Yusuf Kaplan ne sıkıyor?

Yusuf Kaplan'ın yazısı üzerine, Ali Ateş'den sert değerlendirme yazısı

Yusuf Kaplan ne sıkıyor?

Ali Ateş

Herkesi cahil zannediyorlar, ya da yazdıklarında büyük bir kelam olduğunu… Belki de okuyanlar, gayri-bilimsel metinleri şartlanmış beyinleriyle ezberliyorlar.

Bilmiyoruz, ancak ortada derinlikten, tarih bilincinden ve mantık dizgesinden eser bulamayacağınız bir sığlık ile karşı karşıyayız. Yeni Şafak yazarı, sanırız İslâmcılar açısından önemli bir şahsiyet sayılan – biz çok takmıyoruz ama- Yusuf Kaplan’ın son yazdığı makale üzerine bir kaç şey söylemeli.

Adam coşmuş; “ İslâm’ın temellerine saldırıyorlar” diyor. Başlığı böyle atmış. Sanırsınız Kuran-ı Kerim ya da Hazret-i Muhammed üzerine yeni bir durum var. Mesele mezhepler gerekli mi değil mi tartışması, yazdığı yazının konusu bu.

Anladığımız kadarıyla, en azından benim takip ettiğim kadarıyla İslâm İşbirliği Teşkilatı toplantısında Erdoğan’ın Sünni-Şii fark etmez hepimiz “İslâm’ız” sözü üzerine yazıyor. Bir nevi uyarıyor, eleştiriyor… Aman ha, bu hadis ve mezhep meselesine çok girmeyin, İslâm’ın omurgasını kırarsınız diyor…

Özetle: “Hadislerin, mezheplerin tartışılmaya açılması, Müslüman toplumlarda Müslüman Omurga’nın çökertilmesini hedefliyor. Müslüman Omurga’nın korunması, ancak akîde, fikir ve siyasî bütünlüğün teminatı Ehl-i Sünnet Omurga’nın korunmasıyla mümkün olabilir.”

Neden? Hadisler tartışmaya açılsa, bugün uyduruk 1 milyon tane Hadis’in (Diyanet ansiklopedi bile çıkardı) hangisinin gerçek ve hangisinin sahte olduğu ortaya konsa kötü mü olur? Niye korkuyorsun? Mezhepler gündeme gelse ve güzelce tartışsak… Mezhepler ve siyaset arasındaki bağları görsek, her mezhebin oluşumundaki nedenleri ortaya koysak ve herkes bilgilense fena mı olur? Senin “Müslüman omurga” dediğin resmi tarihtir. Sultanlar tarihidir, Emevi, Abbasi gibi tarihin çöplüğünde yer almış “geri düşüncelerin” yazdığı tarihtir. Uzay çağındayız, biraz bugünün bilgi birikimi ile geçmişe baksak, analiz etsek, dünden bugüne gelen yanlışlara, doğrulara şöyle bir baksak… Ne olur ki?

Sanırız yıllardır sırtını dayadığı ve kurduğu düşünce sistemi paramparça olacak.

Bir mantık sunuyor evlere şenlik:

“Elbette ki, mezhepçilik yapmayalım. Ama mezhepsizliğin tek mezhep hatta kaçınılmaz olarak din katına yükseltilmesine de aslâ göz yummayalım. Yoksa önüne gelen dini kafasına göre yorumlar ve ortada hiç bir muhkem ortak payda kalmaz. Benden uyarması…”

Asıl tersinden düşünsenize, bu kadar çok mezhep varsa aynı şekilde bu kadar farklı İslâm olmaz mı? Tersine mezheplerin ortadan kaldırılması İslâm’ı tekleştirmez mi? Baştan söyleyelim bizim böyle derdimiz yok ama yine de mantık söz konusu olunca, “mantığa bak” dedirtiyor. İnsan hiç düşünmez mi; aynı mezhepten yola çıkarak bu kadar farklı İslâmi yorumun ve hayat biçiminin ortaya çıktığını… Bırakın mezhepleri, tarikat ve cemaatlere baktığımızda bile biz kaç İslâm olduğunu artık anlamakta güçlük çekiyoruz. Siz çekmiyor musunuz? Neden bu duruma işaret edecek bir cesaret göstermiyorsunuz? Gülen Cemaati başka bir İslâm, Cüppeli Ahmet Hoca başka… Giyimleri, konuşmaları, mantık dizgeleri, kavramları, ibadete yükledikleri anlamlar vs. vs. Görmüyor musunuz?

