Bağımlı “bağımsızlıkçıların” referandumu

Bağımlı “bağımsızlıkçıların” referandumu

17-09-2017 15:56

Mir Güney Kartal, Pusula'da bu hafta Kuzey Irak'ta yapılacak "bağımsızlık" referandumunu değerlendiriyor.

Mir Güney Kartal

 

Barzani başkanlığındaki Irak Kürt Bölgesel Yönetiminin geçmişten bugüne ortaya koyduğu işbirlikçi ve gerici sınıfsal karakter, Kürt emekçileri açısından Kürt devletinin “bağımsızlığının” sınırlarını da açıkça göstermektedir.

Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) tarafından ilan edilen “bağımsız” Kürt devletleşmesi adına yapılması planlanan referanduma sayılı günler kala meseleye anti-emperyalist ve gericilik karşıtı bir eksenden bakarak bir kez daha değerlendirmekte fayda var. Gerçek anlamda bağımsızlığın bir mücadele konusu olarak ele alınması gerektiğinin altının çizilmesi gerekiyor.

Bağımsızlık mı ulusların teslimiyeti mi?

Dünya komünist hareketinde SSCB’nin çözülüşüyle beraber tek kutuplu dünyada “bağımsızlık mücadelelerinin” sınıfsal karakteri daha fazla tartışılmaya ve sorgulanmaya devam etmektedir. Emperyalizmin, sosyalizmin çözülüşünden hemen sonra Yugoslavya’ya nasıl “bağımsızlık ve özgürlük” götürdüğü, hafızalarımıza kazınan savaş, yıkım ve açlık tablosu bir kez daha hatırlanmalıdır.

Bu bağlamda zaman zaman emperyalist-kapitalist güçler tarafından da dillendirilen “ulusların kendi kaderini tayin hakkı” tartışması, dünyadaki politik ağırlık merkezinin değişmesiyle birlikte yerli yerine oturtulmak zorundadır. Bu tartışma, emperyalizmin hegemonya kurmak istediği bölgelerde bir anahtar işlevine bürünmüş, siyasi, ekonomik, ideolojik ve askerî açıdan “ulusların kendi kaderinin teslimiyetine” su taşımıştır. Bu açıdan “bağımsızlık” tartışmasında kurulacak politik eksenin başlangıç noktasına bunu not etmek gerekir. Buradan hareketle bağımsızlaşma ya da bağımsız devlet tartışmaları sınıfsal öz silikleştirilmeden yürütülmelidir.

Türkiye sosyalist hareketi içinde önemli tartışma başlıklarından biri olan Kürt devletleşmesi üzerine siyasal değerlendirme ve tutum belirlenirken, emperyalizmin “Arap Baharı” adıyla başlattığı ve bugün Suriye’de tıkanan saldırganlığın neyi amaçladığı asla unutulmamalıdır.

Emperyalizmin ittifak unsurlarıyla Kürt devletinin “bağımsızlık” sınırları

Bir diğer nokta, Kuzey Irak’ta bağımsızlık konusunda adım atan siyasi özne ya da öznelerin emperyalist-kapitalist sistemle kurduğu ilişkidir. Bölgedeki Kürt siyasi hareketlerinin[1] bu bağlamdaki siyasal konumlanışı ele alınmalı esas olarak bu hareketlerin kendi siyasal bağımsızlıkları masaya yatırılmalıdır.

Bugün Kuzey Irak’ta bağımsızlık referandumunu gündem yapan öznenin siyasal tablodaki yerine bakalım. 2003 Irak işgaliyle birlikte ABD ile siyasi ve askeri iş birliğini derinleştiren KDP açısından, bölgesel yönetimi bir devletleşmeye dönüştürmek için bugün bölge nesnelliğinin daha uygun olanaklar sunduğunu ifade etmek gerekir. ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’un Barzani ile yakın zamanda yaptığı görüşmede referandum tarihinin ertelenmesini talep ettiği iddiasının basına yansıdığı bilinmeli, Barzani’nin ise bu durumu bir pazarlık unsuru olarak elinde tutmak isteyebileceği değerlendirilerek yeni gelişmeler yakından izlenmelidir.

Öte yandan, referandum tarihi yaklaşırken ABD’nin daha önce Musul operasyonu karşılığında peşmerge güçlerine vermeyi taahhüt ettiği 415 milyon doların 22 milyonunu Eylül ayı içerisinde vereceğine dair ABD medyasında haberler yer aldı. Bu dikkat çekici gelişme, referandumun ertelenmesi talebinin daha güçlü bir şekilde yinelenmesi anlamına gelebilir. Referandumun ertelenmesi bir pazarlık olgusu olmaya devam edecek gibi görünüyor. İsrail ise referandum ve Kürt devletleşmesine desteğini her alanda istikrarlı bir şekilde ifade etmeye devam ediyor.

