Diyanet'in dünü, bugünü ve laiklik

Geçtiğimiz haftalarda yaşanan fetva skandalları ve bu skandallara toplumdan ve iktidardan gelen tepkiler dinselleşme ve laiklik başlıklarının önümüzdeki dönemde belirleyici öneme sahip olacağını gösteriyor.

Diyanet'in dünü, bugünü ve laiklik

HALUK MUTLU

Geçtiğimiz haftalarda yaşanan fetva skandalları ve bu skandallara toplumdan ve iktidardan gelen tepkiler dinselleşme ve laiklik başlıklarının önümüzdeki dönemde belirleyici öneme sahip olacağını gösteriyor. Emperyalizm ve iktidarın birinci cumhuriyeti en kilit kurumlarına varıncaya dek ele geçirdiği ve dönüştürdüğü, fakat hayalini kurduğu ikinci cumhuriyet gömleğini Türkiye’ye hala daha giydiremediği bir tarihsel evredeyiz. Bu tespitten hareketle, laikliğin ikinci cumhuriyetçilerin en büyük fobisi olduğunu ve yaşayacağımız anayasa ve başkanlık tartışmalarının en azından önemli bir bölümünün bu fobi etrafında şekilleneceğini söyleyebiliriz.

Bugüne dek olduğu gibi laiklik düşmanlığı karşımıza çıplak bir din devleti talebi olarak değil, laikliğin yerine inanç özgürlüğünü ikame etmek isteyen, hedef tahtasına doğrudan laikliği değil de “ceberut devleti” koyan bir liberalizm ve postmodernizm maskesiyle gelebilir. Her ne kadar Haziran/Gezi Direnişi ile birlikte bu masalın cilası dökülmüş olsa da, sokaktaki enerjinin siyasi karşılığının yaratılamaması ve muhalefet partilerinin anayasa tartışmalarında iktidara meşruiyet taşıyan tutumları yeni bir “yetmez ama evet” dalgasına davetiye çıkarmaktadır. Açıktan bir din devleti talebinin de alıcısının yaratılmış olduğu[1] ve bu kesimlerin laikliği hedef tahtasına oturtan bir karşı-devrim anayasası için canla başla mücadele edeceği de unutulmamalıdır.

Bütün bunları göz önüne aldığımızda Diyanet konusunda net bir tutuma sahip olmamız gerekiyor. Bu amaçla bu yazıda Diyanet’in dününü, bugününü, AKP iktidarı döneminde yaşadığı ekonomik ve hukuki dönüşümleri ve laiklikten, cumhuriyetten ve sosyalizmden yana olanların bütün bu olup bitenler içerisinde nerede durduğunu ve durması gerektiğini tartışacağız.

Geçmişten Günümüze Diyanet İşleri Başkanlığı

Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) cumhuriyet tarihi boyunca çeşitli değişimler geçirerek bugünkü halini almıştır. DİB tarihini çeşitli kaynaklardan takip etmek mümkün olmakla beraber bu tarihçenin DİB’in kendi internet sayfasında verildiği biçimde takip edilmesi, kurumun kendi tarihini değerlendirme biçimine dair ipuçları sunması bakımından anlamlıdır. Örneğin bu sayfada DİB, “Cumhuriyetin bir kurumu olmakla birlikte tarihsel kökeni itibarıyla Şeyhülislâmlığa dayanan ve onun geleneksel misyonunu sürdürmek üzere” kurulmuş bir kurum olarak tanımlanıyor. Kendi tarihsel misyonunu Şeyhülislamlık üzerinden tarif eden DİB’in tarihçesinde cumhuriyetin kazanımlarının hiçbir izinin olmaması, bununla beraber Osmanlı İmparatorluğu ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki sürekliliklerin vurgulanması şaşırtıcı olmamakla beraber, sosyalistlerin alması gereken siyasi tutum açısından önemli bir veridir.

