Hafıza-i Beşer | 4 Aralık 1945: İstanbul'da Tan Matbaası’na gericiler saldırdı

67 yıl önce bugün günlük Tan gazetesi, gericiler tarafından yağmalandı.

Hafıza-i Beşer | 4 Aralık 1945: İstanbul'da Tan Matbaası’na gericiler saldırdı

Tan Gazetesi’nin ilk sayısı 23 Nisan 1935’te yayımlandı. Tanıtımı Milliyet’in yeni bir atılım yaparak “Tan’a dönüşümü” biçiminde yapılmıştı.

Sol eğilimli günlük Tan gazetesi, çok sayıda üniversite öğrencisi, turancı ve islamcılardan oluşan bir grup tarafından yağmalandı.

Tan gazetesi, Türkiye-Sovyet ilişkilerinin iyileşmesini ve geliştirilmesini savunan tek yayın organıydı. Bu politikasıyla Tan öteki basın organları tarafından eleştirilmeye, özellikle de gazetenin yazarları Zekeriya Sertel ve Sabiha Sertel ağır biçimde suçlanmaya başladı. Bu eleştiriler iktidardaki Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) hükümetini de etkiliyordu.

Diğer yandan CHP’den istifa eden Celal Bayar, Adnan Menderes, Tevfik Rüştü Aras ve Fuad Köprülü gibi üst düzey politikacıların Cumhuriyet Halk Partisi’nden ayrılıp yeni bir parti kurmaya yönelmeleri, Tan gazetesi ile onun yazarları Zekeriya Sertel, Sabiha Sertel’le aralarındaki sıkı ilişkiler, gazetenin yazarı Tevfik Rüştü Aras’ın Türk-Sovyet ilişkilerinin yeniden canlandırılmasına ilişkin yazıları, gazeteyi iktidarın ve milliyetçilerin boy hedefi haline getirmişti.

Baskını Zekeriya Sertel, kendi kaleminden şöyle anlatmıştı:
“4 Aralık, 1945 gününün sabahı üniversiteli faşist gençler ellerinde önceden hazırladıkları baltalar, balyozlar ve kırmızı mürekkep şişeleriyle matbaaya (Cağaloğlu’nda Tan Gazetesi) saldırdılar. Orada bekleyen polisler olup bitene seyirci kaldılar. Görevlerini yapmaya kalkmadılar. Göstericiler, baltalarla matbaa kapısını kırıp içeri girdiler. Makinaları balyozlarla kırdılar. Binanın camlarını indirdiler. İçindeki eşyayı kırıp döktüler. Sonra ellerinde kırmızı boya şişeleriyle “Serteller nerede?” naralarıyla bizleri aramaya koyuldular. Amaçları, bizi çırılçıplak soyup üzerimize kırmızı boya dökmek ve sonra önlerine katıp sokaklarda “İşte kızıllar,” diye sergilemekti. Bütün bunlar polisin gözü önünde oluyordu. Göstericiler bizi bulamayınca vahşi naralarla yollara düştüler. Beyoğlu yakasına geçtiler, orada Sabahattin Ali ile Cami Baykurt’un çıkardığı La Turquie gazetesinin matbaasına gittiler. Orasını da kırıp döktükten sonra vapurla Kadıköy’e geçip bizi evimizde basmaya teşebbüs ettiler…

Hükümet olaydan önce olduğu gibi, olaydan sonra da bu cinayeti işleyenlere karşı hiç bir harekette bulunmadı. Güpegündüz bir matbaayı yıkan bu faşist gençlerden hiç kimse tutuklanıp mahkemeye verilmedi. Bu işin İnönü’nün bilgisi içinde Saraçoğlu’nun verdiği emir üzerine polis tarafından tertiplenip yürütüldüğüne hiç şüphe yoktu. Gösteri yapan ve matbaaya saldıran gençler arasında birçok sivil polis vardı. Saldırıyı asıl bunlar yönlendiriyordu…

Kanun adına, hükümet adına, memleket adına yüz kızartıcı bir rezalet sayılabilecek olan bu 4 Aralık olayından ötürü sonunda kim tutuklandı, bilir misiniz? Biz. Yani, ben, eşim Sabiha Sertel ve Cami Baykurt. Bu olayın sorumlusu ve suçlusu olarak biz hapse atıldık ve biz mahkemeye verildik. Yargıçlar bizim haklı olduğumuzu biliyor ve anlıyorlardı. Fakat Ankara’nın emrine uyarak bizi mahkum ettiler. Bereket versin Yargıtay bu kararı bozdu ve üç ay hapisten sonra tekrar özgürlüğümüze kavuştuk.

Kavuştuk mu? Hayır. Artık Tan gazetesini yeniden çıkarmak olanağı kalmamıştı.
Kırk yıllık çalışma hayatımın meyvesi enkaz altında yatıyordu. Evimiz polisle çevrilmişti. Arkamıza polis takılmıştı. Mahkemeden ve hapisten kurtulmuştuk ama bu kez daha geniş bir hapishaneye düşmüştük.”

Sovyetler Birliği’nin tepkisi

Olayların ardından Tan Gazetesi yayın hayatına son vermek zorunda kaldı. SSCB, bu olayı hükûmetin düzenlediğini, bunun gerçekte Sovyetler’e yönelik bir saldırı olduğunu ileri sürdü ve Türkiye’ye bu konuda bir nota verdi.

Tan Gazetesi Baskını ile ilgili olarak Aziz Nesin’in 5 Şubat 1948 tarihinde Zincirli Hürriyet gazetesinde yayınlanan yazısında şöyle diyecekti:
“Ey faşist yumurcakları!
Ey Türk faşisti! Birinci vazifen, Türk matbaalarını yıkmak, makinelerini ısırmak, demirlerini dişleyip duvarlara saldırmaktır. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli, gazeteleri çamurlara serip üzerinde ağzın köpürünceye kadar tepinmektir. Bu temel, partinin hazinesidir. Bir gün nümayiş yapmak için emir alırsan, bütün polisleri yanı başında bulacaksın. Meydanlarda kitaplarını yaktığın namuslu insanlar, bütün dünyada eşi emsali görülmemiş şekilde işkenceye tabii tutulabilir. Emniyet müdürlüğümüzde dövülebilir. Demir Ahmet tarafından sövülebilir. Bütün malları mülkleri zapt edilmiş, matbaaları yıkılmış, gazeteleri kapatılmış, evleri tarumar edilmiş, çoluk çocuğu dağıtılmış, haneleri işgal, kendileri perişan edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, Amerika’dan borç dahi alınabilir. Hatta bu borç alınan paralar, ziyafetlerde yenilebilir. Ey faşist yumurcakları! İşte bu ahval ve şerait içinde dahi, bütün bu yapılanları kafi görmeden; vazifen matbaaları yıkmak, makineleri ısırmak, parçalamaktır. Muhtaç olduğun kazma, balta, Halk Partisi’nin ambarında mevcuttur.”