Cumhuriyet Tartışmaları 2: Cumhuriyet ve Yargı

Cumhuriyet Tartışmaları 2: Cumhuriyet ve Yargı

Cumhuriyet Tartışmaları 2: Cumhuriyet ve Yargı

1923 Cumhuriyet’inin tasfiye edilmesinde AKP ile birlikte kader ortaklığı yapan Gülen Cemaat’inin söz konusu yargı olduğunda, önünün nasıl açıldığı, yargıya nasıl sızdığı ve ele geçirdiği, kamuoyunca bilinen bir gerçek. Bu nedenle Cumhuriyet kavramını masaya yatırdığımız yazı dizimizin ikinci bölümünü yargıya ayırdık.

Cumhuriyetin tasfiyesi ve yargıdaki dönüşüm ekseninde yaşanan süreci, bağımsız yargıyı ve bunu oluşturmak için gereken zemini Yargıçlar Sendikası Genel Başkanı Ayşe Sarısu Pehlivan ve YARSAV eski başkanı ve Hukukçu Ömer Faruk Eminağaoğlu ile birlikte değerlendirmeye çalıştık.

Ayşe Sarısu Pehlivan: Bağımsız yargı herkesin buna ihtiyaç duyması ile hayat bulur

Cumhuriyetin tasfiyesi ve yargıdaki dönüşüm ekseninde yaşanan süreci biraz özetlemesini istediğimiz Ayşe Sarısu Pehlivan şunları kaydetti;

“Kul olmaktan birey olmaya, tebaa olmaktan yurttaş olmaya giden yolu açan, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürkün sayesinde elde ettiğimiz kazanımlar ve onun bize bıraktığı Cumhuriyetimiz daha kuruluş aşamasında zorluklarla karşı karşıya bırakılmıştır. Kurtuluş mücadelesinde Atatürk’le birlikte olanlar, konu Cumhuriyetin ilanı olduğunda, hayır demişler, padişah yönetimini tercih ettiklerini söylemişlerdir. Dönemin güçlü devletlerinin himayesinde kalmayı mandayı dahi konuşmuşlardır. Kısacası kuruluş aşamasında ki bu direnci gösterenler, yıllar yıllar içerisinde, dış destekli olarak beslenip büyümüş, askeri darbelerle iyice su yüzüne çıkmıştır.”

Bağımsız bir yargı için gereken zeminin ne olduğunu sorduğumuzda ise bizi şöyle yanıtladı Pehlivan;

“Askeri darbelerle beslenip büyüyen hurafelerle  dolu beyinler , şimdi  çağdaş özgür beyinlerin önüne geçmeye başlamışlardır. Tasfiye yıllara sari olarak devam etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusunun, kurucu iradesi, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesillerin cumhuriyet ile hayat bulacağı, daha doğrusu cumhuriyetin bu nesillerle ilelebet yaşayacağı bilincinin oluşmasıdır. Bu bilinçle yaşandığında sorun her alanda çözülecektir. Yargıda da gerçek özgür, bilimsel, evrensel doğrular gözetilerek, istenen değil, olması gereken, kamu vicdanında karşılık görecek kararları verecek yargı mensuplarıyla, bağımsız yargı inşa edilecektir. Bağımsız yargı herkesin buna ihtiyaç duyması ile hayat bulur.”

Pehlivan, yargının bağımsız olduğu bir hukuk devletinin, yeni bir cumhuriyetin nasıl kurulacağına ilişkin ise şunları kaydetti;

“Emir ve talimatlara hayır diyebilen, özgür, dirençli yargı mensuplarının artması, yaşanan hukuksuzlukların olağanlaştırılmaması, bunlara karşı güçlü bir hayır denilerek, bu güçlü bir hayırın da örgütlü mücadele ile mümkün olduğunun farkına varılarak, doğruları söyleyen gerçek anlamda sivil örgütlenmelere üye olarak, bağımsız yargının inşasında söz sahibi olmak gerekir.

Gücün yanında değil, haklının yanında dayanışarak, bağımsız yargının gerçekleşmesi mümkündür. Kurucu iradenin ilkelerine sıkı sıkıya bağlı kalınarak, laik, dinin siyasi yaşamda etkin olmadığı, inanç dünyasında bırakıldığı, eşit haklar, eşit imkanlar sağlandığı, adil yargılanma ve hak arama özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılması ile özgür beyinleri susturmaya çalışmadan sahip çıkılarak biz hukuk devleti olma yolunda ilerliyoruz diyebiliriz.”