DİB, 3 Mart 1924 tarihinde Diyanet İşleri Reisliği ismiylekurulmuştur. Daha önce 3 Mayıs 1920’de oluşturulan hükümette bulunan bakanlıklardan biri olan Şer’iye ve Evkaf Vekâleti’nin dinin siyasetin dışında tutulması düşüncesiyle kaldırılmasıyla birlikte dini mekânların yönetilmesi amacıyla oluşturulmuştur. Diyanet İşleri Reisliği’ni kuran 429 sayılı kanunda bu kurumun amacı “İslam dininin itikat ve ibadet alanıyla ilgili işleri yürütmek ve dini kurumları idare etmek” şeklinde belirtilir.[2] 1931 yılında cami, mescit ve ilgili personelin idaresinin Evkâf Umûm Müdürlüğü’ne devriyle birlikte, başkanlığın günümüzdeki internet sayfasındaki ifadeyle “neredeyse işlevsiz hale” gelen kurum, 29 Nisan 1950 tarihinde, yani Demokrat Parti’nin birinci çıkacağı 14 Mayıs 1950 seçimlerinden bir buçuk ay kadar önce “Diyanet İşleri Başkanlığı” ismini alarak cami, mescit ve ilgili personelin idaresi hakkını geri kazanmıştır. Bu dönemde Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Başbakan Şemsettin Günaltay’dır.

15 Ağustos 1965 tarihinde 633 sayılı “Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun” yürürlüğe girer ve kurumun görevi “İslâm dininin inançları, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek” biçiminde güncellenir.[3]

DİB’in kendi ifadesiyle kurum, 1 Temmuz 2010 tarihli ve 6002 sayılı Kanun ile “çok önemli kazanımlar sağlamış,” “hiyerarşik olarak genel müdürlük seviyesinden müsteşarlık seviyesine yükseltilmiş” ve “Gerek Din İşleri Yüksek Kurulu gerekse diğer birimlere verilen yeni birçok görevle uluslararası alanda etkin bir din hizmeti sunmanın yasal alt yapısı oluşturulmuştur.”[4] Aynı sayfada DİB’in bu kanunla elde ettiği kazanımlar arasında “cami dışı din hizmetlerinin” önünün açılması da vurgulanıyor:

Bu bağlamda, çağımızda din hizmeti sunmanın bir gereği olarak cami dışı din hizmetlerinin önü açılmış, Başkanlık personelinin hizmet içi eğitimleri için gerekli alt yapı hazırlanmış, radyo ve televizyon kurulması Başkanlığa bir görev olarak verilmiştir. Başkanlık, toplumu din konusunda aydınlatma noktasında her türlü imkândan yararlanmaya memur edilmiştir. (Diyanet İşleri Başkanlığı İnternet Sayfası, Kuruluş ve Tarihçe)[5]

 DİB’in, Din İşleri Yüksek Kurulu’nun (DİYK) görevlerinin 2010 yılındaki kanunla birlikte yeniden düzenlenmesiyle beraber elde ettiği kazanımlardan biri de “İslam dininin temel bilgi kaynaklarını ve metodolojisini, tarihî tecrübesini ve güncel talep ve ihtiyaçları dikkate alarak dinî konularda karar vermek, görüş bildirmek ve dinî soruları cevaplandırmak”[6] biçimindedir. Son dönemde sıkça tartışılan “fetva skandallarının” arka planında da bu kanun değişikliği ile elde edilen yetkiler yatıyor.

Bütçe Tartışmaları

Fetva skandallarına geçmeden önce DİB ile ilgili netleştirilmesi gereken önemli noktalardan biri de kurumun bütçesidir. AKP iktidarı süresince, özellikle de son yıllarda düzenli olarak haberlere konu olan ve kamuoyunda tepki yaratan Diyanet bütçesi, gelinen noktayı anlamlandırmamız açısından büyük önem taşıyor.

AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından bu yana DİB’in yaptığı harcamaların bütçe içerisindeki payı aydınlatıcı olacaktır[7]:

Yıl Harcama[8] Bütçe Payı (%)
2002 619.288.283 0,54
2003 862.010.233 0,61
2004 1.015.172.959 0,72
2005 1.150.345.082 0,79
2006 1.452.773 0,82
2007 1.770.444 0,87
2008 2.099.603 0,92
2009 2.552.878 0,95
2010 2.733.107 0,93
2011 3.392.977 1,08
2012 4.254.232 1,18

2013 ve sonrası için Sayıştay Denetim Raporları[9] ve Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü[10] verilerini kullanabiliriz:

