Türk İslamcılığının kafası karışık

Türkiye sağının önemli damarlarından birisi olan İslamcı siyasetin birçok versiyonu bulunuyor. Tek tek her hareketin ‘ne söylediği ve yaptığı’ üzerinden bir değerlendirme mümkün. Ancak ana hatlarıyla bugün “Türk İslamcılığının” Ortadoğu konusunda ifade ettiği genel argümanlara baktığınızda büyük bir kafa karışıklığı içinde olduklarını görürsünüz. “Türk İslamcılığı” kavramı bilinçli kullanılmıştır. Burada ifade edilen tarikat ya da cemaat... View Article

Türk İslamcılığının kafası karışık

Türkiye sağının önemli damarlarından birisi olan İslamcı siyasetin birçok versiyonu bulunuyor. Tek tek her hareketin ‘ne söylediği ve yaptığı’ üzerinden bir değerlendirme mümkün. Ancak ana hatlarıyla bugün “Türk İslamcılığının” Ortadoğu konusunda ifade ettiği genel argümanlara baktığınızda büyük bir kafa karışıklığı içinde olduklarını görürsünüz.

“Türk İslamcılığı” kavramı bilinçli kullanılmıştır. Burada ifade edilen tarikat ya da cemaat örgütlenmeleri değildir. Ancak bu zemini de veri alan daha çok güncel siyasal konumlanışları üzerinden Türkiye’de siyaset yapan ve İslamcılık adına kalem oynatan kişi ya da çevreler  konu edilmiştir. Bu açıdan “Türk İslamcılığını” temsil eden kişi ya da çevrelerin, başka ülkelerdeki İslamcı hareketlerle ilişkisi, etkilenmesi ya da belirlenimi mevcuttur. Ancak bütün bunların kapsandığı şekilde Türkiye’den bakarak güncel siyasal değerlendirmeler kaleme alan genel bir “İslamcı siyasi daireden” bahsediyoruz. Başka bir deyişle AKP medyasında ya da AKP medyasından görece özerk bir dizi platformda kalem oynatan ile AKP’yle mesafeli platformlarda siyaset yapan İslamcı siyasetçiler veri alınmıştır.

En genel haliyle Ortadoğu gündeme geldiğinde bu kesim için temel dert “neden Müslümanlar kendi aralarında ihtilaf içerisinde” sorusu oluyor. Doğal olarak burada “mezhepçi siyaset kavramı” verilen en baba yanıt olurken, örtülü bir İran eleştirisine tanık oluyoruz. Türk İslamcıları sanki İran yerinde dursaydı, Suriye’de Esad şimdi giderdi gibi bir yaklaşıma sahipler. Türk İslamcılarının Esad’a “kıl olmaları” siyasi yaklaşımlarının özünü oluşturuyor. Bu açıdan AKP ile aynı politik hatta sahip bir konumlanışa sahipler.

Yıllardır İran ve Hizbullah’a sempatiyle bakmışlardı. Temel gerekçe ise dinsiz Amerika ile Siyonist İsrail’e karşı verilen mücadele idi. Ancak şimdi İran ve Hizbullah’ın Suriye’de meşru Suriye hükümetinin yanında yer alması ciddi bir ideolojik sorun olarak karşılarına çıkmış bulunuyor.

Türk İslamcılarını zora sokan bir başka konu ise cihatçılık meselesi. İster yumuşak ister yüksek sesle ifade edilsin, Türk İslamcılığında “cihatçılık” İslam’ın uyanışı, yayılışı ve küfrün ortadan kaldırılması için gerekli olan siyasal kavramın başında gelmekteydi. Ancak bugün IŞİD ile ortaya çıkan tablo, IŞİD’in Türkiye’de gerçekleştirdiği katliamlar ve AKP iktidarının İŞİD karşıtı koalisyonda yer alması kafaları karıştıran bir başka olgu. İdeal cihadizmin somutunun IŞİD ile karşılarına çıkması Türk İslamcılarını zora sokmuştur. Paris Katliamı, Ankara Katliamı nasıl sahiplenilebilir ki?

