Marksizm insan doğasına aykırı mı?

Çeviri haber: Marx ve Engels'in “insan doğası” sorununa yaklaşımları.

Marksizm insan doğasına aykırı mı?

Çeviri: Can Albayrak

Birer devrimci olarak, Marx ve Engels de çeşitli nedenlerden dolayı “insan doğası” sorunuyla ilgileniyorlardı. Öncelikle, insan doğasının kapitalizm tarafından bozulduğundan ve yalnızca sosyalizm ve komünizm sayesinde zincirlerinden kurtulup gerçek potansiyeline ulaşabileceğinden emindiler. Ayrıca, insan doğasının kapasitesini ve sınırlarını bilmek istediler ki, hangi devrimlerin başarıya ulaşıp ulaşamayacağını anlasınlar. En önemlisi de, bir sınıfın diğerini sömürmesini insan doğasıyla ilgili kullanılan yanlış argümanlarla haklı çıkarmaya çalışanlara karşı koymak istediler.

Erken dönemlerinde yazdığı 1844 El Yazmaları’nda Karl Marx, emek konusu çerçevesinde “türsel-varlığımız” dediği insan doğasının üzerinde durdu ve şöyle dedi: “Gerçi hayvan da üretir. Arı, kunduz, karınca vb. gibi, kendine bir yuva, barınaklar kurar. Ama o sadece kendisi ya da yavrusu için dolayımsız gereksinme duyduğu şeyleri üretir; tek yanlı bir biçimde üretir, oysa insan evrensel bir biçimde üretir; hayvan araçsız fizik gereksinme egemenliği altında üretir, oysa insan hatta fizik gereksinmeden bağımsız olarak bile üretir ve ancak ondan bağımsız olduğu zaman gerçekten üretir; hayvan sadece kendi kendini üretir, oysa insan tüm doğayı yeniden üretir; hayvanın ürünü doğrudan doğruya kendi fizik bedeninin bir parçasıdır, oysa insan kendi ürünü ile özgürce karşı karşıya gelir.”

Marx, kapitalizmin “yabancılaşmış emek”i dayatarak bizi kendi doğamızdan yabancılaştırdığını anlamıştı. “Yani yabancılaşmış emek insanın türsel-varlığını -hem doğal hem de entelektüel türsel-varlığını- kendisine karşı yabancı bir varlığa ve bireysel varlığı için bir araca dönüştürür. Bu insanı kendi bedenine, etrafında var olan doğaya, kendi ruhsal özüne, kendi insani varlığına yabancılaştırır.”

Marx ve Engels’in emeği insan varlığı için doğal ve arzulanabilir bir etkinlik olarak gördüğünü unutmamamız çok önemli. Tarih boyunca, emek eylemi kölelik, feodalizm ve kapitalizmin dayattığı yabancılaşma nedeniyle bir külfet olmuştur. Engels büyük ihtimalle Troçki’nin “genel bir kural olarak, insan çalışmaktan kaçınır. Çalışma sevgisi doğuştan gelen içsel bir özellik değildir… Hatta insanın tembel bir hayvan olduğunu söyleyebiliriz” iddiasını duysaydı şiddetle karşı çıkardı.

Komünist Manifesto’da Marx ve Engels, birçok basit sosyal ilişkinin insan doğası tarafından değil, ekonomik ilişkiler tarafından belirlendiğinden söz eder ve özel mülkiyet, emek, kişisel özgürlükler, aile, eğitim, kadının durumu, milliyetçilik ve din dahil bu ilişkilerin devrimle dönüştürülebileceğinden bahseder.

Marx ve Engels, 19. Yüzyılda evrim (örneğin Darwin), antropoloji (örneğin, Morgan) ve diğer bilimlerde meydana gelen gelişmeleri yakından izledi ve bize insan doğasıyla ilgili ne öğretebileceklerini anlamaya çalıştı. Engels, 1884 yılında ömrünün sonlarına doğru Engels, bulduklarını Ailenin, Devletin ve Özel Mülkiyet’in Kökeni adını verdiği büyük bir kitapta topladı. Bu kurumların zamanla nasıl biyolojik evrim değil, sosyal evrim yoluyla değiştiğini gösterdi.

Engels kitabının “Barbarlık ve Uygarlık” bölümünde, sosyal kurumların çok güçlü olduğu zamanlarda insanların bu kurumları insan doğasının bir parçası olarak kanıksadığından bahseder. “Bir toplumsal çalışım, bir dizi toplumsal olgu, insanların bilinçli denetiminden ne kadar kurtulur ve onları ne kadar aşarsa, o kadar rastlantıya bağlıymış gibi görünür, ve bu olguların kendilerine özgü içsel yasaları, bu rastlantı içinde, kendilerini o kadar doğal bir zorunluluk gibi kabul ettirirler.”

Engels, sosyobiyolog ve üniversite profesörlerine, medya tarafından kapitalizmin “doğal” ve belli ırkların (ya da erkeklerin) diğer ırklara (ya da kadınlara) karşı üstün olduklarının, bilginin doğuştan geldiğinin, ve şiddetin insan doğasının bir parçası olduğunun söyletildiği ABD gibi ülkelerdeki durumdan bahsediyor olabilirdi.

Yönetici sınıf diğer tüm argümanları tükendiği zaman insan doğası savını öne sürmeye meyleder. Bugün medya, tıpkı 19. yüzyılda köleliği “insan doğası” argümanlarıyla haklı çıkarmaya çalıştıkları gibi, yönetici sınıfın savaş ve erkek egemenliğini insan doğasının temelinde olduğu iddiasını öne sürmesinde kilit bir rol oynuyor. Savaşın insan doğası tarafından belirlendiğinin bilimsel olarak çürütüldüğünü görmek isterseniz, Şiddet Üzerine Sevilla Beyanı’na bakabilirsiniz.

Marx ve Engels bu mitlere yenilmediler. Bunun yerine, tarih boyunca kapitalizmin nasıl evrildiğini, belli ırkların neden diğerlerine, erkeğin de kadına karşı üstünlük kazandığını ve devlet tarafından şiddetin nasıl kurumsallaştırıldığını ve sürekli kılındığını anlamaya çalıştılar. Tüm bunların bir devrimle değişeceğine inandılar.

İnsan doğası üzerine eğitim, devrimci bir barış kültürü eğitimi için olmazsa olmazdır. İnsanlar, insan doğası üzerine yaratılan mitler tarafından ne kadar kandırılırlarsa, devrimci hareketlerde yer alma olasılıkları da o kadar azalacaktır. Düşünecekler ki, “Madem kapitalizm insan doğasının bir parçası, o halde sosyalizmi inşa etmekle uğraşmanın ne anlamı var?” Bu böyle gidecektir. Cesaret kazanmaları için insanların, insanın yeni bir barışçıl ve adil toplum yaratacak gerçek kültürel potansiyelini kavramaları gerekiyor.

Kaynak: http://sfr-21.org/human-nature.html