Avcı-toplayıcı topluluklarda mülkiyet kavramı -1

Bahar İzdal Kaynakları güvence altına alabilmek için, bir grubun sürekli olarak kaynakların yerleştiği bölgeye erişim garantisine sahip olması gerekir. Bunu, belirli bir bölgeyi tesis edip, kullanımını sadece grubun üyeleriyle sınırlı tutarak yapabilirler. İnsanlar, üretken kaynaklara erişimi çok çeşitli biçimlerde tanımlar ve düzenlerler; ne tür yol çizileceğinin seçimi, kaynakların doğasına ve bunları denetleme ve kullanma amaçlarına... View Article

Avcı-toplayıcı topluluklarda mülkiyet kavramı -1

Bahar İzdal

Kaynakları güvence altına alabilmek için, bir grubun sürekli olarak kaynakların yerleştiği bölgeye erişim garantisine sahip olması gerekir. Bunu, belirli bir bölgeyi tesis edip, kullanımını sadece grubun üyeleriyle sınırlı tutarak yapabilirler. İnsanlar, üretken kaynaklara erişimi çok çeşitli biçimlerde tanımlar ve düzenlerler; ne tür yol çizileceğinin seçimi, kaynakların doğasına ve bunları denetleme ve kullanma amaçlarına bağlıdır. Ekonomik davranışın bu yanı, pek çok bakımdan çoğunlukla siyasi örgütlenme olarak düşünülen şeyle örtüşür. Çoğu tarım ve sanayi toplumunun, insanların üretken toprak ve diğer kaynaklar üzerindeki haklarını tanımlayan net kurallar vardır. Çoğu avcı-toplayıcı toplumda ise, bireyin kaynak kullanma hakkı neredeyse sınırsızdır (Bates, 2013:363).

Toprağın özel mülkiyetini tanımayan geleneksel toplumlarda toprak sahibi akraba grubu ya da daha geniş olarak belli bir bölgede yaşayan insan topluluklarıdır veya en azından kimin hangi kaynağı kullanacağına ilişkin daha çok söz sahibi olanlar bunlardır. Birey ya da hane bu kaynakları sınırlı bir süre için kullanma hakkına sahip olabilseler de bunlar kendi mülkü değildir, yani üzerinde tarım yaptığı toprağı ne satın alabilir ne de satabilir. Örneğin toplu olarak “San” adıyla anılan ve kültürel olarak birbirleriyle ilişkili beş güney Afrikalı gruptan biri olan Ju/’hoansiler (!Kung) yaşadıkları bölgede avlanma ve yabanıl besinleri toplama hakkına sahiptir. !Kunglar, “kimse yeri yiyemeyeceğine göre, o toprağa kimin sahip olduğunun bir önemi yoktur” derler. Birinin sahip olmasından ziyade her grup, belli su kaynakları ve yabanıl besinlerin bulunduğu toprak parçalarının kullanım hakkına ortak olarak sahiptirler (Bates,2013:366).

Bahçe tarımcıları ise, kullandıkları toprağa oldukça fazla zaman ve emek yatırımı yaptıkları için, hangi toprak üzerinde tarım yapma hakkına sahip olduklarını belirleme konusunda titizlik gösterirler. Avcı-toplayıcı ve çobanlar gibi bahçe tarımcıları da haklarını bir grubun üyesi olma dolayımıyla elde ederler, ancak toprağın kullanım hakkını ellerinde tutabilmek için etkin şekilde kullanmaları gerekir. Örneğin Nijerya’lı Tivlerde, hane reisinin, kendi soy grubunun bölgesi dahilinde kullanılmayan herhangi bir toprak parçası üzerinde tarım yapmasına izin verilir. Hane reisi, hane halkının idare edebileceği kadar toprak üzerinde hak iddia edebilir. Hane halkı etkin bir şekilde bu toprakları işlediği ve onları temiz tuttuğu sürece, bütün üyeler bu toprakları özel olarak kullanma yetkisine sahiptir. Ancak, eğer topraklar boş bırakılırsa, o zaman o ailenin üyeleri bunları kullanma hakkını kaybeder ve topraklar kamunun malı olur; böylece soy grubundaki diğer ailelerin kullanma hakkı doğar. Yine de bir Tiv erkeğinin mutlaka bir parça toprak üzerinde hakkı vardır- bu belli bir toprak parçası olmasa bile bir başkası olur- çünkü mutlaka belli bir akraba grubunun üyesidir ( Bates,2013:366). Bahçeci bir başka topluluk olan Kongo’lu Lugbaralar’da tarım yapılan toprak üzerinde soya dayalı bir hak sahipliği görülmez. Tarım yapılan topraklar, orada yaşayan kişilerin ortak malıdır. Hatta “kiracı” olarak adlandırdıkları, yaşadıkları bölgedeki herhangi bir hane halkıyla akrabalığı bulunmayan, çeşitli sebeplerden dolayı yaşadığı yerden sürgün edilmiş veya savaş nedeniyle yaşadığı yeri terk etmek zorunda kalmış kişiler bile, bölge halkıyla birlikte tarım yapabilirler. ( Middleton 1965).

İnsanların bir bölgenin sınırlarını ne ölçüde tanımlayacakları ve savunacakları, kendilerine ait hakların sürdürülmesindeki maliyet-kazanç hesaba bağlıdır. Kendi bölgesinin sınırlarını çevreleyen ve savunan bir grup, bölgenin kaynak miktarını elinde tutar. Ancak bir bölgeyi koruyabilmek, hem başka etkinliklerde kullanılabilecek zaman ve enerjinin harcanmasını gerektirir hem de risklidir; çünkü kişi sınırları korumaya çalışırken öldürülebilir. Kaynak açısından sınırlı bir bölgeye bel bağlamak, avcı-toplayıcılarda olduğu gibi dezavantajlı olabilmektedir. Bölgeye bağlı olmak, maliyetlerin kazanımları aştığı ölçüde ise daha sıkı denetim altında tutulacaktır. Bu nedenle avcı-toplayıcılar, grupların kuyular ya da sebze açısından zengin alanlar gibi stratejik kaynakların mülkiyetini kendilerine mal ettikleri bölgelere sahip olmakla birlikte, sınırlarını çiftçilerin tarlalarını savundukları etkinlikte savunma zorunluluğunda değillerdir. Genellikle yabancıların kendi kuyularından yararlanmalarına ve bölgelerine geçmelerine hemen izin verirler. İster gevşek ister sıkı bir şekilde olsun, bir bölge üzerindeki denetimi sürdürmek, kaynaklara erişimin düzenlenmesinin ilk adımıdır (Bates, 2013:364).

Üst Paleolitik Dönem’in avcı-toplayıcı topluluklarında mülkiyet ilişkileri (bireylerle nesneler arasındaki) hayli kısıtlıdır: Bireysel mülkiyet giysi, süs eşyası ve özel eşyalardan ibarettir. Yerleşik hayat ve çiftçilikle birlikte evlerin, ekilebilir toprakların, büyük ve küçükbaş hayvanların sahipliği gündeme gelmiştir (Renfrew, Bahn, 2013:204).

KAYNAKÇA

  • Bates, D.G., 21. Yüzyılda Kültürel Antropoloji, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2009
  • Middleton, J., The Lugbara of Uganda, Northwestern University, 1965
  • Renfrew, C., Bahn, P., Arkeoloji, Anahtar Kavramlar,İletişim Yayınları, 2013.