Yıl Başlangıç Ödeneği Bütçe Payı (%) Bütçe Gideri Tutarı
2013 4.604.649.000 TL 1,13 4.971.484.728,65 TL
2014 5.442.784.190 TL 1,25 5.705.466.534,09 TL
2015 5.743.383.000 TL 1,21[11]

2016 ve 2017 yıllarının bütçe gider tahminlerine baktığımızda ise DİB bütçesinin 2016 bütçesinin 6.223.063.000 TL, 2017 bütçesinin ise 6.705.704.000 TL tutarında olması bekleniyor.[12]

Genel trende bakıldığında AKP iktidarı döneminde DİB bütçesinin düzenli olarak arttığını, 2010 yılında yapılan ve kurumun etki alanını genişletmeyi hedefleyen kanun değişikliğinin etkisinin de 2011 yılından itibaren güçlü bir biçimde hissedildiğini görüyoruz.

Bu tabloya, 1999/00 döneminde sayısı 3.374 olan Kuran kursu sayısının 2013/14 döneminde 15.547’ye çıktığını eklediğimizde, yaşadığımız dinselleşme ve gericileşmenin boyutunu daha iyi kavrayabiliriz.[13] 2010/11 döneminde 9.486’ya çıkan Kuran kursu sayısı, DİB’in internet sitesinde bir kazanım olarak belirtilen 2010 tarihli yasa değişikliğinden sonra yalnızca bir yıl içinde 14.676’ya çıkmıştır.

Karşılaştırma amacıyla baktığımızda, 1999/2000 döneminde sayısı 15 olan Olgunlaşma Enstitülerinin 2013/14 döneminde de aynı sayıda kaldığını, Halk Eğitim Merkezi sayısının aynı yıllar arasında 918’den yalnızca 987’ye çıktığını, Mesleki Eğitim Merkezi sayısının ise 355’ten 312’ye düştüğünü görüyoruz. Bir başka deyişle, 1999 ile 2014 yılları arasında saydığımız eğitim kurumları yerinde sayar veya azalırken, Kuran kurslarının sayısı 4,5 kat veya %358 artmıştır.

Buradaki bir diğer önemli nokta da Kuran kurslarına katılım gösteren kursiyerlere ilişkindir. 2013/14 döneminde Kuran kurslarının toplam kursiyer sayısı 1.116.509’dur. 2013/14 döneminin sonunda toplam kursiyerlerin yalnızca 65.824’ü erkek kursiyerlerden oluşurken, geriye kalan 1.050.685 kursiyer kadınlardan oluşmaktadır. Kısacası, kadın kursiyerlerin Kuran kurslarındaki oranı %94’ün üzerindedir. Bir milyonun üzerindeki toplam kursiyerin 900.553’ü, yani %80’i İlköğretim/Ortaokul ve altı eğitim seviyesine (İlköğretim/Ortaokul kategorisinde 120.935 kişi bulunmaktadır), 779.598’i, yani %70’i ise İlkokul ve altı eğitim seviyesine sahiptir (İlkokul seviyesindeki kişi sayısı 412.537’dir). 367.061 kursiyerin, yani toplam kursiyer sayısının %32’sinin hiç okul bitirmemiş olduğunu da belirtelim (6.716 kişi “Okul öncesi”, 253.710 kişi “Okuma yazma bilip okul bitirmeyen”, 106.635 kişi de “Okur yazar değil” kategorilerinde bulunmaktadır).[14] Kuran kurslarının hedef kitlesini, ezici çoğunluğu kadınlardan oluşan ve hiç eğitimi bulunmayan veya düşük bir eğitim seviyesine sahip kimseler oluşturmaktadır.

Kuran kurslarındaki kursiyerlerin cinsiyet ve eğitim dağılımı

Kurs sayısı 15.457
Kursa devam eden 1.164.743
Toplam 1.116.509
Erkek 65.824
Kadın 1.050.685
Okur yazar değil 106.635
Okuma yazma bilip okul bitirmeyen 253.710
Okul öncesi 6.716
İlkokul 412.537
İlköğretim/Ortaokul 120.935
Lise ve dengi meslek okulu 174.476
Yüksek öğretim 41.500

Fetva Skandalları

Yetkileriyle, nüfuz alanıyla, bütçesiyle, eğitim kurumlarıyla Diyanet İşleri Başkanlığı ve bağlı kurumları günden güne büyürken, ülkemiz yakın zamanda yaşanan fetva skandalları başta olmak üzere toplum vicdanını yaralayan ve toplumdaki yaygın ahlaki çöküntüyü gözler önüne seren bir dizi gerici saldırıyla karşı karşıya kalıyor.

