Avrupa Birliği, göçmen krizi ve Türkiye: Anlaşma mı, çözülüş mü?

Suriye’de yaşanan iç savaşın sonuçlarını beklemediği ölçüde ağır yaşayan Avrupa Birliği, çözülme ihtimaline karşı çareyi koşulsuz destek verdiği İkinci Cumhuriyet rejimiyle yaptığı anlaşmada arıyor.

Avrupa Birliği, göçmen krizi ve Türkiye: Anlaşma mı, çözülüş mü?

Haluk Mutlu

Suriye’de yaşanan iç savaşın sonuçlarını beklemediği ölçüde ağır yaşayan Avrupa Birliği, çözülme ihtimaline karşı çareyi koşulsuz destek verdiği İkinci Cumhuriyet rejimiyle yaptığı anlaşmada arıyor.

Arap Baharı adı verilen, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki Arap devletlerini yerinden oynatarak bir dizi iç savaşa ve uluslararası emperyalist müdahaleye alan açan sürecin Suriye’deki, bölgemizdeki ve dünyadaki etkileri artarak devam ediyor. Cenevre’deki barış görüşmelerinden çıkacak sonuçlar umutsuzca beklenirken, iç savaşın etkileri emperyalist merkezlere kadar ulaşmış durumda. Bir yanda Avrupa başkentlerini vuran kanlı terör, öbür yanda İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana yaşanan en büyük göç dalgası Avrupa Birliği’ni ve Avrupa düşüncesini sarsıyor. Birleşik Krallık AB içindeki kaderine karar vereceği referandum içingün sayarken, AB ve AKP arasında bütün dünyanın gözü önünde süren mülteci pazarlığı AB’nin karanlık yüzünü gözler önüne seriyor.

Suriye İç Savaşı ve Mülteci Krizi

Güncel verilere göre Suriye’deki iç savaştan dolayı ülkesini terk etmek zorunda kalan insan sayısı 4,5 milyon. Mültecilerin büyük bölümü Türkiye, Lübnan ve Ürdün gibi komşu ülkelerde, görece daha az sayıdaki bölümü ise Avrupa ülkelerinde yaşamlarını sürdürüyor. UNHCR verilerine göre Türkiye’de 2,7 milyon, Lübnan’da 1 milyon 67 bin, Ürdün’de ise 639 bin mülteci bulunuyor.[1] Avrupa’daki göçmen sayısı ise bir milyonu aşıyor. 2015 yılında 1 milyon 300 binden fazla göçmen sığınma başvurusunda bulunurken, AB ülkeleri yalnızca 292.540 göçmene bu hakkı tanıdı. Başvuruda bulunan göçmenler yalnızca Suriyelilerden oluşmuyor. Her ne kadar 350.000 civarında olduğu tahmin edilen Suriyeliler başı çekse de, Afganistan, Irak ve Kosova başta olmak üzere savaş ve yoksulluktan etkilenen pek çok ülkenin vatandaşı umudu Avrupa’da arıyor.[2]

Avrupa Birliği göçmenleri savaştan kaçanlar ve ekonomik göçmenler olmak üzere ikiye ayırıyor. Savaştan kaçan Suriyeli ve Iraklılar mülteci veya sığınmacı olarak görülürken, ekonomik göçmenlerin, yani yoksulluk ve işsizlik nedeniyle Avrupa ülkelerine göç edenlerin sığınma taleplerinin kabul edilme ihtimali oldukça düşük. Yunanistan-Makedonya sınırından başlayarak yükselen tel örgüler, başta ekonomik göçmenlerin Batı Avrupa’ya ilerleyişini durdurma amacını taşıyor.

Brexit: Avrupa Birliği Çözülüyor mu?[3]

İngiltere, daha doğrusu dört ülkeden (İngiltere, İskoçya, Galler, Kuzey İrlanda) oluşan Birleşik Krallık 23 Haziran 2016 tarihinde önemli bir karar verecek. Referandumun sonucu İngiltere’nin olduğu kadar AB’nin kaderini de belirleyecek.

İngiltere’nin AB’den çıkma tartışmaları önemli ölçüde göçmenler, güvenlik sorunları ve ticari serbestlik etrafında şekilleniyor. Ülkenin AB’den çıkmasını savunanlar, AB üyeliğinin Birleşik Krallık üzerinde bürokratik bir ağırlık oluşturduğunu, serbest ticaret olanaklarını sınırladığını, sınır güvenliğini zayıflattığını ve hem AB içinden hem de dışından gelen göçmenlerle ülke ekonomisine zarar verdiğini savunuyor. Muhafazakârların bir bölümü ve Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi (UKIP) bu kanatta yer alıyor. AB karşıtı kamptaülkemizin Kurtuluş Savaşı sırasında Ankara hükümetine karşı duruşuyla ve İngiliz Muhipler Cemiyeti üyeliğiyle bilinen ve Ankara’ya yargılanmaya götürülürken öldürülen gazeteci Ali Kemal’in torunu Boris Johnson da bulunuyor.Boris Johnson’ın da aralarında bulunduğu muhafazakârlar, parti lideri ve Başbakan Cameron’ın AB ile yaptığı anlaşmadan memnun değil ve İngiltere’yi AB’yi bekleyen felaketten uzakta tutmaya çalışıyor.

