Safları sıklaştırma zamanı

Safları sıklaştırma zamanı

18-11-2015 09:00

1 Kasım seçimleri sonrası sol ne yapmalı tartışmaları üzerine...

1 Kasım seçimleri geride kaldı. Seçim sonuçları üzerine yapılan değerlendirmelerin bir boyutu da, bugün toplum üzerinde dolaşan karamsarlık hali. AKP’li yıllar, gericiliğin adım adım örüldüğü bir süreç olarak toplumda “nereye gidiyoruz” korkusu yaratmışken, 1 Kasım seçimi sonrası bunun yanına karamsarlık da eklenmiştir.

2007 yılında Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı’nı kazanmasına, 2010’da referandumundan “evet” sonucunun çıkmasına ve 2011’de AKP’nin büyük çoğunlukla iktidar olmasına rağmen, 2013 Haziranı’nda yaşanan büyük halk ayaklanmasını kimse öngörememişti. Bugün ise, AKP iktidarı büyük bir sarsıntı geçirmiş olmasına karşın, 1 Kasım seçim sonuçlarıyla birlikte bambaşka bir tablo ortaya çıkmıştır.

Çelişki gibi görünmemeli; süreçler, sınıflar mücadelesinin ileri ve geri çıkışlarıyla birlikte ele alınmalıdır.

Bugün AKP, 1923 yılında açılan Cumhuriyet parantezini kapattığını ilan edebilir. Yine aynı şekilde, 2013 yılında açılan Haziran Direnişi parantezini kapattığını da söyleyebilir. Ama bilinmelidir ki,  Haziran Direnişi’nde açılan paranteze sadece virgül konmuştur. 1 Kasım seçim sonucu, daha öncekiseçim sonuçları gibi AKP’nin zaferiymiş izlenimi yaratsa da, ülkemizin ilerici birikiminin, geriye döndürülemeyecek bir direnç hattı ördüğü asla unutulmamalıdır.

Bu direnç ya da Haziran Direnişi büyük bir deneyim olarak topraklarımızın ilerici hanesine atılan büyük bir çentiktir. Bugün İkinci Cumhuriyet adını verdiğimiz AKP’yle temsil edilen rejimine atılan bu çentiğin silineceğini düşünenler büyük bir yanılgı içindedir.

Öncelikle, düzen güçleri kaldıkları yerden devam edemeyeceklerdir. Çentiğin yaratmış olduğu iz her aynaya baktıklarında büyük bir korkunun işareti olarak bugün burjuva siyasetinin yüzünde belirgin bir biçimde durmaktadır. AKP kurmaylarının ve kalemşörlerinin sürekli olarak “AKP’ye oy vermeyen kesimlere şirin görünme çabaları” tam da bu korkudan dolayıdır. Önümüzdeki dönemde AKP tarafından, bir demokrasicilik oyunu sahneye konacaktır.

Bugün, korku ve kaygı ülkemizin ilerici ve cumhuriyetçi kesimlerinin yaşadığı bir halet-i ruhiye olmamalıdır. Bu AKP’yi sevindirmekten başka bir anlama gelmez. Tersine, halkın direnişi korkusu AKP’yi hiçbir zaman yalnız bırakmamalıdır.

AKP, ajandasındaki “yeni anayasa, başkanlık ve Suriye’de askeri kara gücü dâhil olmak üzere ülkemizi savaşın içine sokmak” gündemlerini açacaktır. Bütün bu başlıklarda aldığı oy oranına bakılarak AKP’ninelinin güçlü olduğunu düşünmek doğru değildir. Dün de değildi, bugün de değil.

