ANALİZ | Türkiye Batı’dan tokat yediğinde

Türkiye'nin Rusya ile ittifakı mümkün mü?

ANALİZ | Türkiye Batı’dan tokat yediğinde

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan merakla beklenen Rusya gezisini gerçekleştirdi. Türkiye basınında, büyük ölçüde Amerikan ve İngiliz basınında çıkan makalelere de dayanarak, Türkiye’nin NATO’dan ve yüzyıllık tercihlerinden vazgeçip vazgeçmeyeceği konuşuluyor.

Türkiye’nin kuruluşundan bu yana, hatta Osmanlı’nın modernleşme macerasında yüzünün Batı’ya, özellikle İngiltere’ye ve Fransa’ya dönük olduğu açıktır. Rus Çarlığı’na karşı İngiltere ile birlikte hareket eden Osmanlı İmparatorluğu’nun Almanlarla kurulan ittifaktan önce İngiltere ve Fransa ile ittifak kurmak istediği ve reddedildiği dahi söylenir.

Türkiye’nin kapitalistleşme yolculuğunun üçüncü yüzyılına giren tarihinde yönünü değiştireceğini düşünmek için bir neden var mı?

Putin-Erdoğan görüşmesi

Kasım ayında düşürülen savaş uçağının ardından neredeyse durma noktasına gelen Türkiye ve Rusya ilişkilerinin esas gündeminin “Türk Akımı” doğalgaz boru hattı ve Akkuyu Nükleer Santrali projeleri başta olmak üzere karşılıklı ekonomik ilişkiler olduğu anlaşılıyor. Türkiye ile Rusya arasında enerji, müteahhitlik projeleri ve turizm başta olmak üzere çeşitli sektörlere yayılıyor.

Basit bir kaç sayı vermek gerekirse, iki ülke arasında 2008 yılında 38 milyar dolara ulaşan dış ticaret hacmi, o tarihten sonra en az yarısı doğalgaz ticareti olmak üzere 25-30 milyar dolarlarında seyretmişti. Türkiye’nin adı konmamış bir kriz başlangıcında olduğu ve ekonomi yönetiminin bunu çözmek için pek çok hamleler yaptığını görmek gerekiyor. Rusya’nın ise enerji fiyatlarının düşüşüyle birlikte son yıllarda ekonomik sıkıntılar yaşadığı açık. Bu tabloda, ikili ilişkilerde “hızlı” bir normalleşme veya iyileşme şaşırtıcı değil. Her iki ülke için de bir hareketlilik yararlı olacaktır.

Esas olarak tam da bu nokta gözden kaçırılmadığında Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkilerin çerçevesinin sınırları da belirginleşiyor. Nitekim görüşmede yapılan basın toplantısında ekonomik başlıklar konuşulurken siyasi konuların ise daha sonra görüşüleceği de iki tarafça da dile getirildi.

Suriye, Karabağ, FETÖ…

Türkiye ile Rusya’nın siyasi olarak karşı karşıya geldiği alanlarda ise işler o kadar kolay değil.

Suriye’de çözüm dışında pek konuşulmasa da Yukarı Karabağ da iki ülke arasında önemli bir sorun olarak duruyor. Emperyalizmin Sovyetler Birliği’ne karşı olduğu gibi Rusya’ya karşı da Kafkaslar’da tampon devletler kurmak istediği, bu bağlamda Rusya’nın bölgedeki en yakın müttefiki Ermenistan’ı gözden çıkarması düşünülmemeli. Tersinden Türkiye de Azerbaycan ile ilişkilerini değiştirmesi için bir neden olmadığı açık.

Rusya’nın Siyasal İslam’a karşı tavrı biliniyor. Gülencilerin ilk kez yasaklandığı ülkelerden olan Rusya ile “FETÖ” için yoğun bir işbirliği yapılabileceği şüphesiz. Öte yandan, Siyasal İslam’ın geleceğinin tartışmalı olması ile AKP’nin ideolojisini kenara atması arasında önemli bir fark var. 15 Temmuz gecesi sokağa çıkartılan paramiliter güçlerin tecrübelerini Afganistan, Çeçenistan, Bosna, Kosova ve Suriye’de doğrudan veya dolaylı olarak Ruslara karşı edindikleri de hatırlanmalı.

Avrupalı bir diplomata atfedilen “Erdoğan Putin’e güvenemeyeceğini biliyor. Son üç yüzyılda kaç Türk-Rus savaşı yaşandı? Kaçını Türkler kazandı?” sözleri ise aslında gerçeği hatırlatıyor.

NATO mu Rusya mı?

Geçtiğimiz hafta NATO kanadından gelen Türkiye’nin durumunun gözden geçirileceğine ilişkin sözler Rusya seyahatiyle birlikte yerini hızlıca “Türkiye’nin NATO üyeliği tartışma konusu değil. NATO Türkiye’nin sürekli katkılarına güveniyor, Türkiye de NATO’nun dayanışma ve desteğine güvenebilir.” ifadelerine bıraktı.

Rusya ve İran’ın bu gerginliği fırsata çevirmeye çalıştıkları, hiçbir şey olmasa bile Türkiye ile müttefikleri arasındaki bu tartışmalı durumun sürebileceği kadar sürmesi için elinden geleni yaptıkları anlaşılıyor.

Türkiye ile ABD ve AB arasındaki “gerginliğin” gerçek olduğunu söylemek gerekiyor. AKP’nin yalnız bırakılması ve sürekli bir “tehdit” olarak anlatılmasının bir oyundan ibaret olmadığı açık. ABD başta olmak üzere emperyalizmin Türkiye’nin de hizaya gelmesini istediği açık. Emperyalizmin değişiklik istediği bir dönemde başarısız olan ve ilerlemeyen politikalarda ısrarcı olunmasına tahammül gösterilmediği görülüyor.

Öte yandan Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın Rusya gezisi ile ilgili röportajlarında söyledikleri ise bu “gerginliğin” çok uzun ömürlü olmayabileceğine işaret sayılabilir. Bugüne kadar Suriye’deki cihatçı çeteler gibi ne olursa olsun Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın gitmesi gerektiğini söyleyen Türkiye, ilk defa Kalın’ın ağzından, “Suriye’de Esad’lı politik geçiş süreci mümkün demek için henüz erken.” ve “Tabiatıyla Esad kaldığı sürece Suriye’de siyasi bir geçişten söz etmek mümkün değildir. Esad’ın kalması demek, Suriye’de çatışmanın devam etmesi demektir.” ifadelerini kullandı.

Bu ifadelerin ABD’nin son dönemdeki Suriye siyasetinin bir yansıması olduğunu ve Türkiye’nin önceki pozisyonuna göre daha uyumlu bir yeri işaret ettiği söylenebilir.

Türkiye kurulurken Sovyetler Birliği’nin desteğiyle ayakta kalmıştı. İlk fırsatta tercihinin kapitalizm ve tarihsel ittifakının emperyalizmle olduğunu gösterdi. Ancak her hayal kırıklığına uğradığında Sovyetler Birliği ile “yakınlaşarak” barışmayı tercih etti. Bugün Recep Tayyip Erdoğan ile Vladimir Putin arasındaki yakınlaşma da ancak bir “barışa” yol açacak gibi görünüyor.