Ömer Faruk Eminağaoğlu: AKP ile Cumhuriyetin anayasada yazılı nitelik ve değerleri kağıt üzerinde kaldı

Ömer Faruk Eminağaoğlu, Cumhuriyetin tasfiyesi ve yargıdaki dönüşüm ekseninde yaşanan süreci şöyle özetledi;

“Anayasalar, uygulanan yönetim biçimlerini, sistemleri, rejimleri düzenleyen ve koruyan, iktidarları sınırlandıran, hak ve özgürlüklere güvence olan metinlerdir. Bu bağlamda Cumhuriyet ve nitelikleri de Anayasada düzenlenmiş, bu sistemin işlemesini ve yaşamasını sağlayan kurallar Anayasada yer almıştır.

Çok partili yaşamda partiler, iktidar olabilmek için, karşılıklı yarış içine girince, daha fazla taban elde edebilmek için kurucu değerlerden uzaklaşmışlar veya bu değerleri gözetmeden hareket ederek, kurucu değerleri özümsememiş kesimden de kendilerine taban yaratmaya, o nitelikteki tabanın desteğini almaya yönelmişlerdir.

Eğitim yolu ile ve Cumhuriyet devrimleri ile o kesimleri Cumhuriyet devrimlerine bağlı kılmak yerine, böyle bir yöntem izlemişlerdir. İktidar olabilmek için her şeyi kullanma ve sömürme yoluna gitmişlerdir. Bu anlayış egemen olunca, Cumhuriyetin ilke ve değerleri yerine, kendilerini hedefe ulaştıracak güçlerin peşine takılmışlardır. Bu bağlamda en fazla din sömürüsüne yönelinmiş, feodal bağlar da kullanılma yoluna gidilmiştir.

Çok partili siyasal yaşama geçilme sonrası özellikle Cumhuriyetin değerlerine yönelik ortaya çıkan saldırılar ve bu yolla yaşanan deneyimler karşısında 27 Mayıs sürecinde hazırlanan 1961 Anayasasında, Cumhuriyetin, hukuk ve demokrasi ile yaşatılması anlayışı öne çekilmiştir.

Bu nedenle 1961 Anayasasında Cumhuriyetin, hak ve özgürlüklerin korunması için, demokrasiyi işler kılacak ve hukuk devletini, yargı bağımsızlığını etkin kılacak kurallar getirilmiş, bu bağlamda anayasal organlar düzenlenmiştir.

1961 Anayasası’nın hukuk ve demokrasiyi, dolayısıyla yargı bağımsızlığını etkin kılan kural ve kurumlarıyla uygulandığı dönemde, ülkede hak ve özgürlükler de en etkin biçimde yaşanmıştır.

Baskıcı yönetimin ortaya çıktığı 12 Mart döneminde, bu yönetim kendi anlayışını sürdürebilmek için Anayasadaki hukuk devleti ve yargı bağımsızlığına yönelik kurum ve kuralları budamış, böylece 1961 Anayasasındaki anlayıştan uzaklaşılmıştır.

12 Eylül darbesi sonrası hazırlanan 1982 Anayasasında da, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve bu bağlamda da yargı bağımsızlığına yönelik kurum ve kurallarda, hukuk ve demokrasinin gereği değil darbe yönetiminin anlayışı öne çekilmiş, böylece hukuk ve demokrasi anlayışından yine uzaklaşılmıştır.

2010 yılına kadar hukuk ve demokrasiyi etkin kılacak düzenlemelere yönelinmemiş, 2010 Anayasa değişikliği ile yargı bağımsızlığı daha çok yok edilmiş, 2017 Anayasa değişikliğinde de yargı bağımsızlığına aykırı anlayış aynı anlayış sürdürülmüştür.

12 Mart ve 12 Eylül dönemindeki düzenlemeler ve Anayasal hükümlerde, 2010 ve 2017 Anayasa değişikliklerinde, hukukun üstünlüğü değil, baskıcı yönetimin bakış ve anlayışı gözetilerek, yargı da bu anlayışa göre düzenlenmiştir.

