Bugünlere nasıl geldik?

Gonca Eren yazdı: Bugünlere nasıl geldik?

Çok bildik bir dönüm noktası, 80’li yıllar…

Nam-ı diğer Özal’lı yıllar ve ama illa ki Kenan Evren’li yıllar…  Özal’lı yılları nasıl özetlersin derseniz kısa ve öz: “Özel güzeldir” tezahüratları eşliğinde satılığa çıkartılan bir memleket… Kenan Evren için ise darbe ile bağlantılı olarak söylenebilecek oldukça ağır bir bakiye var.  Ben aşağıda bugün başka bir bağlamda çok önemli olduğunu düşündüğüm bir konuyu çok güzel özetlediği için Türkan Saylan’dan aktaracağım:

ÇYDD’yi kurduğumuzda parti başkanlarını ziyarete gitmiştik. Kenan Evren’e de gittik. Grubun sözcüsü olarak Evren’e, o sıralarda tıp fakültelerinde imam hatip çıkışlıların, başörtülü kızların durumlarından yakındım. Erkek bir bebek doğduğunda başörtülü stajyer doktor bebeğin pipisi eline değecek diye korkuyordu. Uzun eteklerle, başörtülerle salkım saçak, hijyen kurallarını tehdit edecek biçimde hastanelerde dolaşıyorlardı. Derste hocaya, insanının merkezinin beyin olmadığını, dine göre yürek olduğunu, hocanın yanlış bildiğini söylemeye kalkıyordu öğrenciler.  Bunları Kenan Evren’e anlatıp bu durumun üniversiteye uygun olmadığını söylediğimde, “Hoca Hanım, Hoca Hanım! Neden böyle söylüyorsunuz? Onlar namuslu insanlardır, iyi olurlar, iyi olurlar” diye geçiştirdi. Dedim ki, “Sayın Cumhurbaşkanım, 18 yaşına kadar çocuğa dünyanın öküzün boynuzunda durduğu anlatılırsa bizim bu bilgileri düzeltmemiz kolay mıdır?” “Namuslu çocuklar onlar, iyi olurlar,” cevabını alıp sustum. (Güneş umuttan şimdi doğar, Türkan Saylan Kitabı, Söyleşi Mehmet Zaman Saçlıoğlu, TÜRKİYE İş BANKASI, Kültür Yayınları, sf 178)

Ve bugün, yani otuz yıl sonra, yaşanan değişim neredeyse dehşet verici. O günlerde doğanlar bugünlerde çoluk çocuk sahibi. Özelleştirmeciliğin, dinci gericiliğin farklı kanallardan yarattıkları tahribat; bugün son derece sistematik bir kuşatmayı bu ülkenin ilericileri, emekçileri ve belki de en önemlisi gelecek nesilleri üzerinde hissetmemize neden oluyor.

Orta öğretimde zorunlu din dersi ile başlayan süreç; bugün görünürde ilk öğretime, göz yumularak okul öncesi eğitime dini derslerin iliştirilmesi anlamına geldi. Bazı kurumlarda iliştirmek ne kelime, eğitimin ana öğesi din dersleri oldu. Peki ya bugün hurafelerle dolu olduğu bilinen ve bilimsellikle uzaktan yakından ilgisi olmayan yeni müfredata ne demeli?

“Benim memurum işini bilir” diye diye her devrin insanı haline getirilenler, bugün eğitimde serbest piyasanın ne kadar elzem ve normal olduğunu açık açık söyleyebiliyorlar. Sosyal devlet mi? Söylem düzeyinde bile terk edileli çok oldu…

Devletin sırtındaki yüklerden kurtuluyoruz diye diye yok pahasına yapılan özelleştirmelerle; milyonlarca insan işsiz, binlerce aile geleceksiz, ülkenin tamamı ise ucuz tüketim mallarından yoksun bırakıldı. Bir ülkenin varlık/yokluk kriterlerinden biri olan kritik sektörlerin gözden çıkartılması ve uluslararası sermayeye peşkeş çekilmesi ise cabası…

Eğitim ve sağlıkta yaşanan özelleştirmenin bugün yaşanan boyutlara geleceğini otuz yıl önce sokaktan geçen herhangi birisine sorsaydınız alacağınız cevap “hadi canım abartmayın”dan başka bir şey olamazdı.