Bu konuda sermaye düzeni ve emperyalizmle daha barışık olanlar “terör ile İslam yan yana gelemez” görüşünü daha fazla ifade ediyorlar. Ancak gerçekler ortaya başka sonuçlar çıkarıyor. Bu durumda bu sefer iki tez ortaya atıyorlar. Bunlar gerçek İslamcı değil ya da terörün dini, ırkı, mezhebi olmaz biçiminde. Ancak Pakistan, Afganistan, Irak, Suriye, Yemen, Libya gibi İslamcı siyasetlerin güçlü olduğu bütün örneklerde terör, katliam, ölüm, savaş gibi olgular somut olarak ortada durduğunda Türk İslamcıların ciddi bir tıkanma yaşadıkları ortada. Madem terör ile İslam yan yana gelmez ise sayılan ülkelerdeki durum istisna olarak nasıl gösterilecek? Ya da gerçek İslam bunlar değilse acaba bizim İslamcılarımız mı istisna?

AKP’ye göre emperyalizme biraz mesafeli duranlar ise bu sefer başka bir çıkış yolunu bulmaya çalışıyor. “IŞİD ile Hizbullah arasında sıkışan Müslümanlık” retoriğiyle kendilerine bir çıkış yolu bulmaya çalışıyorlar. İhvancılık ve Hamas örnekleri ise nedense konu edilmiyor. Ortadoğu’da süren vekalet savaşında kendileriyle ilişkilendirilebilecek IŞİD sorununu Lübnan Hizbullah’ını da araya katarak defetmeye çalışıyorlar kısacası.

Bir başka kafa karışıklığı ise AKP’nin dış politikasına bakışta yaşanıyor. AKP’nin Suriye politikasını anlamlandırmaya çalışırken tamamen “insani” olduğunu düşünenler var. Yani emperyalist çıkar ve bölge devletlerinin Ortadoğu’ya müdahalesi vardı, Türkiye ise insani gerekçelerle bu sürecin bir parçası olmak durumunda kaldı diyen görüşler…

Osmanlıcı Türk İslamcılığı ise AKP’nin politik olarak yanında. Onlar İslamcılığın Osmanlı versiyonunu savunurken İran, Rusya gibi düşmanlara karşı mücadele bağlamında İslamcılığı daha doğrusu mezhepçiliği öne çıkarıyorlar. Aslında bunun İslamcılık değil başka bir açıdan “AKP’ci-devletçi” bir yaklaşım olduğu çok açık.

Korkutan soruyu biz soralım.

İslamcı siyaset, Ortadoğu söz konusu olduğunda, dün ve bugün hangi işlevi gördü ve görmektedir?

Bu soruya net olarak yanıt vermek, aslında hem İslamcılığın siyasal sınırlarını ve misyonunu ortaya  koyarken aynı zamanda bu sorunun yanıtı içerisinde bulunan bazı noktalar Türk İslamcılarının kafa karışıklığını da çözecektir. Şöyle ki;

Dünya’da İslamcılık hep emperyalizm tarafından desteklendi. Küçük bir ara parantez açarak, İslamcılık derken, bunun tarihsel dönemlerinden bahsetmiyoruz elbette. Ancak tarihsel dönemlere baktığımızda da şiddet olgusunu es geçemeyeceğiz büyük bir fotoğraf karşımıza çıkıyor.  Emevi,  Abbasi, Selçuklu, Osmanlı dönemlerine bakıldığında fetih ve gaza ideolojilerinin de aynı zamanda ekonomi-politik yanlar taşıdığını yazmak bile gereksiz. İslam’ın yayılışının aynı zamanda bir ekonomik politik tarafı olduğu herkes tarafından bilinmektedir. Aynı zamanda kurulan bu devletlerin büyük siyasi iç sorunlar yaşadığı ve ayaklanmalarla karşı karşıya kaldığı biliniyor. Yani dört dörtlük bir yönetim hiç ama hiç sergilenmedi tarihte. Peygamberin torunlarının bile katliama uğradığı bir İslam siyasi tarihi var ortada. Yani terör, katliam, savaş gibi olgulardan bahsedersek İslam tarihi de bu olgulardan hiç muaf olmadı.