Geçtiğimiz haftalara damgasını vuran fetva skandalları, fetvaların kendisi kadar DİB’in, DİYK’in ve iktidar temsilcilerinin skandallara verdiği tepkiler ile de üzerinde durulmayı hak ediyor. Skandal niteliğindeki fetvalar, bilindiği gibi, Din İşleri Yüksek Kurulu Dini Bilgilendirme Platformu internet sayfasında yayınlandı.[15]

4 Ocak 2016 tarihinde çeşitli gazete ve internet sitelerinde yayınlanan iki fetva yalnızca başlangıç niteliğindeydi. Bu fetvaların birinde “Alevi olan kişi ile evlilik caiz midir?” sorusuna verilen yanıtta Aleviliğin “batıni, tasavvufi özellikleri öne çıkan sosyo-kültürel bir yapı” olduğu iddiası dile getiriliyor ve “…evlenirken aranan nokta, kişinin Müslüman olup olmadığının tespitidir. Müslüman olanla evlenilir, olmayanla evlenilmez” deniyordu.[16]

Aynı gün gazetelerde yer bulan diğer fetvada ise “Nişanlıların rahat görüşebilmeleri için nikah kıymaları uygun mudur?” sorusuna verilen yanıt şu şekildeydi:

Bu dönemde nişanlıların mahremiyet ölçülerini gözetmek kaydıyla birbirlerini daha yakından tanımak amacıyla görüşüp konuşmalarında bir sakınca yoktur. Fakat nişanlıların flört etmeleri, dost hayatı yaşamaları, dedikoduya mahal verecek şekilde baş başa kalmaları, el ele tutuşmaları ve benzeri İslam’ın onaylamadığı davranışlardan uzak durmaları gerekir.[17]

Bu fetvalar kamuoyunda tartışılır ve tepki toplarken 8 Ocak’ta gündeme gelen bir fetva şok etkisi yarattı.[18] Bu fetvada “Bir babanın öz kızına duyduğu şehvet, karısıyla olan nikâhını düşürür mü?” şeklinde bir soru soruluyor, verilen yanıtta ise “Bazı mezheplere göre, babanın şehvetle kızını öpmesi ya da şehvetle ona sarılmasının nikâha bir etkisi yoktur” deniliyor ve şöyle devam ediliyordu:

Hanefilere göre ise; babanın, kızını şehvetle öpmesi, kızına şehvetle sarılması durumunda kızın annesi bu babaya haram olur. Ancak bu tür sonuç doğuracak tutmanın, teni tenine değerek olması ya da altının sıcaklığını iletecek kadar ince bir örtüden olması gerekir. Kalın elbiselerden tutarak ya da vücuduna bakıp düşünerek, şehvet duymak, bu tür bir haramlık oluşturmaz. Ayrıca kızın, 9 yaşından büyük olması gerekir.[19]

Haberin sosyal medya ve kamuoyunda geniş yankı bulmasından sonra DİB’den ve hükümetten gelen açıklamalar ise en az fetvaların kendisi kadar çarpıcı nitelikteydi. DİB’in yaptığı açıklamada, “metinde yer alan akıl ve ahlaktan yoksun görüşler Din İşleri Yüksek Kurulumuza ve Başkanlığımıza isnat edilemez” deniyor ve soruyu sorduğu ve her nasılsa verilen cevapları da tahrif ettiği iddia edilen kimliği belirsiz kişiler suçlanıyordu:

Elektronik ortamda türlü hile ve desiselerle, çeşitli kelime oyunlarıyla, kendisini vatandaş yerine koyarak platforma soru sorup aldığı cevapları da tahrif ederek, bunu Başkanlığımızı itibarsızlaştırmanın bir yöntemi olarak kullanmak hiçbir akıl ve vicdan tarafından kabul edilemez. (Diyanet İşleri Başkanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği)[20]

Bu açıklamayla da yetinmeyen Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, katıldığı bir televizyon programında, medyada çıkan haberleri DİB’ yönelik bir “itibarsızlaştırma” girişimi ve “iftira” olarak değerlendirdi.[21] Görmez, her ne kadar “Bu haber değildir, bu İslami fobik nefret içeren gayri ahlakı haber mühendisliğidir” dese de, “Arapça alıntıların yanlış tercümelerinin cevabın içine derç edildiğini görüyoruz. İlgili arkadaşları açığa aldık.” diyerek fetvaların sorumluluğunu kabul ediyordu.

