Psikolojik harp

İçinden geçtiğimiz sürece dair eğer derli toplu bir yanıt veremezseniz, ne olup ne bittiğini tam olarak kavrayamazsanız süreci belirsizliklerle ya da kaos teoremiyle açıklarsınız.

Psikolojik harp

İçinden geçtiğimiz sürece dair eğer derli toplu bir yanıt veremezseniz, ne olup ne bittiğini tam olarak kavrayamazsanız süreci belirsizliklerle ya da kaos teoremiyle  açıklarsınız. “Kaotik süreç”, “olağan olmayan gelişmeler”, “kaos planı devrede” gibi tanım ve kavramlar yazıların içinde serpilip durur. Ya göremiyorsunuzdur ya da daha önce inandığınız yol ve siyasi tutum “tıkanmıştır.”

Kaos tanımlaması bugün iki şekilde ifade edilmektedir. Birincisi; bu tezi güçlendirmek için sürekli kullanılan deyimle “Saray-AKP çetesinin” bizzat ve planlayarak kaosu uygulamaya soktuğu şeklindedir. İkincisi ise büyük güçlerin düğmeye bastığı, Türkiye’yi kaosa sokarak istikrarsızlaştırıp Erdoğan’ı iktidardan indirmeye çalıştıklarına dair bir tasavvura dayanmaktadır. İlki AKP’ye boyundan büyük bir güç atfetmeye, ikincisi de Türkiye’nin siyasal dinamik ve aktörlerinin toplumsal güçlerini yok saymaya götürür

İnsanlar bilmedikleri şeylerden korkarlar. Kaos, bilemediğiniz ve çözemediğiniz bir sürecin ismidir. Kontrol edilemez, kimin ne yaptığının bilinmediği, devlet dahil bütün güçlerin kontrolsüz şekilde adım attığı bir süreç… Kaos fotoğrafı ortaya konarak korkmamız istenmektedir.

Ancak süreç açıktır, ortada bilinmezlik yoktur. Ortada bir kaos görüntüsü altında adlı adınca savaş ve psikolojik savaş yürütülmektedir.

Tarafları bellidir, sonuçları ise açık ve çok acıdır.

İçinden geçtiğimiz süreci değerlendirirken sağından solundan dolaşmadan yaşananların adını koymak zorundayız. Bugün ülkemizde ve bölgemizde yürütülen savaşın yanında bir de psikolojik harp yaşanmaktadır.

Neymiş efendim, büyük güçler AKP’yi ve Erdoğan’ı devirmek için düğmeye basmış, kaos yaratarak Türkiye’yi istikrarsızlaştırmak, “büyük-yeni Türkiye”nin önünü kesmek için adımlar atıyorlarmış. Kaos yaratarak, Türkiye’yi yönetilemez bir ülke haline getirerek Erdoğan’nın ayağının kaydırılmak istendiği iddia ediyorlar. İddia edenler belli: AKP ve kalemşörleri. Milliyetçilik üzerinden bir konsolidasyon sağlayarak, yaşadıkları sıkışma ve krizi aşmak için otoriterleşmenin ve devlet baskısının yolunu yapmaktadırlar.

Bu ülkenin ilericileri ve yurtseverleri, AKP’nin ekmeğine yağ süren bu söylemi elinin tersiyle itmelidir. AKP’nin emperyalizm karşıtı bir duruş içinde olduğunu düşünen var mı? AKP kalemşörlerinin kendi gerici ve milliyetçi tabanlarını ilkel bir batı karşıtlığıyla konsolide ettiklerini görmüyor muyuz? Geçiniz. AKP’nin köküne kadar işbirlikçi olduğunu söylemekten asla geri durmayacağız. Birincisi bu. Dünyanın en büyük terör örgütü olan NATO’nun sadık müttefiki olarak AKP iktidarını açık olarak ilan etmek gerekir. Bu sürecin siyasi sorumluluğunun AKP’nin boynunda asılı olduğu nasıl inkar edilebilir? AKP’nin mezhepçi dış politikasını ve dayattıkları gerici rejimi bugün gelinen siyasi tablodan muaf tutabilir miyiz?

