Ölüm yıldönümünde Sevgi Soysal; 'Sevgi Soysal’ın Vasiyeti: Tante Rosa'

Ölüm yıldönümünde Sevgi Soysal; 'Sevgi Soysal’ın Vasiyeti: Tante Rosa'

Ölüm yıldönümünde Sevgi Soysal; 'Sevgi Soysal’ın Vasiyeti: Tante Rosa'

Deniz Kazanoğlu

 

“… Öncesiz ve sonrasız, bağlantısız ve belgesiz tükenivermek bir ağacın, bir evin, bir pabucun hakkıdır. Bir insanın, bir insanın ama, bir Rosa’nın niçin eskidiğini bilmem gerek, yeni Rosa’yı bunun üstüne kurmam gerek.”[1]

Tante Rosa, Sevgi Soysal’ın TRT’de çalıştığı yılların bir ürünüdür. O dönem ki TRT, 1964 yılında çıkan yasayla özerk bir çalışma ortamının olduğu, bununla paralel özlük hakları açısından da pek çok avantajı barındıran yapısıyla nitelikli bir aydın toplamıyla yayınlarını yaptığı bir süreçten geçmektedir. TRT’nin bu dönemleri aynı zamanda Sevgi Soysal’ın politikleşmeye başladığı yıllardır. Bu açıdan kendisi de ilk dönem eserlerini eleştirir, toplumsal sorunlara yeterince eğilmediği için. Ne zaman ki, TRT’de var olan özgürlük ortamı yavaş yavaş ortadan kalkar ve 12 Mart, tutuklamalar, cezaevi, sürgünlerle dolu bir yaşam başlar; Sevgi Soysal’ın eserlerindeki toplumcu gerçekçi öğeler de ağırlık kazanmaya başlar. 

Tante Rosa da bu anlamda, erken dönem eserlerindendir Sevgi Soysal’ın, 1962 yılında basılan Tutkulu Perçem kitabından sonraki ikinci kitabıdır, yıl 1968.

Sevgi Soysal, Tante Rosa’nın unutulup gitmesinden, diğer kitaplarına verilen ehemmiyetin Tante Rosa’ya gösterilmeyeceğinden endişe duyar. Bu nedenle de kanser olduğunu öğrendikten sonraki bir zaman diliminde, katıldığı bir ev partisinde Özdemir İnce’ye vasiyet eder, Tante Rosa’ya sahip çıkmasını ister. 

O halde, bizler de Sevgi Soysal’ın vasiyetini yerine getirelim ve biraz daha yakından tanıyalım Tante Rosa’yı.

Bırakıp gitmeyi bilen bir kadın

Hemen her eserinde kendinden ve yakın çevresinden görünümlere, karakterlere yer veren Soysal, Tante Rosa karakteriyle de anneannesi, teyzesi ve kendisi olmak üzere ailenin üç kuşak kadınlarını anlatır bu kitabında. Bu üç kuşak kadını ortaklaştıran nokta içinde yaşadıkları toplumsal düzenle hesaplaşma içerisinde olmalarıdır; bir kadın olarak salt anne olma, eş olma rollerine sıkışmayı kabul etmemeleri; bunun dışında da bir yaşam olabileceğini düşünmeleri ve doğrultuda hareket edebilmeleridir.

Ailesinin kadınları gibi, kendisi gibi, Tante Rosa da bırakıp gitmeyi bilen bir kadındır.

“Bir mektup bıraktı Tante Rosa arkada, üç çocuk bıraktı, biri emzikte, kaz kızartması ve elma pastası yapmasını, yemek masası örtülerini kolalamasını, dolapları yerleştirmesini öğrettiği hizmetçi kızı bıraktı. Margarita ekili bir küçük bahçe, tahta merdivenli, yüksek tavanlı, çalar saatli bir ev bıraktı, her Pazar sabahı kiliseye giden, her Pazar öğleden sonra koynuna giren kocayı bıraktı, şapka giyen komşu kadınları, sümüklü çocuklarını bıraktı, onların kocalarını, onların da kaz kızartmalı hayatlarını bıraktı, kiliseyi bıraktı, çan seslerini, org seslerini, Noel şarkılarını bıraktı, kiliseden dönen çocukların attığı kartopuyla delinen camı tıkadığı sol memesini, yüreğini yağ tabakasıyla örten sol memesini bıraktı. Gitti. Gitti fabrika bacalarının, gemi düdüklerinin oraya, tramvaylarda herkesin birbirlerinin ayaklarına bastığı ve pardon demediği ve ne merhaba ne de günaydın demediği insanların oraya gitti, Pazar günü öğleden sonraydı, akşamdı ya da yollara düştü, arkada soluk menekşeler arasında katlanmış mektuplar bıraktı, gelin elbiseleri, duvaklar bıraktı.”