Gelinen aşamada yargı, hukukun üstünlüğünü işler kılacak biçimde değil, bütünüyle iktidarın, AKP iktidarının bakışına göre biçimlenmiştir.  AKP öncesi dönemler içinde söylenecek bir çok söz vardır.

AKP dönemine bakarsak, AKP, demokratik ve laik Cumhuriyete aykırılığına karar verilen bu niteliklere sahip olduğu saptanan bir siyasi partidir. Demokrasi ve laiklik, Cumhuriyetin değişmez nitelikleri içindedir. Bugün, demokrasi karşıtı bir parti demokratik hükümet, laik Cumhuriyet karşıtı parti, laik Cumhuriyet hükümeti görevi yapar durumdadır. Üstelik bu aykırı eylemler her geçen gün kat be kat artarak devam etmektedir. Hatırlanırsa, RP’de bu aykırı niteliklere sahip olduğu için kapatılmış idi.

RP’nin kapatma kararı, Türkiye’deki parti kapatma kararlarından İHAM tarafından uygun bulunan tek kapatma kararı idi. AKP’nin eylemlerinin RP eylemlerinin çok çok ötesine geçtiğini düşünürsek, Cumhuriyet karşıtı böyle bir partinin 15 yıllık iktidarında ve iktidar gücünü de bu yolda kullanması karşısında, Cumhuriyetin anayasada yazılı nitelik ve değerleri kağıt üzerinde kalmıştır.”

Bağımsız bir yargı için gereken zemini ise şöyle ifade etti Eminağaoğlu;

“Bağımsız bir yargı için öncelikle Cumhuriyetin yaşatılması gerekmektedir. Cumhuriyetin nitelikleri arasında olan demokratik devletin tüm kural ve kurumları etkin kılınması gerekmektedir.

Demokratik sistem içinde, hukuk devletinin etkin kılınması, hukuk devletinin gerektirdiği kurumların siyasal bir etki altında kalmayacak Biçimde oluşturulması gerekmektedir. Erkler ayrılığının tam anlamıyla işler kılınması, yargı üzerinde diğer erklerin etkin olmaması gerekmektedir.

Yargı bağımsızlığı denilince yargının yürütme erki karşısında bağımsız olması, yürütme erkinin yargı üzerinde etkin olmaması akla gelmektedir. Yargı bağımsızlığı, sadece yargının yürütmeye karşı bağımsızlığı ile çözümlenen bir konu değildir. Yargı erkinin, yasama erki karşısında da bağımsız olması gerekmektedir. Bu arada, yargı içinde de hiyerarşik bir yapılanma olmaması, yargının kendi içinde de bağımsız olması gerekmektedir.

Yargı üzerinde kamuoyu baskısını önleyecek, bu anlamda yargının etki altında kalmadan çalışmasını, davaların adil yargılama ortamında görülmesini sağlayacak kurallar da getirilmeli, yargının kamuoyuna karşı da bağımsızlığı sağlanmalıdır.

Ülkemizde şu anda erkler ayrılığının varlığından söz edebilmek olanaksızdır. Hukuk devleti gerçek anlamda söz konusu değildir. Hukukun üstünlüğü değil, üstünlüğün hukuku/gücü devrededir.

İktidarın işlemleri, denetlenememekte, yargı iktidarı denetleyememekte, iktidar yargı üzerinden her türlü işlemlerini gerçekleştirmekte, bu işlemler hukukun gereği gibi sunulmaktadır.

Yasama erki bile, yürütme erkini denetleyememektedir.

Yüksek mahkemelerin, HSK’nın yapılandırılmasını ve yargı organlarının çalışmasını düşününce, yasama ve yargı erki karşısında yargı bağımsızlığından söz edebilmek olanaksızdır.

HSK, yargı bağımsızlığını sağlayan değil, yargıyı yöneten bir organ haline dönüşmüş, siyasal güç bu organ üzerinden işlemlerini gerçekleştirir olmuştur.

12 Eylülden kalan hükümlerin yargı bağımsızlığına daha uygun hale getirilmesi beklenirken, olmayan yargı bağımsızlığı 2010 ve 2017 Anayasa değişiklikleri ile iyice yok edilmiştir.”