Özellikle kapitalizmin emperyalist aşamasında İslamcılık geçmişten taşınan kodlarıyla gericiliği ifade etmiş, emperyalizmin müdahale ettiği siyasi akım olmuştur. Emperyalizm nasıl derin devlet olarak bilinen Gladio örgütlenmesini ortaya çıkarmışsa, İslamcılığa da aynı şekilde müdahale etmiş, maniple etmiş ve kullanmıştır. İslamcılığın büyümesinde bir başka etken de aslında bu destektir. Bugün Suriye’de yaşanan da bundan başkası değildir. Bu politikanın emperyalizm tarafından yeşil kuşak projesiyle uygulandığını sağır sultan bile biliyor. Bugün Taliban, El Kaide vs. varsa arkasında yeşil kuşak olduğu unutulmamalı.

Bu söylenenler, İslamcı hareketlerin “suni” ve toplumsal  köklere sahip olmadığı anlamına gelmiyor. Ancak İslamcılık emperyalizmin kucağında büyümüştür. Mısır’da kurulan Müslüman Kardeşler ile İngiltere arasındaki bağ, Türkiye’de kurulun Komünizmle Mücadele Dernekleri ile Türkiye’nin NATO üyeliği arasındaki bağ (bu derneklerden hangi İslamcıların çıktığı araştırılsın), Hamas ile İsrail arasındaki ilişki gibi.

İslamcılık ayrıksı örnekler de yarattı. Soldan gelen ve soldan etkilenen İranlı Ali Şeriatı başka bir ekol yarattı. Onun da geleneksel İslamcılıkla ciddi sorunlar yaşadığı biliniyor.

Bugün de Suriye ve Irak’ta görülen İslamcı siyasetlerin aslında emperyalizmin çıkarları doğrultusunda vekalet savaşı verdikleri çok açık. Yugoslavya’da bir İslam savaşı verilmedi, Yugoslavya’nın parçalanması hedeflendi, başardılar ve İslamcılar kullanıldı. Kafkasların Ruslar’dan kopartılması gerekiyordu, İslamcılık  kullanıldı, bölge devletlerinin istihbarat örgütleri hep devrede oldular. Libya yıkıldı, parçalandı, İslamcılar hep devreye sokuldu. Fransa’nın Afrika’daki sömürgelerinde sorun çıkınca İslamcı siyasi güçler aynı oyunun parçası oldular. Türkiye emperyalizm lehine dönüştürülmeliydi Ilımlı İslam AKP ile gündeme geldi. Suriye parçalanmalıydı, cihatçı örgütler devreye sokuldu.

Daha bir kaç yıl önce Türkiye’nin birçok özel hastanesinde sağlık kontrolünden geçirilen ve Suriye’ye uçaklarla taşınan Arapça konuşan binlerce “militan” İslamcı siyasete inanan şahıslardan başkası değildi. Ancak kimse “İstanbul’un lüks özel hastanelerinde bunlar nasıl sağlık kontrolünden “geçiyor sorusunu hiç sormadı. “Bu adamlar nereden ve kim tarafından getirilmişlerdi ve hastane masraflarını kim karşılıyordu” sorusu nedense hiç gündem yapılmadı.

Türk İslamcıları Amerikancı ve gizli İsrailcidir

Burada söylenenler, Türk  İslamcılarının bile isteye Amerika’ya ya da İsrail’e hizmet ettikleri anlamına gelmiyor. Tersine ortaya çıkan durum açık olarak şu şekilde okunmalıdır: Bugün Suriye’de ortaya çıkan iç savaş ya da Suudi Arabistan, Katar, Türkiye gibi ülkelerin dış politikası emperyalizmin çıkarları ile İsrail’e hizmet etmektedir ve bu durum objektif olarak böyledir.

Bu yüzden Türk İslamcıları objektif olarak İsrail çıkarına bir politikanın parçası oldular ifadesi en doğrusu. İşte bu gizli İsrailcilik olarak okunmalıdır. Böyle bir niyet taşıyanlar varsa ayrı tabi.

