Cumhuriyet'in kaybettikleri

Ortada kutlanacak bir Cumhuriyet kalmadı. Tarihsel olarak Menderes, Demirel ve Özal'ın başlattıklarını bitirmek ise Recep Tayyip Erdoğan'a düştü.

Cumhuriyet'in kaybettikleri

Bugün, Cumhuriyet Bayramı. Ancak ortada kutlanacak bir Cumhuriyet kalmadı. 1923’te ilan edilen Cumhuriyet’in 1940’lardan itibaren aşındırılmaya başlanan tüm kazanımları 13 yıllık AKP iktidarının sonunda artık paramparça edildi. Tarihsel olarak Menderes, Demirel ve Özal’ın başlattıklarını bitirmek ise Recep Tayyip Erdoğan’a düştü.

Peki, Cumhuriyet neleri kazandırmıştı ve bugüne gelinirken neler kaybedildi?

Aydınlanma mücadelesinden imam hatiplere

Cumhuriyet, Aydınlanma mücadelesine, kuruluşundan itibaren tercihini sermaye sınıfından yana kullanarak belirli bir sınırla başladı. Bu sınır tüm tarihi boyunca Aydınlanma mücadelesini büyük ölçüde biçimsel ve dar alana bir alana hapsetse de yine de önemli kazanımlar sağlandı.

29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilanının kendisi, 3 Mart 1924’te hilafetin kaldırılması, Şer’iye ve Evkaf Bakanlığı’nın Diyanet İşleri Başkanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne dönüştürülmesi ve Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile dinsel eğitim sisteminin kaldırılması ve ulusal eğitim sistemine geçiş, 30 Kasım 1925’te tekke ve zaviyelerin kapatılması ile Meclis’e “Hakimiyet milletindir” yazısının asılması ve 1924’ten 1937’ye kadar dinsel mahkemelerin kapatılması, Türk Medeni Kanunu, Türk Ceza Kanunu gibi yasaların kabulü, kadınlara eşit hakların tanınması yolunda atılan adımlar gibi reformların sonucunda 5 Şubat 1937’de laiklik ilkesinin Anayasa’ya eklenmesi bu kazanımların yansımaları oldu.

Köy enstitüleri, Cumhuriyet'in önemli bir eğitim hamlesiydi

Köy enstitüleri, Cumhuriyet’in önemli bir eğitim hamlesiydi

Türkiye’nin ABD’ye yanaşma siyaseti derinleştikçe Cumhuriyet’in kazanımlarının altı oyulmaya başlandı. Daha 14 Mayıs 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti’nin bir ay geçmeden ilk yasal çalışması Arapça ezan yasağını kaldırmak oldu. Bunu radyoda dini yayınlar yapılması ve mevlit yayınlanması üzerindeki yasaklar kaldırılması izledi. Cumhuriyet’in önemli eğitim hamleleri sayılabilecek Halkevleri 1953’te, Köy Enstitüleri 1954’te kapatıldı.

Cumhuriyet, din adamı yetiştirmek üzere ders saatlerinin çoğu bilim ve yabancı dil dersleri olan 29 ‘imam hatip mektebi’ açmıştı. Bu okullar 1929 2’ye düştükten sonra 1930’da öğrenci yokluğu nedeniyle tamamen kapatılmış yerlerine önce Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde açılan Kuran kursları sonra da Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı “imam hatip kursları” açılmıştı.

Yine Demokrat Parti iktidara geldikten sonra hemen 7 yıl süreli eğitim veren imam hatip okulları açtı. Bu okulların sayısı 1951’de 7 iken 1970’e gelindiğinde 72’ye çıkmıştı. 1974’te kurulan CHP-Millî Selâmet Partisi koalisyonunda bir kaç yıl önce kapatılan ortaokul bölümü ile birlikte 29 yeni imam hatip lisesi açıldı. 1976’da ise kız öğrenciler alınmaya başlandı. Milliyetçi Cephe hükümetlerinde ise 230 yeni imam hatip lisesi açıldı.

İmam hatipler aracılığıyla 'kindar ve dindar nesil' yetiştirilmek isteniyor

İmam hatipler aracılığıyla ‘kindar ve dindar nesil’ yetiştirilmek isteniyor

AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında 450 olan imam hatip liselerinin sayısı 2011’den sonra bütün okulların imam hatip liselerine dönüştürülmesi ve ortaokulların yeniden açılmasıyla 2 binin üzerine, 60 bin civarında olan öğrenci sayısı 450 binin üzerine çıktı.

Böylece Cumhuriyet’in Aydınlanma mücadelesi Erdoğan’ın deyimiyle ‘kindar ve dindar nesiller’ yetiştirme hedefiyle boğulmuş oldu.

Özelleştirmelerle patronlara peşkeş çekilen halkın değerleri

Cumhuriyet’in 1923 İzmir İktisat Kongresi’ndeki piyasacı tercihlerinin yapısal nedenlerle hayata geçememesi ‘devletçilik’ ilkesini gündeme getirmişti. Cumhuriyet’in bir zorunluluk olarak yöneldiği iktisat politikaları ve planlamalar ile kamuculuk bu topraklarda sağlam bir yer edinmişti.

Demokrat Parti iktidarında Marshall yardımlarıyla açılan gedikler 24 Ocak Kararları’nın mimarı Turgut Özal ile başlayan neo-liberal politikalar ile “verimsiz devlet” belagati ile tam boy piyasacılık ve kamu kaynaklarının sermaye sınıfına peşkeş çekildiği bir özelleştirme dönemi başladı.