Barzani başkanlığındaki Irak Kürt Bölgesel Yönetiminin geçmişten bugüne ortaya koyduğu işbirlikçi ve gerici sınıfsal karakter, Kürt emekçileri açısından Kürt devletinin “bağımsızlığının” sınırlarını da açıkça göstermektedir.

Suriye’nin kuzeyine baktığımızda da Kürt siyasi hareketi PYD’nin siyasal bağımsızlığını irdelemekte fayda var.

Suriye’ye dönük cihatçı çeteler ve işbirlikçi bölge devletleri eliyle başlatılan emperyalist saldırganlığın ortaya çıkardığı siyasi boşluklar nedeniyle Suriye’nin kuzeyinde kendisine alan bularak diplomasi ve askeri adımlarını hızlandıran PYD’nin 2014 yılından sonra cihatçı çetelerin saldırılarına karşı gösterdiği direnişle bölgedeki hakimiyetini sağlamlaştırdığını görüyoruz. Bu durum PYD açısından yeni siyasi “olanakları” da beraberinde getiriyor.

Bu süreç içinde aynı zamanda ABD’nin sahada yeni bir ittifak unsuru olarak gördüğü PYD ve silahlı kanadı YPG’ye sağladığı açık askeri desteğin ne anlama geldiği çok kısa sürede ortaya çıkmıştır. YPG’nin savunma odaklı askeri stratejiden, ABD menşeili üst düzey askeri donanımı ile operasyonel bir güce dönüştüğü görülüyor. YPG komutanlarının ABD ile stratejik yakınlaşma konusundaki açıklamaları son dönemde giderek artarken Amerikancı bir siyasi çizginin pekiştiği görülüyor.

Bölgede hegemonyasını tesis etmeye çalışan ABD tarafından desteklenen bu dönüşüm, uygulanan stratejinin karşılığını kısa zamanda açığa çıkarmıştır. YPG’nin ana unsuru ABD’nin ise isim babası olduğu Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) yürüttüğü operasyonlarda IŞİD’den alınan topraklarda hızla askeri üsler kurulmaya başlanırken sayıları da artmaya devam ediyor. SDG sözcüsü Talat Silo’nun daha önce verdiği demeçlerde ABD’nin verdiği desteğin arka planında kalıcı bir strateji olduğu vurgusu hatırlanmalıdır. 2003 Irak işgali sonrası ABD emperyalizminin bölgedeki siyasi ve askeri varlığı ilk kez Suriye’de de yerleşiklik kazanmıştır.

Buraya kadar yazılanlar bölgedeki Kürt siyasi hareketlerinin, ABD ve diğer güçler arasındaki gerilim ve karşıtlıklardan faydalandığını bununla beraber emperyalizm açısından ise bir ittifak ya da daha güncel olarak alan açıcı unsur haline dönüştüklerini göstermeye yeterli.

Kafayı kuma mı gömeceğiz?

Emperyalizmle siyasal ve ideolojik karşıtlık içinde olmayan bölgedeki Kürt siyasi hareketlerinin pragmatik ittifak arayışlarının, sol açısından anti-emperyalizmi bir kenara koyan hayırhah bir siyasal yaklaşımla ele alınması mümkün değildir.

Türkiye solunda emperyalist askeri üslerin kapanması konusunda geliştirilen siyasal söylemde ABD’nin İncirlik üssünü görülürken Suriye’nin kuzeyinde askeri üsler görmezden gelinip bu üslerin kapatılması ve ABD emperyalizmi ile Kürt siyasi hareketleri arasındaki iş birliğinin sonlandırılmasına dair söz söylenemiyorsa, kafalar kuma gömülmüş demektir.  Solun belli bir bölmesi sınıfsal ve tarihsel ilkelerini göz ardı eden bir perspektifle hareket edip kafasını kuma gömse de gerçekler kuma gömülememekte ve açıkta kalmaktadır. Bu durum, emekçiler adına siyaset yapma iddiasında olanların siyasetten kaçışını ifade etmektedir.

Bu bağlamda bölgedeki siyasi aktörlerin, devrim ve karşıdevrim cephesi çizgisinin hangi yanına güç verdiğini doğru tayin etmek gerekir. Bugün Suriye’de cihatçı terörizmin yenilmesi, aynı zamanda emperyalizmin de yenilmesi demektir. Böylesi bir siyasal tablonun bölgede ki işbirlikçi devletlerin kendi iç siyasi dinamiklerini de etkileyecek bir düzlemi ortaya çıkaracağı bilinmelidir.

Komünist siyaset kendi bağımsızlığını korumalı, emekçi halkların kurtuluş ve bağımsızlık mücadelesinin ne anlam ifade ettiğini ısrarla yazmalı ve yazdığını devrimci bir perspektifle örgütlemeye çalışmaktan asla vazgeçmemelidir. Bundan vazgeçenlerinse kafasını kumdan çıkarma şansı olmayacaktır.

 

[1] Yazıda bölgedeki Kürtlerin siyasi temsilcisi olarak öne çıkan aktörlerin bütünü Kürt siyasi hareketleri olarak tanımlanmıştır.