Yargının bağımsız olduğu bir hukuk devletinin, yeni bir cumhuriyetin nasıl kurulacağını sorduğumuzda ise bizi şöyle yanıtladı Eminağaoğlu;

“Yargı bağımsızlığı için öncelikle bir hukuk devletinin kurulabilmesi gerekmektedir. Yok edilen hukuk devletinin yaşama geçirilebilmesi için, demokrasinin eksiksiz biçimde tüm kural, kurum ve organlarıyla getirilmesi gerekmektedir. Demokrasinin olmazsa olmazı siyasi partilerdir.

Bunun için öncelikle siyasi partilerde tam demokrasi sağlanmalıdır. Kendisinde demokrasi yani parti içi demokrasi olmayan bir siyasi partinin, demokrasiyi yaşatabilmesi söz konusu olamaz.

Kendisinde demokrasi olmayan bir siyasi parti içinde de, hukukun işler kılınması düşünülemeyeceğinden, kendi içinde adalet olmayan partinin, ülkede adaleti etkin kılması, hukuk devletini getirmesi, demokrasiyi yaşatması düşünülemez. Cumhuriyetin nitelikleri arasında hukuk ve demokrasi yer almaktadır.

Demokrasi için siyasi partiler olmazsa olmazdır. Ancak partilerin içinde hukuk ve demokrasi kalmayınca, yeni kurulan İyi Parti’yi de eklersek şu an TBMM’de bulunan bu partilerle Cumhuriyeti korumak ve dolayısıyla hukuk ve demokrasiyi gerektiği gibi işler kılmak söz konusu olamaz.

Yaşanan sorunun özü buradadır. Cumhuriyet, halka dayanan parti örgütlenmesi ile verilen mücadele yoluyla halk ile beraber kurulmuştur.

Halkın kendi hukukuna sahip çıkmasıyla, yani müdafaai hukuk anlayışı ile kurulmuştur. Bugün 12 Eylülden kalan Siyasi Partiler Yasasının içinde, halk, hukuk, demokrasi yoktur.

Önce siyasi partiler, halkla olmalı, halkın içine girmelidir. Siyasi partiler halkla beraber olurlarsa, halkın içinde olurlarsa, yaşanan sorunların aşılmaması diye bir şey söz konusu olamaz. Cumhuriyet, halka dayalı olan, egemenliğin halkta, ulusta olduğu bir rejimdir. Halka dayanmak için örgütlenmek gerekmekte, bunun için de siyasi partiler söz konusu olmaktadır. Bugün bakarsak, 17 milyon üyesi olan AKP’de değil 17 kişinin sadece bir kişinin dediği olmaktadır.

Yerinden yönetilen yerel yönetimlerin başındaki kişileri bile, artık o bir kişi görevden alma yoluna gitmektedir. CHP’de parti içi demokrasi işletilecek denilmesine rağmen, yönetimin bu açıklamaları yaşama geçirilmemekte, parti tüzüğü zaten bunu etkin kılmaktan uzak kalmaktadır.

MHP’de parti içi demokrasiden söz edebilmek, yine yeni kurulan İyi Parti tüzüğüne bakıldığında, parti içi demokrasiden söz edebilmek söz konusu değildir. HDP Tüzüğü de mevcut SPY’den nasibini almıştır.

Böylece halkın, örgütlerin değil, örgüt yönetimlerinin veya bu yönetimlerin başındakilerin egemenliği ortaya çıkmıştır. Tek adamlığa karşı olduğu söylenen partilerin hepsinde tüzüklerine bakıldığında, lider veya yönetim egemenliği esastır.

Partilerde olmayan, hukuk ve demokrasi etkin kılınmalıdır. Seçimsiz demokrasi olmayacağına göre, önseçimsiz de parti içi demokrasi söz konusu olamaz. Partilerde koşulsuz olarak önseçim getirilmeli, partilerin söylemle değil, tabanları ile buluşarak eylemle hareket etmeleri sağlanmalıdır.

Bu anlayış, halkın partilerle olmasını sağlayacak, halkla beraber yürütülecek örgütlenme ve bu örgütlerle ortaya konulacak mücadele ile içi boşaltılan Cumhuriyet, hukuk ve demokrasi yoluyla tekrar etkin kılınacaktır. Böylece Cumhuriyet kurucu değerleri ile etkin kılınınca, hukuk ve demokrasi tüm çağdaş kural ve kurumlarıyla getirilecek, bu durum yargı bağımsızlığının da yerleşmesini sağlayacaktır.”