Bu tezin mantıki sonuçlarından diğeri de şudur: Kürt siyasi hareketi emperyalizmin maşasıdır. Bu tezi de elimizin tersiyle itmemiz gerekir. Siyaseti bu kadar kurgusal olarak el almanın Türkiye gerçekliği ile ilgisi bulunmuyor. Emperyalizmin Ortadoğu politikalarının sonuçları ile Kürt siyasi hareketinin hedefleri arasındaki uyum ise başkadır ama doğru ve gerçek bir “tehlikedir”. Kürt siyasi hareketine bakışta, bu ülkenin ilericileri hem bu gerçekliği görmeli hem de Kürt düşmanlığına karşı dururken Kürt siyasi hareketini de politik olarak karşısına almaktan çekinmemelidir. Türkiye sosyalist hareketinin kimseye borcu bulunmuyor.

Kürt siyasi hareketinin gölgesinden çıkamayan ya da vesayeti altında bulunan Türkiye sosyalist hareketinin bir kesimi, tam da bu durumundan dolayı, yaşanan süreci “AKP-Saray çetesi” ezberine indirgemiş, her yaşanan gelişmeyi AKP karşıtlığı üzerinden açıklarken emperyalizmi yok saymaya ve Kürt siyasi hareketini “aklamaya” yönelen bir savrulmaya gitmiştir. Örneğin Merasim Sokakta yaşanan katliamı, terör olarak değerlendirmeyen ve savaşın doğal sonucu olarak gören tezler üretilmişti. Hatta Güven Park  katliamını bile Kürt siyasi hareketine yakıştıramayan bu kesim, acaba Kürt siyasi hareketinin içindeki başka güçler mi bu işi yaptı diye “komplolara” sarılabilmiştir. Geçiniz… Merasim Sokak ve Güven Park’ta yaşanan terör ve katliamın adresi açık olarak Kürt siyasi hareketi olarak ortaya çıkmıştır.

Birileri de İstanbul’da yaşanan bombalı saldırı sonrası, “istihbarat zaafı yüzünden” AKP’yi ve AKP valisini eleştireceğim diye ülkemizde “güvenlik tedbirlerinin” artırılmasını sağlayacak ya da başka bir deyişle diktatörlüğe zemin hazırlayacak bir söylem içinde bile “safça” olabilmektedirler. Örneğin CHP ve MHP’nin yaptığı budur ve “Kürt vesayeti altında bulunan sol” AKP karşıtlığı yapayım derken aynı çizgiye düşmektedir.

Ülkemizde ve bölgemizde bir savaş vardır.

Irak ve Suriye’de sürmekte olan savaşta AKP iktidarı bir taraftır. Patlayan bombaların bir tarafında bu vardır.

Ülkemizde AKP iktidarı ile PKK arasında bir savaş yürümektedir. Patlayan bombaların bir tarafında da bu durum vardır.

Savaşın bir boyutu ise psikolojik harptir. Hatta bugün emperyalist-kapitalist sistemin en önemli silahlarından birisi de fiili savaştan daha öte bu savaş biçiminin sürekli devrede olmasıdır. Bu kirli bir savaştır ve emperyalistlere, kapitalistlere, sömürgecilere, faşistlere ait alçakça bir yöntemdir.