Beklenen “paralel” suçlaması ise fazla gecikmedi. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, “Paralel Devlet Yapılanması ve destekçileri ile beraber dinden, dindardan rahatsız zavallılar şimdi de Diyanet’e itibar suikasti yapıyorlar” dediği açıklamasında dönemin olağan şüphelilerinden “paralelleri”, yani bir dönem AKP ile ittifak halinde bütün devlet kurumlarında üst düzey mevkilere yerleştirilen Nur Cemaati üyelerine işaret etti.[22] Mehmet Görmez’in açığa alınanlarla ilgili açıklamasına baktığımızda son derece başarısız bir girişim olduğunu görüyoruz.

Kamuoyunda ise fetvalar büyük bir tepkiyle karşılandı. İlerici Kadınlar Derneği, “Diyanet Kapatılsın!” başlıklı açıklamasında yaşanan fetva skandalının “bir kez daha AKP Türkiye’sinin kadın ve çocuk düşmanlığını” ortaya koyduğunu belirterek kadınları “13 yıldır ağzından kadın düşmanlığını düşürmeyen AKP iktidarı ve tüm kurumlarına karşı” mücadeleye çağırıyordu.[23] Kocaeli Nar Kadın ve Toplumsal Cinsiyet Atölyesi, Kocaeli Adliyesi önünde yaptığı basın açıklamasında “Diyanetin bu açıklaması AKP’nin kadın düşmanı politikalarından bağımsız düşünülemez” deniyor ve devlet kurumları “insan hakları ve çocuk hakları” başlıklarında “uluslararası sözleşmelere uymaya” davet ediliyordu.[24]

Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul Milletvekili Eren Erdem ise Diyanet İşleri Başkanı’nın görevden alınması gerektiğini söylediği basın açıklamasında “Mukaddes dinimiz İslam’ı istismar ederek, cuma namazı üzerinden dahi prim elde etmeye çalışan iktidar, bu çirkin ve Kur’an ruhuna aykırı ifadeler karşısında sessiz kalmıştır.” diyor ve kurumun “ıslah edilmesi” çağrısında bulunuyordu.

Gelinen noktada meselenin bir “ıslah” başlığı olmadığını tespit etmemiz ve siyasi doğrultuyu buna göre şekillendirmemiz gerekmektedir.

Diyanet ve Laiklik

Diyanet’in önemli bir parçası olduğu dinselleşme sürecinden kaynaklanan skandallar burada sona ermiyor. Cumhuriyet’in en önemli kazanımlarından biri olan laiklik ve dünyevileşme atılımını hedef alan karşı-devrim, neredeyse her gün okumaya alışır hale geldiğimiz tecavüz ve ensest haberleri ve din öğretmeni skandallarıyla karşımıza çıkıyor.

Toplum olarak hepimizi, öz kızına tecavüz eden baba haberlerine[25], laik hukuku “sapık” ilan eden köşe yazarlarına[26], kürtajın cinayet ilan edildiği fetvalara ve dini ceza çağrılarına[27], “Ben tayt-pantolon giyen kızların bacak arasına bakınca şehvet duyuyorum” diyen din öğretmenlerine[28] alıştırmaya çalışıyorlar. Varlık sebebi laiklik olan bir siyasi partinin dahi Diyanet’in ıslahından başka bir çağrı yapamadığı, bunu yaparken dahi İslami referanslardan başka bir dayanak üretemediği bir karanlıkla karşı karşıyayız.

Bu karanlıktan nasıl çıkabiliriz? Laiklikten, cumhuriyetten ve sosyalizmden yana olanların Diyanet ve dinselleşme karşısındaki tutumları ne olmalıdır? Islah ve reform söylemleriyle, din ve inanç özgürlüğü sloganlarıyla gerçek bir laiklik inşa etmek olanaklı mıdır?

Bu sorulara net yanıtlar üretmek zorundayız.

