardımlarda bulundu, başka ABD işgallerinin olmasını engelleyen imtiyazlı ticari şartlarla ve askeri teçhizatlarla yardımcı olarak devrimin sağlamlaşmasına yardımcı oldu.

Sovyetler Birliği öncülüğündeki sosyalist kampın elbette ki eksiklikleri vardı. 1924 yılında Lenin ölümünden sonra Josef Stalin’in liderliğinde burjuva ulusal kurtuluş hareketleri içinde devrimci unsurların oluşmasına yardımcı olmadaki başarısızlık, 1920’lerde Çin’de başarısızlıkla ve binlerce komünistin burjuva milliyetçileri tarafından katledilmesiyle sonuçlanan politika da dahil, en militan savaşçıların bazılarının ihanetine yol açmıştı.

Stalin sonrasında devam eden emperyalistlerle yakınlaşma yanılsaması, Çin Halk Cumhuriyeti gibi doğal müttefiklerle ilişkilerin kopmasına ve diğer ülkelerin Sovyetler Birliği’ni özel durumlarını dikkate almamakla suçlamasıyla sonuçlanmıştı.

Güney Afrika’da Sovyetler Birliği, Komünist Parti ve daha sonrası Oliver Tambo öncülüğündeki Afrika Ulusal Kongresi ile ilişkiler geliştirmişti. Havana’da gerçekleşen konferansta konuşan Oliver Tambo şunları söylemişti: “Sovyetler Birliği, Küba, birçok sosyalist ülke, bugün burada olan devlet başındaki isimler için hayatta kalmayı, kazanmayı, bağımsız ülkelerin liderleri olmayı mümkün kılmıştır. Bu emperyalizme karşı işlenen bir suçtur. Bunu anlıyoruz.”

1960’ların başından itibaren Sovyetler Birliği, ANC’den Umkhonto we Sizwe ve Angola Halkının Kurtuluş Hareketi’ne askeri destek sunmuştu. Aynı zamanda bölgedeki kurtuluş mücadelelerine Sovyetler Birliği’nde askeri ve teknik eğitim sunuluyordu.

1961’de Ghana’nın ilk Devlet Başkanı Kwame Nkrumah, Doğu Avrupa’da çıktığı ziyareti sırasında Sovyetler Birliği ve Çin ile dayanışma içinde olduklarını ilan etmişti. 1962’de Sovyetler Birliği, onun süreklileşmiş yağmaya karşı kıtayı birleştirmek için yürüttüğü Pan-Afrikanizm çalışmalarını Lenin Barış Ödülü ile ödüllendirmişti.

Diğer birçok sömürgecilik karşıtı liderleri gibi Kongo’dan Patrice Lumumba, Soğuk Savaş’ın ya da küresel sınıf mücadelesinin ortasında buldu kendisini. Birçok lider, Sovyetler Birliği’nin desteğini alarak Amerika Birleşik Devletleri’nin düşmanlığını kazanmaka istemiyordu. Bu bağlamda 1950’lerin ortalarında Bağımsızlar Hareketi ortaya çıktı.

Yine de Lumamba Sovyetler Birliği’nden yardım istedi ve bundan kısa bir süre sonra 1960 yılında Pan-Afrika liderinin idamıyla sonuçlanan askeri darbe gerçekleşti.

1962 yılında, gelişmekte olan ülkelerdeki öğrenciler için Moskova’da Patrice Lumumba Üniversitesi kuruldu. Üniversitenin kuruluş amacı, Asya, Afrika ve Latin Amerika’daki, özellikle de yoksul ailelerden gelen genç insanlara, eğitim ve kalifiye uzman olma fırsatı tanıyordu.

Sovyetler Birliği tarihinde, milyonlarca öğrenciye mühendislik, tarım ve diğer disiplinler alanında ücretsiz eğitim sağlandı. CIA bile bunu “Sovyetler, SSCB’de birçok Latin Amerikalı ve Karayipli öğrenciyi eğitiyor, örgütlü emeği geliştiriyor ve dini hareketlerde Marksist eğilimin gelişmesinden fayda sağlıyor.” diyerek onaylıyordu.

Sovyetler Birliği 1991 yılında yenilmesinin etkisi, yardım görev ülkeler üzerinde yıkıcı etkiye yol açtı. Bu, Küba için özel bir kemer sıkma dönemiydi. Vietnam Batı sermayesinin girişine izin vermek zorunda bırakıldı.

Hindistan için IMF’den gelen sert emirler ve devletin sahip olduğu endüstrilerin özelleştirilmesi anlamına geliyordu. Orta Amerika’da Farabundo Marti Ulusal Kurtuluş Cephesi, aynı Güney Amerika’daki ANC gibi uzlaşmaya zorlanmıştı.

Sovyetler Birliği’nin ve Rus Devrimi’nin sonu, dünya çapında emperyalist saldırganlığın saldırganlığını arttırdı. Irak, Somali, Yugoslavya, Afganistan, Libya ve Suriye ülkelerinin tamamı, Sovyetlerin çöküşünden sonra ABD tarafından işgal edildi.

Sovyetler Birliği ve Rus Devrimi’nin sonu tüm dünyada emperyalist saldırganlığın artmasına neden oldu. Onun ortadan kalkmasının ardından Irak, Somali, Yugoslavya, Afganistan, Libya ve Suriye, ABD tarafından işgal edildi. Sosyalist kampın artık bir karşıt ağırlık olarak var olmaması gerçeği sadece emperyalist savaşlara karşı değil sosyalizm ve kurtuluş için ilham ve temel olması açısından da önemini açığa vuran bir işarettir.

 

(*) Sovyetler kelimesi olduğu gibi bırakılmıştır, ancak “Konsey”, “kurul”, “Şura” anlamına gelecek şekilde kullanılmıştır.

Çeviri: Batuhan Bozbay, Doruk Aslı