Varılacak siyasi hedeflere giderken psikolojik harp devreye girer. En büyük amaçlarından birisi de kamuoyu yaratmaktır. Yalan ve provokatif haber bu işin bir boyutu. Siyasi cinayetler ile toplumu ve siyaseti dizayn etme psikolojik harbin önemli yöntemlerinden biridir. 1990’lı yılların başında siyasi cinayetlere kurban giden aydınlarımızı hatırlayalım. Ya da Ağca’ya yaptırılan Papa suikastını. Ya da Hrant Dink’in öldürülmesini… Hrant Dink’in basit bir milliyetçi tepki sonucu cinayete kurban gittiğini düşünecek kadar kimse saf olmamalıdır. Amaç belliydi. Türkiye’nin emperyalizmin çıkarları doğrultusunda karşı-devrimci dönüşümünün yolu açılmalıydı. Liberal-gerici ittifakla AKP’nin yolu yapılmıştır. Buradan yetmez ama evetçilik çıkmıştır.

Psikolojik harp, siyasi cinayetler kadar toplumu sarsacak eylemlere de imza atar. Kapitalist devlet ya da emperyalist sistem toplumsal bir korku ya da yönlendirmeye ihtiyaç duyar. İnandıracağı haklılığı yoktur da onun için… İktidarlarını ancak ve ancak yalan ve korkuyla sürdürürler.

2003 yılında patlayan bombaları hatırlayan var mı? El Kaide üyelerinin gerçekleştiği bu eylemler, sonrasında bıçak gibi kesilmişti. Irak işgaline karşı toplumsal meşruiyet arayışının alçakça yöntemleri ülkemizde uygulanmıştı. Açıkça yazalım. Yeşil Kuşak projesinin aracı olan “siyasal İslam”ının ipleri emperyalizmin elindedir.

Emperyalizm ne zaman sıkışırsa ya da ne zaman kendi siyasi hedefine ulaşmak isterse her ülkede ‘gladio’yu devreye sokmuştur. Bazı yerlerde faşist güçler bazı yerlerde dinci gericilik ve bazı yerlerde bizzat tetikçiler kullanılageldi. O yüzden bugün dünyanın en tehlikeli terör örgütü NATO’dur. Öncelikle bu gerçek en başa yazılmalıdır. Ülkemizin bir NATO üyesi olduğu ve Suriye savaşında NATO ile birlikte davrandığı asla unutulmamalıdır.

Sinagoga saldırı, İngiliz elçiliğine saldırı, Sultanahmet’te Alman turistlere saldırı, İstiklalde İsrail ve ABD’li turistleri hedef alan saldırı.

Ankara’da patlayan son iki bombanın Kürt siyasi hareketi tarafından sahiplenildiği biliniyor.

Diyarbakır, Suruç ve Ankara garında bombaların IŞİD tarafından patlatıldığı da biliniyor.

Güven Park’ta, Kürt siyasi hareketi tarafından patlatılan bomba sonrası İstiklal’de IŞİD tarafından gerçekleştirilen bombalı katliamın bir anlamı olmalı. Ya Kürt siyasi hareketine yönelik toplumsal tepkinin dengelenmesi ya IŞİD ile PKK arasında bir “benzerliğin” sağlanmak istenmesi ya da ülkede yaratılan korkular cumhuriyeti ile Nevroz öncesi kitlelerin etkisizleştirilmesi. Bu sorunun yanıtı İŞİD’in iplerini kimlerin tuttuğu ile doğrudan ilgilidir.

Siyasi olarak ise bu sorunun bam telinde Suriye’deki gelişmeler ve bunun sonucu olarak merkezde duran Kürt devletleşme süreci yatmaktadır. Emperyalizm, bölgesel devletler, AKP iktidarı ve Kürt siyasi hareketi bu sürecin siyasal aktörleri olarak kozlarını oynamaktadırlar.

Kuzey Suriye’de oluşturulmak istenen Kürt devletini koruma adına savaşı terörle batı illerine taşımak…

Bu oluşuma müdahale etmek için sokakları kan gölüne çevirmekten çekinmemek, ülkeyi polis devleti haline getirmek…

Emperyalizmin çıkarlarına ters düşecek adımları kesmek için ülkemizin sokaklarını kana bulamak…

Olasılıklar bunlardır, birbirleriyle bağlantılıdır ve yaşanan durum budur.