2000’lerin başından bu yana laiklik kavramı egemenler ve egemenlerin sadık muhalefeti tarafından bir yanına “ceberut devlet”in, öbür yanına “hak ve özgürlüklerin” konduğu sahte bir ikiliğin arasına sıkıştırıldı. Bu kavrayışa göre bir yanda ceberut devletçilerin savunduğu Jakoben laiklik, öbür yanda ise özgürlükçülerin, dindarların, sağın, liberallerin ve muhafazakârların benimsediği liberal laiklik bulunur. İddiaya göre jakoben laiklik dini, dindarları ve cemaatleri tehlike olarak görürken, liberal laiklik zenginlik ve çeşitlilik olarak görür.

Sosyalistler dün olduğu gibi bugün de bu sahte ikiliği reddedecektir. Liberal laiklik veya inanç özgürlüğü adı altında yürütülen siyasi kampanyanın nihai hedefi, sözcüleri tarafından çeşitli şekillerde defalarca dile getirildiği gibi, laikliğin her biçimiyle anayasadan çıkarılması ve devletin ve toplumun bütünüyle dinselleştirilmesidir.

Geçtiğimiz birkaç yılda yaşananlar, dinselleşmenin özgürlük ve çeşitlilikle hiçbir ilişkisinin bulunmadığını, cemaatlerin siyasi ve ekonomik çıkar gruplarından fazlası olmadığını, dinselleşmenin ayrım olmaksızın bütün toplumu kendi suretinde yeniden kurmak istediğini ve hiçbir boşluğa müsamaha göstermeyeceğini açıkça ortaya koyuyor.

Bu karanlıktan “özürcü” bir tavırla Diyanet’in düzeltilmesini veya başkanının istifasını talep ederek kurtulmamız ise mümkün gözükmüyor. Karşımızda duran problem yalnızca bu kurumun başkanıyla değil, bütünüyle ilgilidir.

Laiklik, en temel ifadesiyle toplumun ve devletin dini referanslarla değil, akıl ve bilim temelinde yönetilmesi anlamına gelir. Devlet ve din işlerinin birbirinden ayrılması, devletin bütün din ve mezheplere eşit mesafede durması, inanç ve ibadet özgürlüğü gibi başlıklar yalnızca ve yalnızca bu temelde, yani toplum ve devletin dünyevileşmesi temelinde anlam kazanır.

Devletin veya devlet kurumlarının dini saiklerle yönetildiği bir toplumda inanç özgürlüğü de dâhil olmak üzere hiçbir hak ve özgürlükten bahsedilemez. Coğrafyamızda her geçen gün yeni bir katliama imza atan cihatçı, teokratik unsurlar, laikliğin olmadığı bir ülke ve dünyayı nelerin beklediğini koymaktadır.

Ülkemiz için aydınlık bir gelecek yalnızca tam bir laikliğin tesisi ile mümkündür. Bunun yolu da Diyanet’in ıslahından değil, kaldırılmasından geçer. Bu anlamda İlerici Kadınlar Derneği’nin “Diyanet Kapatılsın!” çağrısı bu karanlık tabloyu bozmak isteyen herkese yapılmış sayılmalıdır.

Laiklikten, cumhuriyetten, sosyalizmden yana olan herkes Diyanet’in ve Kuran kurslarının kaldırılması ve bu alanlara harcananbütçenin eğitim, sağlık, barınma gibi temel ihtiyaçlara aktarılması talebini dile getirmelidir. Dinselleşme girişimlerinin bizleri bekleyen anayasa ve başkanlık gündemlerinde de karşımıza çıkacağını bir an bile unutmadan, Diyanet’in kapatılmasını daiçeren siyasi bir mücadele hattı, yani sosyalist cumhuriyet hattı vakit kaybetmeden örülmelidir.

[1]http://tr.sputniknews.com/turkiye/20151118/1019113715/pew-turkiye-isid.html

[2]http://diyanet.gov.tr/tr/icerik/kurulus-ve-tarihce/8

[3]http://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.633.pdf

[4]http://diyanet.gov.tr/tr/icerik/kurulus-ve-tarihce/8

[5]a.g.e.

[6]http://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.633.pdf

[7] 2002-2012 verileri http://www.bumko.gov.tr/TR,4461/butce-gider-gelir-gerceklesmeleri-1924-2012.html sayfasındaki verilerden derlenmiştir.