Her dinin ortaya çıktığı toplumsal ve siyasal koşullar gibi her mezhebin ortaya çıktığı toplumsal ve siyasal koşullar vardır. Bunları yok sayamazsınız. Bu objektif durum var olduğu için bugün farklı İslâmi mezhepler var bugün. Tabi Yusuf Kaplan gibiler, hep egemenlerin dini yorumuna bağlandıkları için bunu hiç anlayamayacak. Şiiliğin örneğin sınıfsal bir yan taşıdığını ne zaman anlayacak? Örneğin, bugün Şii kökten gelenlerin aynı zamanda emperyalizmle arasının açık olduğunu, tersine Sünni gelenekten gelenlerin nedense hep işbirlikçi olduğunu nasıl açıklıyor? Bunları tesadüfle değil, tersine tarihsel gelişimiyle açıklanabileceğini söylemek isteriz. Buradan Şiilik güzellemesi yaptığımız zannedilmesin… Sadece bir gözlem olarak, mezhepler altındaki sınıfsal analiz üzerinden söylediğimizi ifade etmek isterim. Bir Lübnan Hizbullah’ı kadar olamadınız be… Suriye’yi yıkarak gizli İsrailci liginiz kapı gibi ortada duruyor, hala sıkıyorsunuz Yusuf Bey…

Devam ediyor Yusuf Bey;

“Mezhepleri kaldırıp atarsanız, mezhepsizlik tek din olur: Ortaya kelle sayısı kadar Kur’ân, kelle sayısı kadar İslâm çıkar! Herkes din’e uyacağına, kafasına göre din uydurur. Protestanlığın tarihine bakın göreceksiniz bu ürpertici gerçeği”

Niye mezhepsizlik din olsun ki? Mezheplerden sıyrılan bir anlayış, yani hakiki İslâm din olamaz mı? Herkes kafasına göre din uydurur, diyor. Bir dizi adamın kafasına göre yorumladığı dine inanmamız isteniyor ama bizim kendi aklı ve vicdani yorumlarımıza niye güvenmiyorsun… Seni gidi seçkinci seni… Bir de Kemalistlere seçkinci dersiniz… Hiç değilse herkesin aklını kullanabileceği okuma yazma kolaylığı sağlamış Cumhuriyet… Çok müteşekkirim Cumhuriyet’e… Örneğin Kuran mealini araştırırken bu kadar farklı çeviri olduğunu bilmiyordum. Elmalılı Hamdi ile Ömer Rıza Doğrul’un çevirilerini öneririm bu arada… Bana daha bilimsel geliyor çünkü… Bu arada bu kadar çok farklı kuran çevirisini de araştırırken görünce şaşırıp kaldım. Adamlar excell tablolarıyla farklı çevirileri yan yana koymuşlar bir de… İnanmayacaksınız hepsi birbirinden farklı.

Yukarıda Allah var. Dini kendi kafandakilere göre kimseyi dayatma Yusuf Bey… Allah herkese akıl vermiş, kitap vermiş… Okuyun, öğrenin, doğruları bulun demiş, doğru davranın demiş… Senin kafandaki İslâmi yoruma uymak zorunda mıyım ? Ya da sapık fetvalar yayınlayan Diyanet’in kafadan uydurduğu yorumlara… Hele Fethullah Gülen’in söyledikleri… Aman ha, bizden uzak olsun… Düşünsenize bugün Fethullahçılar iktidar olsaydı -olabilirlerdi- o zaman da böyle mi yazacaktınız Yusuf Bey! O yüzden niye kendi mezhebinin tek doğru mezhep olduğu konusunda bu kadar hassasiyet gösteriyorsun?

Yazdığınız bir geometri makalesi mi? Bakın şu sözlere;

“Şunu üç temel gerçeği iyi bileceksiniz:

1-Mezhepler, değişkenlerin, sabiteleri yutmasını önler.

2-Mezhepler, değişkenlerin, sâbite’ler tarafından yorumlanmasını mümkün kılar.

3-Mezhepler, değişkenlerin, sâbite katına yükseltilmesinin önüne set çeker.”

Açıkçası İslâmcı yani politik olarak dinci değilim, inancımı da boş verin söylemem, çünkü kimlikçi değilim. Ancak bu mantık dizgesinde bana sorarsanız “mezhep” kavramını çıkartın yerine Kuran-ı Kerim koyun sanırım daha doğru olacak. Örneğin şöyle; “Kuran-ı Kerim” değişkenlerin, sabiteleri yutmasını önler” gibi… Size naçizane tavsiyem mezhepleri Kuranının üzerine çıkartmayın…

Yine tarihi gerçekleri nasıl tersyüz ediyor Kaplan. Bu satırları yazmak artık zül oldu ama bizim İslâmcılarımız bir türlü uslanmıyor anlaşılan: “Özetle Selçuklu’nun ve Selahaddin’in çocuklarının ektiği tohumlar, Osmanlı’yla meyveye durdu: Üç kıta, işte ancak o zaman tam altı asır, küresel ölçekte huzura ve sükûna kavuştu. Bu, tarihte ilk ve son defa küresel ölçekte söz konusu oldu.”