AB yanlısı kampta ise İşçi Partisi, Liberal Demokratlar, Yeşiller, İskoçya Ulusal Partisi ve Başbakan Cameron dâhil Muhafazakâr Parti’nin bir bölümü yer alıyor. AB yanlısı kampın temel iddiasını İngiltere’nin AB ile birlikte daha güçlü olduğu, aksi takdirde yalnız kalabileceği ve ekonomik açıdan küçüleceği görüşü oluştururken, kampın “sol” kanadını oluşturan Corbyn gibi isimler AB’de kalıp “sosyal bir Avrupa” için mücadele etmek gerektiği yönündeki bilindik sol liberal tezi dile getiriyor. AB yanlılarına göre AB’den çıkmak İngiltere’yi göçmen krizinden veya güvenlik sorunlarından muaf kılmayacak.

Sosyalistler açısından bakıldığında referandumun her iki tarafı da AB’nin geleceği ve emperyalizmin içinde bulunduğu durum açısından önemli ipuçları barındırıyor. İngiltere sağı batan gemiden kaçmanın hesaplarını yaparken, merkez ve liberal sol siyasetler – “radikal” imajıyla ikinci bir Tsipras rüzgârı estiren James Corbyn dâhil – AB’nin ömrünü uzatmak üzere sahneye çıkıyor. Kısacası, liberal sol emperyalizmin gülen yüzü olmaya oynarken, muhafazakâr sağ pay sahibi olduğu Suriye İç Savaşı’nın faturasından kaçmaya çalışıyor.

Yalnızca İngiltere’nin ayrılma ihtimaline dayanarak AB’nin çözüldüğünü öne sürmek abartı olacaktır. Bununla beraber göçmen krizi gerçektir ve AB’nin siyasi yapısını değiştirmektedir. AB ile Türkiye arasında yakın zamanda yürürlüğe giren anlaşma, AB’nin içinde bulunduğu durumu ortaya koyuyor.

“Bu kafayla bizi AB’ye almazlar!”

AB heyecanının bütün düzen siyasetini sarıp sarmaladığı yıllarda dillere pelesenk olan bu ifade artık Türkiye kamuoyu için – en azından hatırlayanlar açısından – bir espriden fazlası değil. AB’nin gerçekçi bir siyasi hedef olmaktan çıkmış olması, iktidarın elini rahatlatan etkenlerden birini oluşturuyor. Bununla beraber seyahat, iş ve eğitim gibi sebeplerle Avrupa ülkelerine kolay girip çıkmak isteyen Türk vatandaşları için vizesiz giriş gibi vaatler siyasi karşılık bulmaya devam ediyor.

AKP, AB ile yaptığı anlaşmayla,“bu kafayla” AB’yegirilmese de AB’den ayrıcalık koparılabileceğini dünyaya ilan etmeye çalışıyor.İnsan hakları örgütlerinin anlaşmanın meşruluk ve yasallığına gölge düşüren açıklamaları, AB’nin insan hakları gibi alanlarda sahip olduğu varsayılan prestijinide kaybettiğini göstermesi açısından önemli. Göçmen dalgasını ve AB’nin mevcut siyasi sistemine meydan okuyan göçmen karşıtı sağı kontrol altına alma amacındaki AB, mimarlarından biri olduğu ikinci cumhuriyet rejiminden medet umar hale gelmiş durumda.

Türkiye ve AB arasındaki anlaşma Yunanistan ve Yunan adalarına yasa dışı yollardan geçiş yapan göçmenlerin Türkiye’ye iade edilmesi ve iade edilen her bir göçmen karşılığında Türkiye’deki kamplarda barınan bir Suriyeli göçmenin AB’ye gönderilmesini içeriyor. Anlaşma 20 Mart 2016’dan önce Avrupa’ya ulaşan göçmenleri içermiyor ve geri gönderme sürecinin 4 Nisan’da başlaması öngörülüyor. Türkiye’ye gönderilecek olan ekonomik göçmenlerin ise ülkelerine geri gönderilebileceği tartışılıyor. İnsan hakları örgütleri ve Birleşmiş Milletler ise anlaşmanın uluslararası hukuka ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı olabileceğini öne sürüyor. Örneğin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde yer alan Protokol No. 4’ün dördüncü maddesinde “Yabancıların toplu olarak sınır dışı edilmesi yasaktır” ifadesi yer alıyor.[4]