Tekel işçilerinin 2009'daki direnişi AKP'yi korkutmuş ancak özelleştirmeye engel olamamıştı

Tekel işçilerinin 2009’daki direnişi AKP’yi korkutmuş ancak özelleştirmeye engel olamamıştı

Yine AKP dönemine kadar aksaklıklarla süren özelleştirme süreci 2002 yılından sonra Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in Türkiye’de özelleştirecek kurum sayısı çok azaldığı için Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nı küçülteceklerini ilan edeceği noktaya kadar geldi.

Bu özelleştirme furyasında Cumhuriyet’in halkın vergileriyle ve emeğiyle yarattığı PETKİM, TÜPRAŞ, Türk Telekom, çimento fabrikaları, Sümer Holding’in büyük kısmı, Süt Endüstrisi Kurumu, Et ve Balık Kurumu, KARDEMİR ve İSDEMİR başta olmak üzere demir çelik sanayisi, yem fabrikaları, Petrol Ofisi, limanlar, ETİBANK ve diğer sektörel kamu bankaları, hemen hemen bütün madenler, Türk Telekom’un çoğunluk hissesi, Seydişehir ETİ Alüminyum, TEKEL, SEKA, HAVELSAN, gübre fabrikaları, sigorta şirketleri, elektrik santralleri, elektrik dağıtım şirketleri başta olmak üzere kamu mülkiyetindeki pek çok iktisadi değer elden çıkarılmış oldu.

Özelleştirilen TÜPRAŞ. Yurtsever Cepheliler 2005'te AKP Kocaeli il binasına "TÜPRAŞ halkındır, AKP satılmıştır" pankartı asmıştı

Özelleştirilen TÜPRAŞ. Yurtsever Cepheliler 2005’te AKP Kocaeli il binasına “TÜPRAŞ halkındır, AKP satılmıştır” pankartı asmıştı

Bu değerlerin yerli veya yabancı sermayeye satılması arasında pek fark da yoktu. Zira Türkiye sermaye sınıfı da uygun gördüğü değerleri yabancılara sattığı gibi satın almalarda da bulundu. Bu yönüyle yapılan ayrım da yine kamucu bir mücadelenin önüne bir engel olarak çıktı.

Özelleştirme furyasının açtığı en büyük yara ise kuşkusuz kamuculuğun bir öcü haline getirilmesiydi.

Bağımsızlıktan müstemlekeye

Cumhuriyet’in kuruluşu aynı zamanda Eski Dünya’da kurtuluş hareketlerinin de başlangıcıydı. Dünya Savaşı’nda kozlarını paylaşan emperyalist ülkelerin arasında sıkışan Osmanlı’nın yerine bağımsızlık savaşını kazanarak kurulan Cumhuriyet ile birlikte kuşkusuz en önemli meşruiyet kaynağı bağımsızlık olmuştu.

Türkiye askerinin Kore'ye inişi

Türkiye askerinin Kore’ye inişi

Türkiye, 2. Dünya Savaşı sırasında Alman gemilerinin ve denizaltılarının Boğazlardan geçmesine izin vererek, SSCB ile ticareti kesip faşist Almanya ile ticareti artırarak ve Almanya’ya krom madeni ihraç ederek Almanya’ya oynadı. Türkiye, savaşın bittiğinin neredeyse kesinleştiği sırada Almanya’ya savaş ilan ederek durumu kurtarmaya çalıştı.

Almanya’nın yenilmesi kuşkusuz Türkiye’nin dış politikasını bocalatsa da Sovyetler Birliği’nin Türkiye’nin 2. Dünya Savaşı sırasında Alman gemilerinin ve denizaltılarının Boğazlardan geçmesine izin vermesi ve Montrö Sözleşmesi’ni tartışmaya açma çabalarına tepki olarak Boğazların birlikte korunmasını teklif etmesini kullanarak Amerika Birleşik Devletleri’nin 1947’de ilan ettiği Truman Doktrini’ne dahil olmayı sağlamıştı. Türkiye 1948 yılında Avrupa ekonomisinin yeniden inşası için Marshall Planı ve OEEC’ye dahil edildi.

Demokrat Parti iktidarıyla birlikte 1950 yılında TBMM’nin onayını almaksızın Kore’ye asker gönderdi. Kore Savaşı NATO’ya üye olabilmek için bir fırsat olarak görüldü ve sonuçta Türkiye, 1952 yılında NATO’ya katıldı.

İncirlik üssü

İncirlik üssü

Böylelikle Türkiye, bir ileri karakol vasfıyla geleceğini emperyalistlere bağlamış oldu. 1980’lerden itibaren piyasacılıkla beraber yoğrulan bu dış politika liberal “karşılıklı bağımlılık” masallarıyla 1996’da girilen Gümrük Birliği ve devamında AKP ile sürdürülen Avrupa Birliği projesiyle nihayete vardırıldı.

“Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir.” diye çıkılan yolda bugün ABD’nin bölge politikaları gereği tüm komşularıyla kavga eden, Körfez Savaşı’na ve Irak İşgali’ne destek vermiş, topraklarında NATO ve Amerikan üsleri bulunan, dış ticaretini Avrupa Birliği’ne teslim etmiş bir ülke haline gelindi.

Cumhuriyet’in kazanımları artık yok

Tüm bu örnekler çoğaltılabilir ve kuşkusuz başka başlıklar da eklenebilir. Ama Cumhuriyet ile birlikte sosyalizme ait bağımsızlık, kamuculuk, aydınlanma gibi değerlerin hızla yok edilmesi bugün gelinen noktada Türkiye’de sosyalizm mücadelesini zorlaştırdığı gibi Cumhuriyet’in de sonunu getirmiş oldu.

Bugün artık kutlanacak bir Cumhuriyet yok. Bugün önce İkinci Cumhuriyet cenderesini kırıp yeni ve sosyalist gerçek bir Cumhuriyet kurma ödevi önümüzde duruyor.