Çünkü Suriye’nin parçalanması ve güçsüzleştirilmesi en fazla İsrail’in çıkarına bir politikadır. Yine aynı şekilde Hizbullah’a destek veren ülkelerin başının ezilmesi İsrail’in Siyonist politikalarına en fazla hizmet edecek sonuçtur. Bu yüzden İran’ın kuşatılması gerekiyordu ve işe Suriye’den başladılar. Cihatçı bir dizi siyasi örgütlenme tam da bu yüzden kullanıldı, desteklendi ya da kuruldu. Biz bunlara cihatçı terör örgütleri diyoruz.

Öyleyse Türk İslamcılarının kafa karışıklığını önleyecek en önemli kavram “emperyalizm”dir. Dünyaya dinler çelişkisi üzerinden bakmak, İslam-küfür ikiliği üzerinden okumak büyük hata yaptırıyor ve kafalar karışıyor. Emperyalizmin kapitalizmin en yüksek aşaması olarak bugün bölgeyi ele geçirmek için saldırganlığı arttırmış durumda. Amaç belli; yeni pazarlar, enerji kaynakları ve nakil hatları, emperyalist rekabette güçlerini koruma yeni mevziler kazanma, kendilerine bağımlı işbirlikçi rejimler oluşturma vs. gibi. Örneğin Arap Baharı’nın uğramadığı Suudi Arabistan gibi kralcı rejimler başka nasıl açıklanabilir ki? Bunlar da İslamcı ancak köküne kadar sömürücü ve emperyalizmin işbirlikçisi ülkeler…

Türk İslamcılarının bakışı, laik Esad rejiminin baskıcı bir rejim olduğu üzerine kurulu. O yüzden Suriye’de savaş meşru kabul ediliyor. Yani Suriye’de Esad rejiminin zayıflaması ve parçalanması gerekiyor diye düşünüyorlar. Ancak bu politikanın emperyalizm tarafından pişirildiği akıllarına bile gelmiyor, gelse bile bunu analiz edecek bir bakıştan yoksunlar.

Ondan sonra gelsin mezhep savaşları ve İslam tarihinde sufilik-ortodoksluk, şia-sünni gibi tarihsel ayrım noktaları üzerine tezler. Ancak bilinmelidir ki bu olgular da tarihsel bir gerçeğe yani ekomonik politik bir zemine sahipti.

Bugün Türk İslamcılarının geliştirdikleri tezler ve söylemler ile ideolojik olarak Ortadoğu okuması emperyalizmin çıkarları ekseninden belirlenmektedir. Süreç açık olarak ortaya çıktıkça kafalar karışmakta, bu durumdan kurtulmak için gerçeklikten kopuk tezler üretmektedirler. Mezhep savaşları, Türkiye’nin dış politikası insani, IŞİD ile Hizbullah arasında kalan Müslümanlık, Suriye’de savaşan cihatçılara destek verirken İran’ı bir yere koyamamaları, Paris Katliamı olurken cihatçılığın anlamını sorgulayamama gibi…

İslamcılık, bir açıdan Fethullah Gülen cemaatidir, başka bir açıdan IŞİD’dir, bir diğer yerde Suudi Arabistan gibi Amerikancılıktır, başka bir ülkede ise Libya’daki gibi emperyalizme hizmet etmektir, yanı başımızda Suriye’de “Allah-u Ekber” diye bağırırken Amerikan silahından medet ummak, istihbarat örgütlerinin oyuncağı olmaktır, tarihsel olarak İsrail’e karşı savaş kazanmış tek ordu olan Suriye Ordusu’nun karşısına geçerek siyonizmi sevindirmektir.

Bir de, yaşadığımız günlere “İslam Dirilişi” diyenler var. Emperyalizmin kucağında, silahlarıyla, parasıyla, stratejisiyle İslamcılık yapılınca dirildiğini zannediyorlar. Hiç uykuda değildi  ki? Dün komünizmle mücadele için sevk ediliyorlardı bugün Suriye ve Irak’ın parçalanması ve emperyalizme zemin hazırlamak için…

O yüzden biz soralım “İslamcı Diriliş” nedir?