Emperyalizme göbekten bağlı bir rejimin, ülkemizi savaşa sokacak macerasının büyük maliyetleri olacaktır. Her şeyden önce bu başlıkta büyük bir direnç hattının örülmesi gerekiyor. Yoksa Yeni-Osmanlı hayalleriyle ülkemiz, Ortadoğu’da sonu gelmeyen bir kaosun içinde daha büyük bedeller ödeyecektir. Şunu bilmek gerekir ki, emekçilerin büyük çoğunluğu böyle bir politikanın destekçisi olmayacaktır. Reyhanlı, Suruç ve Ankara Katliamları ülkemizin nasıl bedeller ödediğinin açık kanıtıdır. Türkiye halkının savaşa “evet” diyeceği ve ikna olacağı bir yapıda olduğunu varsaymak doğru olmaz.

AKP ajandasının bir başka konusu ise Yeni Anayasa’dır. Kurucusu oldukları İkinci Cumhuriyet rejiminin onaylanması ve adının konması anlamına gelecek bu süreç, bir toplumsal mutabakat arayışıdır. Asıl bu mutabakatı ellerine vermek, kaybetmek anlamına gelecektir. Anayasa tartışmalarında ciddi bir tuzak olduğunu görmek gerekiyor. Başkanlık tartışması merkeze alındıkça, Anayasa tali duruma düşüyor. Ancak en az başkanlık kadar ve hatta ondan daha önemlisi Anayasa’nın kendisidir. Laikliğin resmi olarak da ortadan kaldırılacağı, gericiliğin bir devlet politikası haline getirileceği ve AB Yerel Yönetimler Şartnamesi’nin yasalaşacağı bir Anayasa içeriği ile karşı karşıya kalacağız. Bu açıdan merkeze alınacak bir başkanlık tartışmasının bütünlüğü örtmesine izin verilmemelidir.

Bugün, görülebildiği kadarıyla, başkanlık konusu bir pazarlık unsuru olarak elde tutulmaktadır. Kürt sorununda çözümün karşılığı olarak başkanlık modeli bugün AKP ve HDP kanatlarında tartışma başlığı haline gelmiştir. Kürt sorununda “sözde demokrasi paketi” açmak, buradan hareketle başkanlık modeline destek istemek önümüze gelecek gündemlerden biridir. Kürt sorununda bir burjuvaanayasal çözümün karşılığı, Kürt burjuvazisinin bölgede temsiliyet üstlenmesi anlamına gelecektir. Bununla birliktebu dönemde Kürt gericiliğinin daha fazla öne çıkacağı da bilinmelidir. Kürt sorununda İslami çözüm, sağdan soldan ısıtılarak toplumun önüne daha fazla çıkarılacaktır.

Bu sürecin tamamında Meclis’te bulunan muhalefet partilerinin ise günahı çoktur. Örneğin,  AKP ile koalisyon görüşmeleri yapan CHP’nin, aslında kendi tabanında AKP’yi normalleştirdiği ve meşrulaştırdığı herkes tarafından görülmelidir. Benzer bir biçimde, HDP’nin “seni başkan yaptırmayacağız” sloganıyla birlikte 1 Kasım seçimleri öncesi koalisyon görüşmelerindeki pozitif tutumu ve seçim hükümetine bakan vermesi benzer bir sonucu doğurmuştur. Kürt sorunu söz konusu olduğunda “İslamcı Çözüm” seçeneğine zemin oluşturan hamlelerde, HDP’nin“Kutlu doğum haftası” etkinlikleri,“demokratik İslam kongresi” düzenlemesi ve Şeyh Sait’i sahiplenmesi gibi adımların etkisi küçümsenmemelidir.

Sözün özü şudur: AKP adım atacak, Meclis muhalefetinde gerçek anlamda bir direnç ortaya çıkmayacaktır. Hatta Kürt sorununda bir mutabakat olasılığı bile söz konusudur. Nasıl 2013 Haziran’ında iş başa düştüyse, bugün de iş başa düşmüştür.

Bu ülkenin ilerici, yurtsever ve cumhuriyetçi kesimleri bunu bilmeli, Haziran Direnişi’nde attıkları çentiğin silinmemesi için büyük bir direnç hattını bugünden örmek üzere ayağa kalkmalıdır.

Yılmadan, usanmadan, bıkmadan, yorulmadan…

Boyun eğmek yok!