AKP, toplumsal mutabakatı kaybetmiş, gücünü milliyetçilikten almaya çalışmaktadır, başkanlık ve yeni anayasa için savaşı seçmiş, otoriterliğe yönelmiştir. Suriye’de ortaya çıkan tablo Türkiye’nin bütün hesaplarını bozmuş, ülke içinde ve ülke dışında savaşın bizzat aktörü olunmuştur.

Kürt siyasi hareketi bir güçtür ve hendek siyasetiyle savaşı seçmiş ve savaşı bütün Türkiye’ye yayma kararı almıştır. Amaç masaya oturmak, özerklik ama bunlardan daha önemlisi Suriye’nin kuzeyinde ortaya çıkan “kazanımını” korumaktır.

ABD, Ortadoğu’ya müdahalesinde çıkarlarının peşinde Irak ve Suriye’nin parçalanması ya da zayıflatılması ve kendine bağımlı kılınması üzerinden siyaset yürütmektedir.

Yaşanan katliamlar, işte bu siyasal denklemin bir sonucudur. İşte tam da bu nedenle emperyalist-kapitalist sistemin, bütün unsurlarıyla siyaset ve hegemonya adına ülkemize yaşattığı acıdan başka birşey  değildir, ortaya çıkan bu tablo!

Alçakçadır, katliamlara imza atarlar, insanların ölmesinden rahatsız olmazlar. Korku, kan, katliam emperyalist-kapitalist sistemin hegemonya mücadelesinin çekinmeyeceği insanlık dışı politikalardır. İnsanın değil paranın, siyasetin, hegemonyanın, çıkarların, milliyetçiliğin, gericiliğin, kapitalizmin dünyasıdır!

ABD, bölge devletleri, IŞİD, AKP ve Kürt siyasi hareketinin aktör olduğu  kanlı bir savaşın ortasındayız. Dökülen Cizre’de, Sur’da, Ankara’da, İstanbul’da halkımızın, Türk ya da Kürt hiç farketmez, kanıdır!

Taraf olmamız isteniyor. Ya da boyun eğmemiz!

Katliamlardan sorumlu olan siyasi aktörlerden hesap sormak zorundayız. Yaratmış oldukları korku cumhuriyetine karşı boyun eğmek tam da istedikleri şeydir. İstanbul sokaklarını boşaltırlar, Ankara’da büyük bir korku yaratırlar. Kürt siyasi hareketi savaşı bütün Türkiye’ye yayacağım diye tehdit savurursa bu savaşın bir parçası haline gelmiştir artık.

Bileceğiz, göreceğiz, öğreneceğiz, toplumun üzerine serilmiş örtüyü kaldıracağız, korkular dünyasına boyun eğmeyeceğiz. Korkmayacağız!

AKP yalanlarına karşı sıkı duracağız!

Kürt siyasi hareketinin yanlışlarına karşı dik duracağız!

Emperyalizmin müdahalelerine karşı açıkça düşman olacağız!

Ve bileceğiz ki,  bu düzen yani sermaye düzeni yani kapitalist-emperyalist sistem içinde kaldıkça ülkemizin yaşayacağı felaketler ve acılar hiç bitmeyecektir.

AKP’ye karşı ABD’den medet ummayacak, başka bir AKP kurucusu Gül’den umut beklemeyeceğiz.

ABD’nin bölgesel çıkarlarına ve Kürt sorununda ortaya çıkan duruma hayır derken AKP iktidarına sessiz kalıp boyun eğmeyeceğiz!

AKP iktidarına karşı Kürt siyasi hareketinin vesayetine girmeyeceğiz!

Başka bir yol mümkün! Bu yol emekçilerin yeni bir cumhuriyet yoludur.

Hem laik, hem anti-emperyalist hem de eşitlikçi bir cumhuriyet!

Ve diyeceğiz ki, sizin “psikolojik harbiniz” varsa, bizim de Haziran Direnişi’nde boyun eğmeyen halkımız var!