[8] 2002-2005 verileri Milyon TL, 2006 ve sonrasındaki veriler ise Bin TL şeklinde gösterilmiştir.

[9] 2013 ve 2014 verileri Sayıştay Denetim Raporlarından elde edilmiştir, http://www.sayistay.gov.tr/rapor/sayraporana.asp

[10]2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu İcmali (I) Sayılı Cetvel – Genel Bütçeli İdareler (Ekonomik Sınıflandırma), http://www.bumko.gov.tr/Eklenti/8798,genelbutceliidareler2015ekonomikpdf.pdf?0

[11] Bu oranı tabloda sunulan verilere dayanarak 2015 DİB başlangıç ödeneğini Merkezi Yönetim Bütçesi Toplamına bölüp 100 ile çarparak hesapladık.

[12]Genel Bütçeli İdarelerin 2016-2017 Dönemi Bütçe Gider Tahminleri, http://www.bumko.gov.tr/Eklenti/8855,cokyilli20162017pdf.pdf?0

[13] TÜİK, Yıllara Göre Yaygın Eğitim Kurumları, http://tuik.gov.tr/PreIstatistikTablo.do?istab_id=1215

[14] Diyanet İstatistikler, 3.3 İstatistiki bölge birimleri sınıflamasına göre Kur’an kursu, kursiyer ve bitiren kursiyer sayısı [Öğretim yılı sonu, 2013/’14], http://diyanet.gov.tr/UserFiles/CKUpload/Upload/3_3_istatistiki_bolge_birimleri_siniflamasina_gore_Kuran_kursu_kursiyer_ve_bitiren_kursiyer_sayisi.xls

[15] Sayfanın adresi https://fetva.diyanet.gov.tr/ şeklindedir fakat yaşanan skandallardan sonra hizmet durdurulmuş, internet sayfası da yayından kaldırılmıştır. Yine de Google üzerinden yapılan aramalarda bu siteye ait bazı sayfalara önbellek üzerinden ulaşılabilmektedir.

[16]http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/458004/Diyanet_ten_skandal_soru__skandal_cevap.html

[17]http://gazetemanifesto.com/2016/01/04/diyanetten-nisanli-ciftlere-fetva-el-ele-tutusmayin-bas-basa-kalmayin/

[18] Kamuoyundaki tepkilerden sonra fetva Diyanet internet sitesinden kaldırıldığı, sonrasında da fetva sayfası bütünüyle erişime kapatıldığı için ilgili fetvanın ekran görüntüsüne şu sayfadan ulaşılabilir: http://gazetemanifesto.com/2016/01/08/sapkinlik-unutturulamaz-diyanet-sitesini-sansurledi/

[19] Haber ve açıklamanın tamamı için: http://www.birgun.net/haber-detay/diyanet-ten-fetva-babanin-oz-kizina-sehvet-duymasi-haram-degil-100117.html

[20]http://gazetemanifesto.com/2016/01/08/diyanet-uste-cikmak-pesinde-fetvadaki-gorusler-diyanete-isnat-edilemezmis/

[21]http://gazetemanifesto.com/2016/01/15/yavuz-hirsiz-ev-sahibini-bastirir-gormeze-gore-fetva-gercek-ama-haberini-yapmak-din-dusmanligi/

[22]http://gazetemanifesto.com/2016/01/09/gericiler-diyaneti-nasil-savunacaklarini-sasirdi/

[23]http://gazetemanifesto.com/2016/01/09/ikdden-sehvet-fetvasina-karsi-aciklama/

[24]http://www.birgun.net/haber-detay/fetvalar-sizin-sokaklar-bizimdir-100374.html

[25]http://gazetemanifesto.com/2016/01/14/fetva-yayiliyor-bolu-erzincanda-oz-kizlarina-tecavuz-eden-babalar/

[26]http://gazetemanifesto.com/2016/01/09/hilal-kaplan-diyanetin-sapkin-fetvasini-savunmakta-gecikmedi/

[27]http://gazetemanifesto.com/2016/01/10/diyanetten-bir-skandal-fetva-daha-kurtaj-cinayet-demek/

[28]http://gazetemanifesto.com/2016/01/18/bir-sapiklik-daha-din-ogretmeni-pantolon-tayt-giyen-kizlara-sehvet-duyuyormus/