Bugün ise sokaktaki aynı kişi, ya da otuz yıl önceki vatandaşın çocukları “ama abarttınız” demekten bir adım öteye geçebiliyor mu?

Devlet hastanelerinin sorunlarına karşı pıtrak gibi çoğalan özel hastaneler ile başta sadece verilen “otel hizmeti” ile gözler boyandı. Sonra “devlet”in sıkıntılarından kurtulmak isteyen doktorlar, sağlık personelleri soluğu bu hastanelerde aldı. Sağlığı bir hizmet olarak sunmakta ısrar edenler ise uzun yıllara yayılan gayet sistematik bir çaba ile “özel”in kucağına itildi. Bütün bunlar yetmedi, hala devletten hizmet almakta ısrar eden vatandaşların hizmet aldıkları devlet kurumlarının da yavaş yavaş ve parça parça özele kaydırılması süreci yaşandı, yaşanmaya devam ediyor. Bakınız şehir hastaneleri…

Sağlıkta yaşanan bu sürecin bir benzeri de eğitim alanında da yaşandı. Önceleri eğitim sisteminin küçük bir bölmesini oluşturan özel okullar, bugün eğitim sisteminin nerede ise ana omurgasını oluşturuyor. Özel okullar bugün artık “zengin çocukları”nın gidebildiği istisnai kurumlar olmanın ötesinde emekçilerin kazandıkları üç kuruş parayı döktükleri “mütevazi” ticarethaneler olarak da karşımıza çıkıyor. Yani dert etmeyin, her bütçeye uygun okul mevcut! Hiç bütçesi olmayanlar mı? Onlar için de tarikat okulları ve yurtları hazır bekliyor! Yıllarca temel eğitimde katkı paylarıyla, üniversitede harçlarla uğraşıp durdukları devlet okullarını ticarethaneleştirme çabasına aynı sağlık sektöründe olduğu gibi eğitimde de devlet kurumu bırakmama taktiği ile son noktayı koyacaklar.  Bütçesi sürekli azalan Milli Eğitim Bakanlığı’nın özel okullara teşvik verirken, devlet okullarına yatırımın esamesinin okunmaması ile birlikte devlet okullarının sonunu hazırlayacak senaryonun da kokusu duyuluyor.

Bütün bunlar olurken bir yandan da tam gün çalışan aileler, iş-çocuk-geçim derdi üçgeninde ayakta kalma mücadelesi veriyor. E tabi ki altta kalanın canı çıkıyor… Etütlü okullar kapanalı çok oldu, çareyi özel etüt merkezlerinde bulan ailelerin bu olanağı da geçtiğimiz yaz yapılan yasal düzenleme ile ellerinden alındı. Ama üzülmeyin, MEB Ensar Vakfı ile anlaştı, hani şu bildiğiniz Ensar Vakfı’yla!

Bu tabloda kendimize değen sorunlar için yakıcı bir şekilde, değmeyenler için ise genel geçer bir şekilde “ama abarttınız” serzenişinin ötesine geçebilmek büyük bir görev olarak karşımızda.

Son otuz yılda yaşadıklarımız son derece sistematik ve örgütlü bir saldırıdır. Öyle ki bu mekanizmaların içerisindeki “iyi insan” olarak nitelendirebileceğimiz binlerce kişi cehenneme giden yolu “iyi niyet” taşları ile döşemektedir.  Demek ki iyi insan olmak veya iyi niyet yetmemektedir. Sistematik ve örgütlü saldırıya karşı, sistematik ve örgütlü olmak gerekmektedir.