Yasal tartışmalara rağmen anlaşma onaylandı ve en azından kâğıt üzerinde yürürlüğe girdi. Pratikte ise anlaşmayı bekleyen çeşitli sorunlar bulunuyor. Türkiye’ye iade edilen göçmenlerin karşılığında Türkiye’den alınacak göçmenler Avrupa’nın çeşitli ülkelerine yerleştirilecek. Bu durum göçmen karşıtı sağın hâlihazırda yükseldiği Avrupa’da anlaşmaya karşı düzenlenen gösterilerde görüldüğü üzere büyük bir tepki oluşturuyor.[5] Bununla birlikte Türkiye’ye gönderilecek her bir göçmenin durumunun tekil biçimde incelenmesi ve göçmenlerin mahkeme karşısına çıkması gerekiyor. Bu da özellikle Yunanistan açısından çok sayıda uzmana ihtiyaç duyulacağı anlamına geliyor. Göç, güvenlik ve yabancı dil alanlarında uzman 2.300 personelin Yunanistan’daki sürece destek olması beklense de, göçmenlerin Türkiye’ye dönmek istemediği koşullarda sürecin pürüzsüz işlemeyeceği açık.

TheGuardian’ın haberine göre bu yıl içinde şu ana kadar Yunanistan’dan Avrupa’ya geçen göçmen sayısı 143.634, Suriyelilerin Avrupa çapında yaptığı sığınma başvurusu sayısı ise 363.000 civarında. Buna karşılık mevcut yasal çerçeve değişmediği takdirde yalnızca 72.000 göçmenin AB ülkelerine yerleştirilebileceği aktarılıyor.[6] Bu durumda Yunanistan’daki göçmenlerin anlaşmaya karşı büyük bir direnç gösterebileceğini öngörebiliriz.

Sosyalistlerin Göçmen Politikası

Sosyalistler, emperyalizm ve göç dalgası arasındaki ilişkiyi topluma anlatmayı başarmalı, göçmen karşıtlığı ve ayrımcılık karşısında tavizsiz bir duruş sergilemelidir.

Suriyeli göçmenler başta olmak üzere çatışma, savaş ve yoksulluk kıskacındaki ülkelerini çoluk çocuk, genç yaşlı, kadın erkek demeden terk etmek zorunda kalan çeşitli milletlerden yüz binlerce insanın durumunu yalnızca sonuçlara bakarak anlayamayız. Öncelikle bu ülkelerin bu duruma nasıl geldiğini doğru biçimde değerlendirmemiz gerekiyor.

Emperyalizm, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da bir vekâlet savaşı yürütmekte ve bu coğrafyadaki ülkelerin istikrarsızlaştırılması yoluyla kendi hegemonyasını inşa etmek istiyor. Irak, Kosova, Libya ve Ukrayna gibi ülkelerde yaşananlar, bugün yaşanmakta olanlara ve yarın yaşanacaklara ayna tutuyor. Esasen “emperyalizmin işine gelenler ve gelmeyenler” olarak anlayabileceğimiz ama “mezhep çatışması” görüntüsü verilen eksenler yaratılmış, yalnızca farklı mezhepten oldukları için insanları katleden çetelere “ılımlı muhalefet” sıfatı layık görülmüştür.Bu manzaraya, başta IŞİD olmak üzere, ABD’nin Irak’tan çekilmesiyle birlikte oluşan iktidar boşluğuna yerleşen onlarca cihatçı grubu eklediğimizde göçmenlerin neden ülkelerini terk etmek zorunda kaldığını daha iyi anlarız.

Göçmenlerin, mültecilerin içinde bulunduğu sefaletin sorumlusu Ortadoğu ülkelerinin doğal zenginliklerini ve stratejik konumunu tekeline almak isteyen emperyalizm ve bu pastadan pay kapmak isteyen yerli egemen sınıflardır. Sosyalistler emperyalizmin rolünü, göçmenleri hedef tahtasına koymanın emekçi halka bir yarar getirmeyeceğini, Türkiye’nin komşu ülkeleri istikrarsızlaştırma politikasından ve şantaj üstüne kurulu dış politikadan vazgeçmesi ve tutarlı bir göçmen politikası geliştirmesi gerektiğini topluma anlatmak zorundadır. Aksi takdirde halkımız, iktidarın göçmenleri şantaj unsuru haline getiren dış politikası ile bütün göçmenleri düşman ve tehdit olarak gören ırkçı siyasetler arasına sıkışıp kalacaktır.

[1]http://www.bbc.co.uk/news/world-middle-east-26116868

[2]http://www.bbc.co.uk/news/world-europe-34131911

[3]Brexit: British exitfromtheEuropeanUnion. İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden çıkmasını ifade eden siyasi terim.

[4]http://www.echr.coe.int/Documents/Convention_TUR.pdf

[5]http://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/03/160320_ab_tr_anlasma

[6]http://www.theguardian.com/world/2016/mar/16/eu-cut-number-syrian-refugees-coming-europe