Tante Rosa’yı on dört öykü üzerinden tanırız, on bir yaşından ölümüne kadar geçen yaşama tanık oluruz. Hep bir “uyumsuzluk” içerisindedir Tante Rosa, at cambazı olma hayalleriyle sirkte çalışırken kısa bir süre, annesinin ikinci evliliğinden olma babası tarafından rahibeler okuluna gönderilir. Rahibeler okulunda da durup dururken su içmesi nedeniyle “arzularına gem vuramayan günahkar bir kız” olduğu için, “Tanrı’nın saçlarının, gözlerinin rengini, yaşını, başını, boyunu, evini barkını” sorduğu için bir süre sonra gerisin geri gönderilir evine. Bu dönüş yeni bir keşfe götürür Rosa’yı, kendi bedenini keşfe, cinselliği keşfe ve ilk cinsel ilişkisinde hamile kalır, evlenir, bir kocası olur, çocukları olur ve ne zaman ki bırakıp gider bu hayatını köyün kilisesi tarafından aforoz edilir. “… fabrika bacalarının, gemi düdüklerinin oraya, tramvaylarda herkesin birbirlerinin ayaklarına bastığı ve pardon demediği ve ne merhaba ne de günaydın demediği insanların” yaşadığı yerde de yeni bir hayat kurar kendine, sürekli bir hayata tutunma halindedir, kendini var etme çabasındadır, asla umutsuz değildir, asla pes etmez. Dönüşmek, değişmek kaçınılmazdır Rosa’nın hayatı için.

“Senin bir ağaç gibi, bir kedi gibi, bir kanarya gibi, bir koltuk gibi, bir kağıt gibi, bir perde gibi, bir giysi gibi, bir kalem gibi, bir şapka gibi, kuruyuverdiğin, uyuzlaşıverdiğin, ötmeyiverdiğin, yırtılıverdiğin, eskiyiverdiğin, aşınıverdiğin, bitiverdiğin, uçuverdiğin, demektir bu. Ancak bir ağaç kuruyuverir, bir ev yıkılıverir, bir makina duruverir, bir pabuç aşınıverir, ansızın bu anlaşıverir ve hiç önemli değildir bu. Öncesiz ve sonrasız, bağlantısız ve belgesiz tükenivermek bir ağacın, bir evin, bir pabucun hakkıdır. Bir insanın, bir insanın ama, bir Rosa’nın niçin eskidiğini bilmem gerek, yeni Rosa’yı bunun üstüne kurmam gerek.”  

Dönüşüm kaçınılmazdır hayatın içerisinde, bu nedenle de ataleti bir an önce çıkarmak ister hayatından çünkü “pinekleyerek düşünmek gerçek düşünmek değildir biliyordu. Düşünce eylemlidir, bir eylem sonucu ya da öncesidir, yok böyle bütün gün pineklerken düşünmediğini biliyordu.” 

Sevgi Soysal da hayatının her döneminde sürekli çalışmış, daima üretmiş bir yazardır. Ve bu üretimlerini de emekçilerden yana bir duruşla sergilemiştir. 70’li yılların ortalarında Türkiye İşçi Partisi ve çevresi tarafından kurulan İşçi Kültür Derneği’nin kuruluş hazırlıklarına katılmış ve burada edebiyat dersleri vermiştir. Bu politik konumlanış eserlerindeki kadın karakterlerin yaşadıkları sorunları da toplumsal yapıdan bağımsız ele almayışının temel nedenidir.

Son sözü yine Tante Rosa’ya bırakalım…

“Bu evde de her şey parsellenmiş. Orospuluk, ahlaksızlık, namussuzluk bunu koparıp alanındır, anladı. Orospuluğun herkesin hakkı olmadığını, herkesin bir işi, bir bildiği olduğunu, savunulması gereken bir işi olduğunu. Bu bir örgüttür, her örgütün kendince kuralları vardır, bir örgütün içinde olmak gerektiğini, anladı. Gitarını yeniden aldı eline. Aşkın da örgütlenmesi, haklarının savunulması gereken bir şey olabileceğini düşündü.”     

[1] Tante Rosa, Sevgi Soysal, İletişim Yayınları, 2016 (19. Basım).