Osmanlı, huzur ve sükun! Bu kelimeleri yan yana koyduğunuzda sanırım Osmanlı tekke ve sufi dervişlerini yazmak istemiş. Ne Osmanlı Sarayı’nda, ne beyliklerde, ne illerde, ne köylerde, ne Balkanlar’da, ne Kırım’da, en Arap illerinde huzur ve sükun hiç olmadı ki? Selçuklu’nun nasıl yıkıldığını ben mi söyleyeyim size? Babaların ayaklanmasını, Selçuklu döneminde getirilen Frank askerlerince ayaklanmanın bastırıldığını, Osmanlı’da hanedan kavgalarını, katliamlarını, savaşları ben mi yazayım size… Yavuz Sultan Selim dönemi mi huzur ve sükun idi yoksa 4. Murat dönemi mi? Yoksa Abdülhamit dönemi mi? İnsan bu kadar at gözlüğü ile tarihe bakabilir! Osmanlı köylüsü yoksul, aç, perişan idi… Selçuklunun ve Selahattin’in ektiği tohumlar bu ülkede yoksul köylülerin katliamı oldu. En azından tarihin bir de bu yüzü var!

Bak bu söylediklerinizde bir doğruluk var “Ama asıl kavranması gereken mesele şu: İslâm’a karşı İslâm savaşı stratejisini Batılılar geliştirdiler. İslâm’ın terörle özdeşleştirilmesi, “ılımlı İslâm”, “siyasal İslâm” gibi nitelemeleri ve projeleri yine bizzat Batılılar geliştirdiler.”

Her ne kadar Şii akımın temsilcilerinden daha somut konuşursak Ali Şeriati ekolünün “dine karşı din” formülasyonu, gerçek dinin sizin anlattığınız gibi olmadığını söylemek için geliştirilmiş bir izah. Siz bunu batılılar ile bağdaştırıyorsunuz ve Ilımlı İslâm ile siyasal İslâm kavramlarını kullanarak örnek veriyorsunuz. Evet işte burada haklısınız. Batılılar yani bizim deyişimizle emperyalistler İslâmcılığı her zaman kullandılar. Yeşil Kuşak projesi tam da buradan ortaya çıktı. İhvancılara İngiliz desteği gibi. AKP’nin Büyük Ortadoğu Projesinin parçası olması gibi… Taliban tarihini okuyun, arkasındaki emperyalizmi göreceksiniz. Bizim Komünizmle Mücadele Dernekleri’nin kuruluş tarihi ile ülkemizin NATO üyesi olması arasındaki ilişkiyi kısaca hatırlatmak isterim.

“Tam bin yıl önce Selçuk çocukları Haçlılarla, Selahaddin çocukları da daha çok Mısır’dan Tunus’a kadar fitneci Şia’yla savaştı.

Burada Şia’yla savaşta, mesele, mezhep meselesi değil, iktidar meselesiydi. Üstelik de Moğol ve Haçlı saldırılarıyla boğuşulurken, Müslümanların birliğinin, dirliğinin önünde takoz gibi duran Şia / Fars tehdidiyle ve fitnesiyle savaşılmak zorunda kalınmıştı.

Ayrıca İslâm tarihinde mezhep savaşı gibi görünen çatışmalar, aslında, temelde, siyasiydi ve iktidar çatışmalarıydı.”

Şia akımını fitne olarak görüyorsun… Açıkçası ben Osman ile birlikte bu fitne meselesini açıklamanın ve fitnenin bundan sonra resmi ve egemen ideoloji olduğunu düşünüyorum. Ancak bunu tartışmak gerek. Dediğim gibi doğrularınız sabit fikir haline gelmişken bugün ülkemizdeki Aleviliği fitne olarak gördüğünüzü de ifade etmiş oldunuz. Mezhep savaşı olarak görülen şey tam da dediğiniz gibi siyasi iktidar kavgalarıydı. Tam da bu yüzden sizin kutsiyet atfettiğiniz ve mensubu olduğunuz mezhebin de bundan muaf olmadığını sadece hatırlatmak isteriz .

Neyse yerimiz dar. İslâmcı değilim, ancak biraz tarih biliyoruz. Bu kadar da sıkma be Yusuf Kaplan…

Sen Sivas katliamından haber ver. Suriye’de emperyalizmin vesayeti altında ve İsrail çıkarları için Suriye’yi yıkmaya çalışan mezhepdaşlarından haber ver. Sen Diyanetin fetvalarından haber ver. Sen iyisi mi Ensar olayı üzerine biraz kalem oynat…

Tarihe girdikçe batıyorsun, sanırım boğulmamak için başınız o yüzden dik!